Irak, siyasi anlamda belirsizliğin yaşandığı yeni bir döneme giriyor. Irak Başbakanı Haydar el-İbadi hükümetinin -geçici hükümet olmak üzere- görev süresinin sona ermesi ile oyların bir kısmını elle sayma ve tarama işleminin başlaması eş zamanlı olarak gerçekleşiyor. Irak’taki genel seçimlerin üstünden 7 hafta geçti ama hala kesin sonuçlar yeniden tarama için yargı ve meclis kararları ile onaylanmış değil. Şii din adamı Mukteda es-Sadr’ın ‘Sairun’ listesi genel kabul görmekle birlikte listelerdeki bir ya da iki koltuk farkı, rekabetin yoğunluğu ve listelerin çoğunluğu arasındaki basit farklar nedeniyle mevcut anlaşmaların hesaplarını geri döndürebilir.
2003 yılındaki savaştan sonra Irak’ta başlayan oylama deneyiminden bu yana ilk kez 1800 seçim noktasında oylar sayılıp tasnif ediliyor. Siyasi sürecin ülkede karşılaştığı sorunlara rağmen oy verme işlemleri, hiç bu seçimde olduğu gibi şüphe ile karşılanmamıştı. Resmi sayımlara göre yüzde 44’ü aşmayacak kadar azalan seçmen oranı ile birlikte bu sorgulamanın, kurulacak hükümet için bir halk itirazına sebep olacağı korkusu yaşanıyor. Bu hükümet meşruiyetini ülke genelindeki görüş birliğinden alıyor ve bu durum şimdilerde belirsizleşti.
Geçen hafta yeterli çoğunluğun sağlanmaması başarısızlığı ile birlikte meclis, uzatılması beklenen anlaşma olmaksızın geleneksel rolüne son verdi. Irak meclisinin son işi, 7 Irak bölgesinde oyların yeniden sayılacağını onaylamaktı. Siyasi sistemi meclise dayalı olan bir ülkenin böyle karmaşık bir aşamada kalması, endişe verici bir olay ancak açıkçası bu durum, Iraklı vatandaşı pek etkilemeyecek. Petrol ve bölgeler yasası gibi ülkenin düzgün bir şekilde yönetilmesi için gerekli kanunlar, yıllardır ele alınmadı. Meclis, milletvekillerinin yetkileri ve çıkarlarını oylamakla meşgul olurken vatandaşın ihtiyaçları meclis gündeminde genellikle saf dışı kaldı. İbadi hükümetinin geçici hükümet aşamasına girmesi ile de hükümetin dikenli dosyalarla başa çıkabilme gücü zayıflıyor. Hele de dış meselelerin varlığı söz konusu iken. Bu dış meselelerin başında da Türkiye ile yaşanan ve yaz aylarında Iraklıları susuz kalmakla tehdit etmeye devam eden su krizi gelmekte. Aynı şekilde Sağlık Bakanlığı da ülkenin güneyini vuran ve yayılma tehlikesi gösteren yeni bir humma ile henüz başa çıkabilmiş değil.
Irak’taki olaylar hızlı bir şekilde seyrediyorken ülkenin tanık olduğu her noktayı ve dönüşümü kavrayabilmek zor. Olayların temposu da durulmuyor. Geçtiğimiz günlerde seçim sandıklarının korunduğu merkezler yeniden hedef alındı. Kerkük’teki sandıkların saklandığı depoyu hedef alan patlama, Bağdat’taki Rusafe’de başka bir deponun hedef alınmasından sonra sayma işleminin askıya alınmasına karar veren grupların ısrarını hatırlatıyor. Aynı şekilde Diyali’deki güvenlik hadiseleri tırmandığı sırada ister DEAŞ’a bağlı olsun ister yandaş; orada hala etkin olan unsurlar mevcut. DEAŞ militanlarının kaçırdığı 6 Iraklının Hamrin yakınlarında öldürüldüğü açıklandı.
