Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Milliyetçilik hülyasından dini fırtınaya | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Zaman içinde her yüzyılın, kendine has bir karakteri olduğu gibi fikri ve politik sonuçları da vardır. Geçtiğimiz 5 yüzyıl boyunca, Avrupa, dünyanın en önemli zihinsel, askeri ve politik aktörü olmuştur. Rönesans’tan Aydınlanmaya oradan sömürgeciliğe geçişler olmuş, dünyanın geniş bir coğrafyasında dillerini ve dinlerini yaymışlardır. Aynı zamanda Avrupa, kıtalararası bir savaşın içine dalmıştır. Ulus devletlerin kurulmasından ve aralarındaki sınırların belirlenmesinden bu yana, ulusal kimlikler, milliyetçi ideolojik fanatizm şeklinde kendini göstermeye başladı. Sömürgeci halklar ise ulusal güçlerin bu militanlığını, işgalci güçlere karşı ulusal birliği güçlendirmek için bir itici güç haline getirmişlerdir.

Araplar ise, dünyanın geniş bölgelerini kaplayan güçlü milliyetçi dalganın kalbinde yer alıyorlardı. Din bu hareketliliğin dışında kalmadı, farklı desen ve renklerle yazılmış milliyetçi özgürlük sloganlarının yükselmesine katkıda bulundu. Çoğu zaman da bu sloganlara kendi rengini verdi. Arapların İslamiyet kisvesi altında ortaya çıkan Osmanlı hegemonyasına verdiği yanıt, milliyetçilik ipine sarılmak oldu. Aralarında İslam inancının müşterek olduğu Türklerle yapılan mücadelede Arapları bir araya getiren ve kimliklerini inşa eden unsur Arap milliyetçiliği oldu. Türkçülük akımı olan Turancılığı benimsemiş bir Osmanlı elitinin, 20.yüzyılın başlarında Arap ulusal kimliğini hedef alması, Arap seçkinlerini hamle yapmaya sevk etti ve onlar da Müslümanları ve Hıristiyanları bir araya getiren ulusal bağları harekete geçirmeye karar verdiler.

Avrupa’da 20. yüzyıl, komünizmden Nazizm’e ve faşizme kadar uzanan ve askeri gücün dahi kullanıldığı şiddetli ideolojik ve ulusal sarsıntılara tanık oldu. Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, İslam dünyasında, ulus ötesi yönetim rejimlerindeki dini kisve düşmüş oldu. Bazıları kutsal bir yönetim biçimi olarak Hilafet ilkesini yüceltmeye başlamışken, bu eğilimi reddeden sesler yükselmeye başladı. Türkiye, Atatürk’ün önderliğinde cumhuriyet rejimine geçtikten sonra, hilafet tahtına hangi ismin daha uygun olduğuna dair görüşler havada uçuşmaya başladı. Bazı Mısırlılar, özellikle de Ezher uleması, Kral I. Faruk’u halifeliği devralmaya en uygun isim olarak gördüler. Ancak bu görüşe muhalif sesler yine aynı kurumdan yani Ezher’den geldi. Ezher âlimlerinden Ali Abdurrazık ‘el-İslâm ve Usûlü’l-Hükm/ İslam’da Yönetimin Temelleri’ adlı kitabını yayınladı. Abdurrazık bu kitabında, Hilafet rejiminin İslam diniyle bir alakasının olmadığını, bilakis insanoğlunun ortaya koyduğu beşeri bir rejim olduğu söyledi.

Hilafet rejimini dini bir kural şeklinde lanse eden bazı çevrelerin sesleri nispeten kısılmış oldu. Ancak bu eğilim akıl ve kalplerde tamamen kaybolmamıştır. İstanbul’daki Halifeliğin çöküşünden birkaç yıl sonra, Mısır’daki bir başka zümre İslami yönetim rejimini savunmaya başladı. Fakat hilafet olarak değil de siyasi bir düzen olarak dillendirmeyi tercih etti. Hasan el-Benna’nın liderliğindeki Müslüman Kardeşler (İhvan) bu görüşü ortaya koyan hareket oldu. Krallık rejimlerine savaş açtı ve Mısır dışından da ideolojik kavramları taklit etmek suretiyle kendince bir düşünce tarzı inşa etti. Faaliyet alanını Mısır dışına da taşıdı.

Aynı zamanda, dünyanın birçok bölgesi, yabancı sömürgelerden bağımsızlıklarını kazanmayı başarmış olan milliyetçi hareketlerin faaliyetlerine tanık oldu. Osmanlının son döneminde, Araplar Türk hegemonyasını reddettiler. Öldürme, baskı ve ıstırap şeklinde tezahür eden ağır bedeller ödediler. Arap milliyetçiliği kendini sadece Şam bölgesinde göstermedi, Doğu Arap bölgelerine de yayıldı. 20. yüzyılın ikinci on yılında Büyük Arap Devriminden bu yana her yerde kendini hissettirmeye başladı. Arap Baas partisi, Şam bölgesinin dışında doğmuş olsa da, bu bölge ona kaynaklık etmiştir. Onun ideolojisi; tek bir köken etrafında birlik olmak ve bu birliği tek bir siyasi varlık haline dönüştürmektir.

