Birkaç gün önce toplanan Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı Dünya’nın uçurumun kenarına ne denli yaklaştığını yalın bir şekilde gösterdi.
Gerçekten durum öyle mi?
Geri dönüş fırsatları ne?
Yoksa olan oldu ve geri dönüşü olmayan bir yola mı saptı, Dünyamız?
Bilen bilir, bu konferans dünya çapında güvenlik sorunlarının çözümü için mükemmel bir platform, uluslararası tarafların arasında kimse görmeden görüşebildiği bir arka kapı ve gözden ırak pazarlıkların yapıldığı bir yerdir, fakat gelin görün ki, bu çalkantılı dönemde ortaya atılan sorunların çözümlerden daha fazla olduğunu da gösterdi bu konferans.
Trump yönetiminin sırtını eski kıtaya döndükten sonra, Avrupalı yöneticiler, yükselen Rusya nüfuzu ve Avrupa’da git gide kabaran aşırı sağcı akımlar karşısında, Avrupa’nın geleceğini kendi elleriyle şekillendirmeye daha istekli ve muhtaç oldular.
Konferansta en çok tartışılan şey yeni savaşlar oldu, zira; klasik savaşlar, ister konvansiyonel olsun, ister nükleer, demode oldu ve dünya ulaşım merkezlerine, sular şebekesine, köprülere ve yollara kontrolünü sağlayabilen akıllı veya akılsızların başlatacağı siber bir savaşla her an yerle bir edilme tehlikesini yaşıyor. Dünya hala iki sene önce iptila olduğu korkunç ‘Ransomware’ virüsünü unutmuş değil, dahası, bu gibi savaş çığırtkanlığı yapanların askeri üslere ve nükleer başlıkların depolandığı askeri noktalara da ulaşması her zaman olasıdır.
Gelin, konferansta tartışılan bazı gerçek ve yalanlara beraber bir göz atalım.
Bu gerçeklerden biri ABD Güvenlik Müsteşarı McMaster tarafından dile getirildi ve İran’ın Suriye, Yemen ve Irak gibi bazı Ortadoğu ülkelerinde vekil ve milisler şebekesi kurmasından ve İran’a karşı bir tutum sergileme zamanının geldiğinden bahsetti. O zaman sormazlar mı: ABD gerçekten de mollaları dizginlemek için dünya liderliğine savunmaya hazırlanıyor mu? Şurası bir gerçek ki, şu ana kadar ABD’den sadece açıklama ve slogandan başka bir şey duymadık, ama İranlılar sessiz sedasız çalışıp nüfuzlarını geliştirdiğini görmüyor mu, Amerikalı yetkili? Biz de, bölge halkları olarak, İran rejimine karşı sözde değil, fiili olarak bir şey istiyoruz.
Amerikalı ve Avrupalı istihbarat büyükleri yanı sıra Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükrü’nün de katıldığı ‘Hilafet sonrası Cihat’ adlı oturum ABD’lilerin önemli meseleler karşısındaki yüzeyselliğini bir kere daha ortaya koydu.
Bakan Şükrü oturumun başında başlığa itiraz etti ve nefse savaşın galibiyeti ve ideoloji için pozitif bir savaş olan cihatla DEAŞ arasında bağ kurulmasına itiraz ederek, IŞİD’in İslam’la ilgisi olmayan barbar bir örgüt olduğunun altını çizdi.
Bakan Şükrü’nün hilafet kavramını DEAŞ’a bağlanmasına da karşı çıkarak, hilafet dönemlerinin bir zamanlar aydınlığı temsil ettiğini, bu aydınlanmanın Avrupa’yı dahi etkilediğini vurguladı ve DEAŞ’ın bu iki kavramla ilgisi olmayan terör organizasyonundan başka bir şey olmadığının altını çizdi.
Mısırlı Bakan, aynı oturumda, DEAŞ’lıların Rakka’dan çıkmalarına kimin izin verdiğini sorarak Doğu Avrupa’daki fabrikalarında üretiminden itibaren uydularla kontrol edilen C4 patlayıcılarının Sina’daki teröristlere ulaşmasını kimin sağladığını da sordu.
Bir üçüncü yalan görüntüsünü de demokrasi reformisti gibi görünmeye çalışan Katar Emiri sundu ve terörizmi demokrasi karşıtlığına bağlamaya çalıştı. Temim, konferansta ‘Halkların hükümetlerine inanmamaya başladığını, barış yoluyla değişimin mümkün olmadığını gördüğünü’ söyledi. Kendisi ülkesinin şair ve yazarlarını yazdıkları için hapse atarken ve muhalifleri vatandaşlıktan çıkarırken hangi demokrasi veya ifade özgürlüğünden bahsediyor? Konferansa katılanlar bu yalanları yutmadı ve Katar Emiri’nin DEAŞ’lılara destek olurken Al Jazeera Muhabirinin konferanstan yaka paça atıldığını kendi gözleriyle gördüler.
Münih Güvenlik Konferansı’nın Başkanı Wolfgang Ischinger çok doğru bir tespitle dünya ülkeleri ve bölgeler nezdinde çok şiddetli bir gerginliğin içine girdiğine ve bu gerginliğin yeni savaşların oluşmasını tetikleyebileceğine işaret etti. Ischinger, dünyanın hiçbir zaman bu denli güvensiz olmadığının, Moskova ve Washington’un askeri liderleri arasında güven bunalımının bu denli düşük olduğu bir dönemi görmediğini işaret etti.
Sizce, dünyanın, Birinci Dünya Savaşı öncesi ortamını hatırlatan şu günlerde, uçurumun kenarından çekilmesi mümkün mü? Yoksa dünyamız, kendini beğenmişlik ve geri çekilmenin mümkün olmayışı yüzünden, mukadder bir sona mı sürükleniyor?