Terör örgütü bunun öncesinde, Haşdi Şabi’den olduklarını ilan ettiği bir kayıt yayımlamıştı. Unutmamamız gerekir ki DEAŞ’ın lideri Ebu Bekir el-Bağdadi hala yakalanamadı. Öte yandan Suriye’de Haşdi Şabi’ye bağlı güçler bulunuyor. Bu güçlerin İsrailli olması beklenen bir şenliği hedeflemesi ve Ebu Mehdi el-Mühendis’in Haşd’in suçluya ulaşabileceğini duyurması, Irak’taki olayların düğümünü sıkılaştırıp kartları daha da karıştırıyor.
Tüm bunlar devleti hala tüm vatandaşları kuşatan bir kimlik peşinde olan Irak’ın egemenliğine etki eder.
Irak’ın ulusal bir kimliğinin olmadığı çokça dillendiriliyor ama bu son derece yanlış. Aksine bu zorluklara göğüs geren, iktidar kimliğidir. Iraklı vatandaşların etnik kimlikler ve mezhepler üstü bir hükümet isteğine, Şii İslamcı güçler arasında duyurulan anlaşmaların varlığında ulaşılması biraz zor görünüyor. Silahlı siyasi yöneticiler, devlete karşı silah taşımak zorunda da kalsalar kendilerini iktidarın dışında tutacak bir anlaşmayı kabul etmeyecekleri tehdidinde bulundu. Kürdistan bölgesinin bağımsızlığı için yapılan referandumun üzerinden 10 ay geçmiş olmasına rağmen ülkede federalizm de kökleşmedi. Hala ciddi anlaşmazlıklar söz konusu ve ufukta bu krizden çıkış için bir yol haritası görünmüyor.
Bununla beraber Irak’taki iktidar krizi, 2003 savaşından sonra derinleşmiş olsa da yeni bir şey değil. 60 sene var ki Irak, siyasi krizler ile boğuşuyor ve ulusal kimlik değil ama ülkedeki siyasi sistem konusundaki kafa karışıklığının üstesinden gelmeye çalışıyor. Bu krizlerin meydana çıktığı belirgin tarihi bir noktaya dönülebilir. Bu ay, Irak monarşisini arkasından vuran ve monarşi gölgesi altında ilerleme potansiyeli taşıyan ülkenin rotasını değiştiren askeri darbenin altmışıncı yıl dönümü kutlanıyor. Iraklıların birçoğunun zihnine yanlış bir şekilde ‘1958 Devrimi’ tabiri kazındı. Ama aslına bakılırsa o bir devrim değil, karşı çıkanı tutuklayan kanlı bir askeri darbe idi. Zamanın geçmesi ve Kral II. Faysal (Allah rahmet eylesin) ve onun monarşi yönetimine çağdaş olanların yaşının ilerlemesi ile birlikte o dönemden bahsedenlerin sesleri sahneden çekilmeye başlıyor ama bizim unutmamamız lazım. Abdülkerim Kasım’ın rejimi, Irak’ın ve bölgenin başına gelen en korkunç rejim değildi. Ancak Londra’da sürgünde olan Prenses Bedia hariç Irak’taki kraliyet ailesinin tüm üyelerinin öldürülmesi, şiddete dayalı bir siyasi dönemin habercisiydi.
Irak seçimlerinin üzerinden 7 hafta; Saddam Hüseyin rejimini deviren savaşın üzerinden 15 yıl ve Kral II. Faysal’ın öldürülmesinin ve Irak monarşisine yönelik kanlı darbenin üzerinden ise 60 yıl geçti. Irak tarihindeki belirgin özellikler, Irak halkına hükmediyor. İktidarın barışçıl yollarla devredilmesi, geçtiğimiz 15 yıl boyunca en azından iktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesini ümit ede ede kurban veren Iraklıların rüyası. Bugün bu kazanç bile tehlikede.