Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Modernlik Araplar’dan önce Batı’yı vurdu | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bir araştırmacı modern düşünce sistemini derinlemesine kavramak istiyorsa okul kitaplarıyla ya da genelde işin aslını göstermekten uzak özet tanımlamalarla yetinmemelidir. Aksine Batı düşüncesini en az 16. asırdan alıp bugününe kadar olan sürece damgasını vuran seçkin düşünür ve filozofları okumak suretiyle derinlemesine incelemelidir. Bu da yetmez! Asırlar boyunca yayılmış ve kök salmış ve hala da öyle olan düşünce akımlarına ve mezheplerine de vakıf olmalıdır. Sabırla ve hazmederek. Araştırmacı başlarda önünde bir karmaşıklıkla karşılaşacak. Hatta belki modernliğe engel olan derli toplu bir işaret bulamayacak. Ancak şüphesiz ki zihninde bir şey takılı kalacak. O da şu: ortada modern zamanlarda meydana gelmiş ve hâlihazırda devam eden gürültülü bir patlama var. Tarihi yapıları temelinden ve tamamen yerle bir eden acımasız ve yıkıcı çekiç darbeleri; insanlığın asırlarca biriktirip miras bıraktığı bilgi sistemlerine amansız bir saldırı var. Tüm bunlarla birlikte araştırmacı, Batıda oluşan ve ‘yeryüzü mantığının gökyüzüne galebe çalması’ şeklinde ifade edilebilecek dünya görüşüne dair yeni bir bakış açısı kazanacak. En büyük marifetinin de bilim dallarını birbirinden ayırmak olduğunu ve bu işten en çok siyaset, ahlak, bilim vs. hayatın tüm alanları ile arasına keskin bir sınır çizilmeye kalkışılan dinin nasibini aldığını anlayacak.

Şayet araştırmacı çekirdekten ağaca modernliğin özüne vakıf olma konusunda kararlıysa, şu temel soruları kendine sormayı görev edinmelidir; Niçin Batı düşüncesi şüpheyi, yakıp yıkmayı ve parçalamayı kendine rehber edindi? Neden modern düşünce tahripkâr kabul ediliyor? Kadim mirasa karşı güvensizliğin sebebi ne? sabitelerini yıkma, yetersiz ve kısır oluşunu ilan etme ve hatta yalanlama derecesine varacak kadar. Bu tahripkâr yürüyüşü harekete geçiren ilk kıvılcımı nerede aramalıyız? Elbette bu soruların cevabı ciddi çalışmalar gerektirir.

Yeni bir düşünce sistemi olarak modernlik, 17. yüzyıl boyunca bizim coğrafyamızda değil, Avrupa coğrafyasının bir bölümünde ortaya çıktı. Biz onun tarihsel olarak doğum sancılarını yaşamadık. İthal, galip ve egemen bir düşünce sistemi olarak bizim hayatımıza girdi. Bu durum onu özümsememize ve kavramamıza engel oldu. Zira bir yandan süslü vitrini diğer yandan bilimsel çalışmalar ve devasa kalkınmalar ile gözümüzü kamaştırıp öte yanlarını göremeyecek duruma soktu. Halbuki o, sekülerlik veya laiklik olarak adlandırılan dünyevi değerlere tam bağlılığı benimsemiş; gökle olan irtibatını kesmiş ve mukaddesatı tarihi bir veri konumuna indirgemişti. Nihayetinde evrenin birliğini ilan etti. Bu öyle bir darbe idi ki, ilk önce sahibini afallattı, hesaplarını bozarak onları asırların birikimine bir daha göz atmaya ve masaya yatırmaya itti. Sonra da Arap-İslam medeniyetinin değerleri ile oynayarak onu kültürel kopuşlar içinde yaşamaya maruz bıraktı. Neyse ki en açık belirtileri özgünlük ve çağdaşlaşma söylemlerinin artması oldu. Bu, hakiki yeniliğe götürecek bir başkası ile kendisini buluşturmak adına varoluşsal ve tarihsel bir tepkiyi ifade eden, Arap kalkınmasına işaretti. Ardından şu meşhur sorular geldi: Niçin Batı ilerledi de Müslümanlar geri kaldı? O anda Arap-İslam düşüncesi kendini dar bir geçitte buldu. İthal fikirler ile şahsiyetli duruş arasında nasıl uzlaşma sağlanabilir? Arap-İslam düşüncesi şaşırtıcı bir biçimde modernlik düşünceleri ile olan ilişkilerini dondurup modernlik ütopyasına tepki olarak doğan, ancak ortaya attığı ideal modelleri hayata geçirmede başarısız olan post-modern düşünceler ile ilişki kurmaya meylettiğinde, iş daha da çetrefilleşti. Zira bu yabancılaşmayı ikiye katladı ve bununla birlikte Arap insanının kafası daha da bulandı.

Birçokları ‘modernliği’ ayrıcalıklı Batı modeli olarak görüyor. Bu onu bir ithal ürün olarak karşılayan Arap insanı için haber verilmeksizin atıldığı bir cehennem oldu. Kendi elleriyle uygulamadığı bir deney, özel çabasıyla üretmediği bir fikir onda bir direnç ve yabancı olana karşı bir inkâr vücuda getirdi. Bu gerçekten böyle olabilir mi? Bir düşünce sistemi olması itibariyle modernlik, diğer halklardan önce Batı insanı için de aynı şekilde bir şok etkisi yaratmadı mı?

O halde söylediklerimiz hamurunda modernlik olmayan halklar değil, esasında Avrupa halkları ile ilişkili. Modern düşünce sıcak bir karşılama görmedi. Bilakis o bir anda saldırdı. Copernicus ‘Gökcisimlerinin Döngüsü Üzerine’ adlı kitabını devrimci fikirlerinin getireceği tehlikeleri hissettiği için 30 yıldan fazla süren bir sessizliğin ardından ölüm döşeğinde yayımlamadı mı? Nitekim o, Güneş merkezlilik tezinin insanlar üzerinde nasıl bir etki yaratacağını bilen bir rahipti. Giordano Bruno, kadim kapalı evren görüşü ile çelişen evrenin sonsuzluğu hakkındaki tezini savunduğu için din adamları önünde yakılmadı mı? Galileo, dünyanın döndüğünü savunmaya cesaret ettiği için aşağılayıcı bir şekilde mahkûm edilmedi mi? Genelde ‘tartışmak’ ve ‘gerçeği saklamak’ zorunda kalmadı mı? Bazı din adamlarının saldırılarını hafifletmek için, dünyanın hareketsizliği tezini destekleyen kutsal metinleri yorumlayan ilahiyatçı rolü oynamadı mı? Descartes, sadece Galileo’nun savunmasını dinleyerek ‘Kopernik Prensibi’ni benimsediği ‘Dünya’ adlı kitabını yakmaya karar vermedi mi? Darwin’in devrimci görüşleri, kendisine tuzak kuran direniş orduları tarafından saldırıya uğramadı mı? Freud’un insanı soyup onu aklın rehberliğini terk eden; içgüdülerinin emrine giren bir varlık konumuna getiren düşünceleri, genellikle memnuniyetsizlik ve kızgınlık olmadan kabul edildi mi? Patlama olmadan biyolojik ve teknolojik devrim olur mu?

Modernlik bizzat halk için asla bir seçenek olmadı. Aksine o, tüm insanlık için yıkıcı ve yaralayıcı bir düşünce sistemidir.