Eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminden kalma “nükleer anlaşma” adı altındaki yalanlar, geçtiğimiz haftalara kadar Washington’daki resmi kurumlara pazarlanabilirken, Tahran’da ise Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin en azından bu konuda dini lider Ali Hamaney’e doğruları söylediğini düşünüyordum.
Buna karşın biz, Ruhani’nin, doktorasını İskoçya’daki Caledonian Fakültesi’nde İslami Bilimler alanında yaptığını ve iyi bir Müslüman olduğundan başka bir şey söylemeyeceğini biliyoruz.
Obama, ABD halkına, tarihi anlaşmanın nükleer tersanesini geliştirmesi konusunda İran’ın önündeki bütün yolları tek bir Amerikan kurşunu sıkmadan sonsuza dek kapattığını söyledi. Hatta o, dini lider Ali Hamaney’in ülkedeki bütün nükleer silahların yasaklandığına dair fetvasını delil gösterdi. Aslında Obama’nın kendisinden başka hiç kimse, şurada veya burada söz konusu fetvayı okuduğunu ya da gördüğünü iddia etmedi. Buna rağmen ABD Başkanı, böylesine önemli bir meselede yalan söylemeyecektir.
Bunun için Obama’nın bu garip tiyatroda ülkesini kandırmada tek başına olmadığını gördüğümde, nasıl bir hayal kırıklığına uğradığımı tahmin edebilirsiniz. Öte yandan Ruhani de kendisini bu tiyatroya o kadar kaptırmış olacak ki, Ayetullah’ı bile bu tiyatronun gerçek olduğuna inandırdı.
Bütün rivayetlere göre Ali Hamaney, halk arasında Hasan Ruhani’yi yalanlarıyla meşhur çizgi film karakteri Pinokyo’nun “sarıklı” versiyonu olarak tasvir edecek kadar öfkeliydi. İran nükleer anlaşmasının hayali olarak parçalanmasının sonuçlarını sunmaları ve gözden geçirmeleri için 220’den fazla sivil ve askeri uzmanı çağırmasının ardından Hamaney, Ruhani’den mevcut durumla ilgili kendisine bir rapor arz etmesini istedi.
2015 yılında Cumhurbaşkanı Ruhani, nükleer anlaşmanın İslam tarihindeki en büyük diplomatik başarı olduğunu dile getirdi. Ruhani, geçen hafta dini lider Hamaney’e sunduğu raporda daha gururlu, ancak daha az samimiydi.
İranlı din alimi Hasan Ruhani, raporunda “Son olaylarda ABD’nin çok taraflı uluslararası anlaşmadan çekilmesi; Washington’un siyasi, hukuki ve ahlaki yenilgi yaşadığını göstermektedir. Buna karşılık İran İslam Cumhuriyeti’nin büyük bir siyasi, hukuki ve manevi başarı gerçekleştirdiğini görüyoruz.” diyerek gurur duydu.
Bu, hakikati ekonomik bir şekilde okuduğu konusunda İran cumhurbaşkanını parmakla işaret etmek anlamına gelse bile Ruhani’nin gururu, Ali Hamaney’in sessizliğini bozacak kadar fena idi.
Ali Hamaney, “Fakat biz, bu müzakerelere Amerikalıların yüzündeki maskeyi çıkartmak için mi girdik? Müzakerelerin amacı bu muydu? Yoksa biz, o dönemde denildiği gibi bu müzakerelere ülkemizin üzerindeki ekonomik yaptırımları kaldırmak için mi girdik? Hepimizin gördüğü üzere yaptırımlar kaldırılmadı. Şimdi de onlar, nispeten dondurulan yaptırımları yeniden getirmekle tehdit ediyorlar” diyerek bir soru yöneltti.
Tahran’da resmi basın organları tarafından bir bölümü yayınlanan o fırtınalı toplantının rivayetlerine göre Hasan Ruhani, mollaların hoşuna gidebileceği bir tür umursamazlık gösterdi. Ruhani, bütün dünya ülkelerinin –gayri meşru ya da küçük ülkeler hariç- özellikle de Batılı devletlerin İran’ın yanında durmasından dolayı herhangi bir konuda endişelenmeye gerek olmadığını iddia etti.
Bu, mükemmel bir rivayetçi olarak İran Cumhurbaşkanı’nı parmakla işaret etmek anlamına gelse bile Hamaney, her şeye rağmen bu defa oyuna gelmeyecektir. Yine Hamaney, “Biz, Avrupalılarla tartışmaya girmek istemiyoruz. Fakat üç Avrupalı ülkenin –İngiltere, Almanya ve Fransa- bütün önemli meselelerde daima ABD’nin adımlarını takip edeceği gerçeğini bilmemiz gerekiyor. Siz, “Amerikalılar, kötü polis rolünü oynarken Avrupalılar, iyi polisi rolünü oynuyor” diyen Fransa Dışişleri Bakanı’nın sözünü hatırlıyorsunuz. İş, fiiliyata geldiği zaman bu millet, söylediğinin tam tersini yapıyor” dedi.