Yeni projenin bakış açısını formüle eden fikir adamı Mişel Eflak oldu. Bu eğilim yoğun ve hızlı gelişen olayların gölgesinde, bölgesel ve uluslararası bir siyasi süreçte ilerlemeye devam etti. İsrail Devleti’nin yeni politik rüzgârlarla kurulması, projeye çok büyük bir etki yaptı. Süveyş Savaşı, bir Mısır siyasi zaferiydi. Mısır’ın sınır ötesi Arap akımına dönüşen ve Mısır ile Suriye arasındaki birliğe katkıda bulunan bir unsur haline geldi. Arap Milliyetçiliği bir akım olarak Beyrut Amerikan Üniversitesinde doğdu ve birçok Arap ülkesinde faaliyetlerini genişletti. Arap Sosyalist Baas Partisi, birçok Arap ülkesinin unsurlarını içeren Ulusal Liderliği oluşturdu. Her bir ülkenin kendi liderlik yapısı ikinci planda kalmış oldu.

Abdülkerim Kasım’ın liderliğinde gerçekleşen Irak’taki darbe, ittifak stratejilerini bozdu ve Arap dünyasında farklı rejimlere zemin hazırladı. Bu arada Medya, gücünü geliştirmeye ve genişletmeye başladı. Özellikle de radyo, tarihte ilk kez halk düzeyinde Arap vizyonu oluşturmada bir faktör haline gelmiştir.

İki mesele Arap dünyasını kapladı: Filistin ve Arap birliği. Medya sloganları ve hamasi söylemler aracılığıyla oluşturulan seferberlik dilinin, okuryazarlıktan uzak, hayal dünyasında yaşayan halkın kalplerini kaplaması zor olmadı. Gerici ve ilerici sloganları yükselmeye başladı. Ancak ayrılıktan sonra Irak, Suriye ve Mısır arasındaki ilerici eksen olarak bilinen söylem patlamaları devam etti.

Arapların İsrail karşısındaki Haziran Yenilgisi’nden sonra, milliyetçilik hülyası kırıldı. Zihinler ve yeryüzünü belirsizlikler kapladı. Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin Mısır’da aldığı darbeden sonra iyice zayıflayan siyasal İslam, yeniden kendi ağlarını örmeye başladı. Hayal kırıklığı yaşayan seçkinler ve aydınlar sürekli şunu sormaya başladılar; Bundan sonra ne yapılabilir? Arap birliğine ve Filistin’in kurtuluşuna doğru insanları sevk eden hayal tekneleri darmadağın olmuştu. Peş peşe askeri darbeler oldu, sloganları farklılaştı. Kalkınma programları rafa kalktı, güç ve iktidar mücadelesi şiddetlendi. Bunu baskı ve fiziksel şiddet takip etti. Irak ve Suriye’deki tek parti ideologları birbirlerini katlettiler. Komünist Güney Yemen liderliği katliamlar yaptı ve Sudan’da da benzer manzaralar yaşandı.

Dünya politik, kültürel ve ekonomik olarak değişti. Komünist blok dağıldı, iletişim ve ulaşım devrimi patlak verdi. En başta Asya olmak üzere, ekonomi kaplanlarının doğuşuna tanıklık edildi. Bazı hırslı ya da hayal kırıklığına uğramış gençler kendilerini yeni ve değişen bir dünyanın önünde buldular. Geçmişin külleri altında kalmış közler yeniden harekete geçti. Eski çukurlardan, yüzlerce baş dışarı fırladı. Ellerinde ise eskinin ve yeninin kartları vardı. Başlıkları; “Çözüm İslam’da” şeklindeydi. Afganistan-Sovyet savaşı zihinlere doldurulan bir yakıt gibiydi. Bazı genç Müslümanların farklı ülkelerden toplanma nedeni, yalnızca dinsiz komünistlerle savaşmak değildi. Burasını radikal bir İslam ideolojisi inşa etme yerine çevirmekti. “Cihad” adına, değiştirmek istedikleri bir dünyanın resmini kanla boyamışlardı.

Zamanla, bu rahimden yeni hareketler doğdu. Ancak her yeni dünyaya gelen, babadan daha katı oldu. Hiçbir örgüt/cemaat, bilimsel, ekonomik ya da sosyal ilerleme adına bir plan ya da program ortaya koymadı. Hatta kendisine Cenneti garanti edecek şehitliğin bir aracı olması! dışında hiçbir şey ortaya koymayan şiddetin, bizzat kendisi asıl hedef haline geldi.

Hem İslami hem de milliyetçi rengin baskın olduğu durumlarda, düşünce ulusal devletin sınırlarını aşmıştır. Milliyetçi rengin baskın olduğu zamanda ideolojik sloganlar daha ziyade muhaliflerin “ihanet”le suçlanması şeklinde tezahür ederken, Dini rengin baskın olduğu zamanlarda ise ötekini “Tekfir etme” şeklinde gerçekleşmekteydi.

Milliyetçilik hülyası, mahsulleri yeryüzünün üzerinde büyüyen, haritaların olmadığı uzayda bir yürüyüştü. Şiddete dayalı ve sınır ötesi dini fırtına ise, fantastik bir dünyada inşa edilen sahra gibiydi.

Kuşkusuz gelecekte yeni sorular ortaya atılacaktır. Zira, şu ana kadarki yolculuk başarısız geçti. Arap birliği sağlanamadı, Filistin kurtarılamadı, Müslümanlar ilerleme ve yönetim konusunda başarılı olamadılar. Zaman, insanlara fayda veren düşünce ve politikaların üretildiği en büyük fabrikalardan biridir. Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanmanın başardığı şeyler ortadadır. Korkunç savaşlardan sonra Avrupalılar, teknolojide zirveyi yakalayabildiler.