Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Mekke zirvesinin hikâyesi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ürdün ekonomisini desteklemek için Kral Selman bin Abdülaziz’in Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ve Kuveyt’i davet ettiği Mekke zirvesi hakkında hikâyeler ve romanlar yazılıp kurgular üretildi. Bu hikâye ve romanlarda zirvenin Ürdün’e baskı yapmak ve politikalarını etkilemek için düzenlendiği belirtildi.

Müslüman Kardeşlerin, Hamas Hareketi’nin ve Katar rejiminin bu tür söylentileri televizyon kanallarında ve sosyal paylaşım sitelerinde yaymak, Ürdün sokaklarını karıştırmak ve ekonomik sorunu Filistin meselesiyle ilgili siyasi bir soruna dönüştürmek için sarf ettikleri çaba, müzayedeler için karlı bir kozdur. Çünkü ülkelerine bağlı olup olmadıkları bilinmeyen Müslüman Kardeşler, Ürdün’ün ulusal çıkarlarına karşı Katar bankasının kapısında bekleyenlere iştirak etti. Ürdün sokaklarında fitne ateşini yakanlar ve “Ürdün Arap Baharı”nı müjdeleyerek komplo teorisinin senaryosunu tamamlayanlar, o zengin kurguları ve hikâyeleri üretenlerin kendileridir. Onlar, Ürdün Baharı’nın Suudi Arabistan’a da uzanacağını ve istikrarını tehdit edeceğini iddia ettiler. Bunun için Riyad; Ürdün’ü Tunus ve Mısır tecrübesinden kurtarmak için Mekke zirvesine davet konusunda acele etti.

O balık hafızalılar, 2011 yılında başlayan devrimlerin Suudi Arabistan’ı her taraftan yani Ürdün ve bazı körfez ülkelerinden kuşattığını, ancak Suudilerin bu kasırgaya karşı direndiklerini unuttular. Aksine Riyad, bugüne kadar darbelerin acısını ve kaosun sonuçlarını yaşayan devletlerin istikrarını destekleyip onlara yardım etti.

Açık ve net gerçek şu ki Mekke zirvesi, bir saatliğine düzenlendi. Bu zirvede Ürdün’deki ekonomik kriz ele alındı. Zirve sonucunda sadece üç ülkeden yaklaşık 10 milyar riyal değil, aynı zamanda hükümet harcamalarını azaltmak için Ürdün hükümetine baskı yapan dünya bankasının garantilerinin de yer aldığı bir yardım paketi ortaya çıktı. Aynı şekilde zirveye katılan devletler, 5 yıllık süreyle Ürdün bütçesini destekleyecekler. Unutmamalıyız ki Ürdün, Suudi Arabistan’ın üzerinde çalıştığı büyük NEOM projesinden yararlanacak ülkelerden birisidir. Bu proje, Ürdün ve Mısır için parlak bir geleceği müjdelemektedir. Hikâyenin özü bu.

Mekke zirvesi yapılmadan birkaç gün önce Mayıs 2016’da Cidde şehrinde kurulan Suudi Arabistan-BAE Koordinasyon Konseyi’nin büyük bir toplantısı vardı. Bu, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid’in katılımıyla gerçekleşen ilk toplantıdır. Bu toplantıda terörle mücadele, askeri operasyon ve karşılıklı bilgi alışverişi konusunda ortaklıklar ve ekonomik düzeyde büyük anlaşmalar yapıldı. Koordinasyon konseyinin ve yürütme kurulunun yapısı belirlendi. Katar, İran rejimi, hatta Türk medyası ve bunlara bağlı grupların toplantıyla ilgili söyledikleri şeyler, bir kitap yazmak ya da sinema filmi yapmak için yeterli değildir. Güvenlik, siyaset ve ekonomik alanlarda bütün meselelere yönelik bakış açıları birbirine yakın olduğu sürece iki devlet arasındaki ikili ittifakın nesinden endişe ediliyor merak ediyoruz. Bana göre bu endişe, amaçları arasında terörle mücadelenin ve Washington’la uyumlu aynı siyasi tutumun olduğu güçlü bir ittifakın ortaya çıkmasında gizlidir. Bu da radikal silahlı grupları destekleyerek ortaya çıkan devletlerin ve grupların gücünün ortadan kaybolması demektir. Bunun yanı sıra ikili ittifak, bölgedeki en büyük iki ekonomik gücün birliğini temsil ediyor. Bu da Türk lirasının çöktüğü, Avrupalı şirketlerin İran pazarından kaçtığı ve Katar’ın neredeyse yalnız kaldığı bir vakitte ekonomik güce bakıldığında iki ülkenin pek çok konuda üstün olduğu anlamına geliyor.

Arap dünyası için güzel şeyler isteyenler -ki bunların sayısı az- bu ikili ittifakı siyasi ve ekonomik korumanın şemsiyesi olarak görüyorlar. Kardeş bir ülkeyi istikrarını tehdit eden bir engelden kurtarmak için yapılan Mekke zirvesinin, bu ikili ittifakın ilk meyvesi olduğunu söyleyebiliriz.

Suudi Arabistan’ın tutumu, Ürdün’ü avutmaya yönelik bir sözden ibaret değil, aksine müttefik BAE ve Kuveyt’in karşılık verdiği bir eylemden ibarettir. Bu ülkelerin bölgesel, uluslararası ve insani destek alanında bir damgası var. Diğer ülkelerin Arap rolünden vazgeçtiği bir sırada bu ülkelerin kardeş bir Arap ülkesine yardım etmesi tuhaf bir durum değildir.

Suudi Arabistan ve BAE arasındaki ikili ittifak ile Koordinasyon Konseyi hakkında şüphelenenler, bunu kendi aleyhlerine yönelik bir gelişme olarak görüyorlar. Oysaki ittifak; güvenlik, askeri işbirliği ve ekonomik beklentiler gibi birçok meselede ortak görüşün olduğu devletler tarafından bilinen uluslararası bir formüldür. Körfez bölgesinde ya da Arap dünyasında Suudi Arabistan ve BAE dışında bu ortak yönlerin bir arada olduğu başka devletler yok.

Suriye meselesi ve sonuçları, topraklarına giren bir milyon mülteciden Suriye ve Irak’la kara ticaretinin kesilmesine kadar Ürdün’e kapasitesinin üzerinde bir yük yükledi. Bu, kaynakları sınırlı olan bir devlet için büyük bir yük demektir.

Kısacası Filistin meselesi; İran ve Katar’ın yanı sıra Hamas ve İslami Cihat gibi İslamist gruplar tarafından Ürdün’e ve ılımlı Arap ülkelerine karşı müzayede kartı olarak kullanılmaya devam edecek. Bunun için Arap ittifaklarının önemi, Arap sokaklarını kışkırtan ve dar çıkarlara hizmet eden propaganda aracına başvurmaksızın Filistin’in menfaatini gözeten büyük güçleri temsil etmesinden ileri gelmektedir.