Şiddetli tartışmaların bulunduğu kısa bir video, Ruhani’nin kendi tutumunu gözden geçirmediğine işaret ediyor. Eski bir dut yaprağına baktığımızda Ruhani’nin, ABD’nin ağır bir kayıp yaşaması için Avrupalılar ile Amerikalılar arasındaki bölünmüşlüğü taahhüt ettiğini görürüz.
Bununla birlikte gurur, konferans salonunda bulunan 220 sivil ve askeri uzmanın ve Ayetullah Ali Hamaney’in yüzünde beliren yapmacık gülümsemeyi gidermedi.
Ali Hamaney, “Biz, Amerikalılar ile Avrupalılar arasında anlaşmazlık çıkarmak için mi anlaşma yaptık? Yoksa biz, vaat ettiğimiz üzere ekonomik yaptırımlara bir sınır koymaya mı çalıştık? Yaptırımların henüz kaldırılmamış olmasından dolayı hiçbir şeyin kıymeti yok” diyerek başka bir soru yöneltti.
Ruhani, Obama’nın anlaşmasının uranyumu zenginleştirme konusunda İran’a minimum düzeyde de olsa yardım ettiğini iddia ettiği zaman en büyük yalanı söyledi.
Ali Hamaney, İran’ın nükleer araştırmalardaki ilerlemesinin bunu kaçınılmaz kıldığını söyleyerek sert bir yorumla karşılık verdi.
Hem Ruhani hem de Hamaney, çeşitli sebeplerden dolayı gerçeklerden uzaklaştı. Uranyumu zenginleştirme hakkı, bütün ülkelere veriliyor. Diğer yandan herhangi bir konuda hukuki dayanağı ve otoritesi bulunmayan “5+1 ülkeleri” gibi gayri resmi bir gruptan izin almaya gerek yok. Şu an 34 ülke, Barack Obama’nın oluşturduğu 5+1 grubundan onay almadan farklı boyutlarda uranyum zenginleştirme programına sahip.
Dolayısıyla uluslararası kanun çerçevesinde çalışmayan bir grubun küresel olarak geçerliliği kabul edilen bir hakkı geçerli kılma isteği, hakaret ve aşağılamanın en alt derecesidir. Ruhani’nin yalanları, bana İngilizlerin, Birleşik Krallık’ın İran’ın bağımsızlığını tanıdığını ilan etmesiyle başlayan anlaşma aracılığıyla İran’a emperyal vesayetin hafifletilmiş versiyonunu dikte etmeye çalıştıkları zaman 1919 yılındaki tarihi dönemi hatırlattı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda İran’ın Versay Konferansı’nda sandalye elde etmesini engelleyen, İngiltere’nin kendisiydi.
Muhammed Ali Furugi başkanlığındaki İran heyeti, bir şeyler söylemeyi umarak Versay Sarayı’nın etrafında birkaç ay terk edilmiş bir şekilde dolaştı. Furugi başkanlığındaki heyetin parası tükendi ve Tahran’da iflasını ilan eden hükümet, heyete yardım edemedi. O dönemde Tahran’daki bazı tüccarlar, faturaları ödemeyi kabul etti.
Versay’da İngilizler, İran heyetinin bağımsız bir millet olarak konferansa katılmak için yeterince yetkiye sahip olmadıklarını ifade etti. İngilizler, Tahran’a önerdikleri anlaşmada İran’ın bağımsızlığına saygı gösterdiklerini dile getirdiler!
İran parlamentosu, 1919 yılında İngiltere tarafından önerilen anlaşmaya ivedilikle karşı çıktı. Anlaşmaya karşı söylenen en güzel söz, Rıza Han’ın İran’ı cumhuriyete dönüştürme planına itiraz eden din adamı Hasan Modares’ten geldi. Modares, “İran, asırlardır mevcut ve bağımsızdı. Niçin biz, ezelden beri sahip olduğumuz hakkın tanınması için İngiltere’nin ya da başka bir devletin görüşüne ihtiyaç duyuyoruz?” diye sordu.
O dönemde dikkat çekici gerekçe şuydu: “Birinden hakkınızı aldığınız zaman o kişi, aynı hakkı sizin elinizden geri alabilirdi.” Doğal olarak bu tür dersler, İskoçya’daki Caledonian İlahiyat Fakültesi’nde öğrencilere öğretilmiyor.