Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Musa el-Sadr, Hasan Nasrallah’ın yaptıklarını yapmayı reddettiği için mi ortadan kaldırıldı? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Belki de 13 Ağustos 1978’den şu ana kadar Cemahiriye’yi Albay Muammer Kaddafi’nin yönettiği zamanlar, İmam Musa el Sadr’ın ortadan kayboluşuyla ilgili Libya rivayetinin hala doğru olduğuna inanlar vardır. Musa el Sadr, şayet ortadan kaldırılmasaydı belki de Lübnan’da birçok şey farklı olacaktı.

Musa el-Sadr, Trablusgarp’ı ziyaret ederek Şeyh Muhammed Yakup ve gazeteci Abbas Bedreddin’le birlikte Trablusgarp’tan Roma’ya gitti. Roma’da ortadan kayboldu. Bu rivayeti çıkartanlara göre bunun delili, söz konusu 3 kişinin pasaportlarının İtalya’nın başkenti Roma havalimanında bulunmasıdır.

Aslında bu rivayet, bu düşünceyi uyduranlardan ve ortaya atanlardan başkasını ikna etmedi. Özellikle Filistin yönetimindeki kaynaklara göre İmam el-Sadr, Şeyh Muhammed Yakup ve Abbas Bedreddin’le birlikte Albay Muammer Kaddafi’nin resmi davetlisi olarak gitti ve burada gizemli bir şekilde ortadan kayboldular. Roma havaalanına gidişleri ve pasaportlarının havaalanında bulunuş hikâyesi ise, polis filmlerindeki kurgulara benzeyen bir istihbarat kurgusudur.

İmam Musa el-Sadr, Şii çevrelerde “uyanış” olarak addedilebilecek erken dönemde Lübnan’da ön plana çıktı. Şiilerin bu dönemde Lübnan’ın mezhep yapısı, hâkim aileler ve siyasi liderler tarafından baskı altında oldukları söylenebilir. İmam Musa el-Sadr, 1974 yılında “Emel” İslami Direniş Hareketi’ni kurarak Şiileri sözlü hareketten örgütsel harekete geçirdi. Belki burada şunu söylemek gerekir ki Filistin Fetih Hareketi, bu eğilimin başarılı olmasına katkı sağlamıştı. Filistinli lider Halil el-Vezir(Ebu Cihad), merhum Yaser Arafat’ın(Ebu Ammar) liderliğinde 1950’lerin sonunda kurulan ve meşhur “Eilabun” saldırısıyla silahlı mücadeleyi ilan eden Filistin Hareketi’nin onuruna bu ismi harekete kendisi vermiştir.

1970’lerde Filistinliler, Muammer Kaddafi’yle iyi ilişkiye sahip olan Hafız Esed rejiminin Filistin yönetimini Beyrut’tan Şam’a taşımak için kendilerini Güney Lübnan’dan çıkarmaya çalıştığını hissettiler. Bundan dolayı Musa el-Sadr liderliğinde Emel Hareketi’nin kuruluşu, Suriye’nin istihbarat çalışmalarını engellemek için bir girişim niteliğindeydi. Suriye istihbaratı, rejimin yukarıdaki planını uygulamak ve Filistin ulusal kararının Suriye yönetiminin eline geçmesi için hazırlık yapıyordu. Bu süreçte Suriye yönetimi, Şam ve Kahire arasındaki siyasi ayrılıktan ve Enver Sedat’ın tek başına “Camp David” çözümüne gidişinden sonra İsraillilerle müzakerelere katılıyordu.

Bütün mesele, Hafız Esed’in İsraillilere karşı Filistin direnişinin alternatifi olan Lübnan direnişini Güney Lübnan’dan başlatmak için Muammer Kaddafi’yle anlaşmasıydı. Hafız Esed, Ebu Ammar ve Filistin direnişi tarzında Lübnan direnişinin lideri ve sembolü olması için Musa el-Sadr’ı seçmişti.

Fakat şu bir gerçek ki Yüksek Şii İslam Konseyi Başkanı Libya’ya çağrıldığı zaman bu rolü oynamayı reddetmişti. Arka planda Suriye Eski Genelkurmay Başkanı Hikmet el-Şihabi, bu meseleyle ilgili olarak Hafız Esed tarafından görevlendirilmesini kendisiyle uzun bir şekilde konuşmuştu. Ancak Yüksek Şii İslam Konseyi Başkanı bunu reddetmişti. Çünkü o, hedefin Filistinlileri Lübnan’ın güneyinden çıkarmak ve yönetimlerini Beyrut’tan Suriye’nin başkentine nakletmek olduğunu anlamıştı. Bunun için yukarıda ifade edildiği şekliyle bu adamdan kurtulmak gerekiyordu.

Şubat 1979’da İran devriminin başarılı olmasından sonra Ebu Ammar’ın Tahran’a ilk ziyareti sırasında (bu ziyarette Ebu Ammar’a eşlik edenlerden birisiydim) İran’daki yeni ve büyük sorumlulara Musa el-Sadr ve akıbetini sorduğumda öfkeli ve sinirli karşılıklar alıyordum. Belki de beni ve başkalarını hayrete düşüren şey, İranlı bazı yetkililerin Musa el-Sadr’ı İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin ajanı olduğu yönünde suçlamalarıdır. Tabi bu, kesinlikle doğru değil; aksine zalimce bir suçlamadır.

Önemli olan şu ki, Hafız Esed’in şu an Hasan Nasrallah’ın olduğu gibi İmam Musa el-Sadr’ın da öyle olmasını istediğinin ortaya çıkmasıdır. Hafız Esed, şu an Hizbullah’ın olduğu gibi Emel Hareketi’nin de öyle olmasını istiyordu. Hafız Esed, Filistin ulusal hareketini Filistin yönetiminin elinden koparmayı istiyordu. Hafız Esed, İran devrimi ve yöneticileri hakkında pek fazla bir şey bilmediği halde İran devrimine yakınlaşmak için Humeyni’nin Fransa’dan İran’a dönüşünden ve Şah rejimini tamamen ve nihai olarak yıktıktan kısa bir süre sonra Şam’dan Tahran’a gitmesi için Ebu Ammar’a bir uçak ayarladı.

Burada söylemek istediğim şey şu ki, Lübnan devletini fiili olarak fesh etmek kadim bir gayeydi. Hizbullah’ın alternatifi, Emel Hareketi ve Hasan Nasrallah’ın alternatifi de İmam Musa el-Sadr olabilirdi. Veyahut bu alternatif; mezhepsel, örgütsel ve siyasi olarak kendisine yakın birisi olabilirdi. Aynı şekilde Suriye rejimine katılan Fetih Merkezi Komitesi üyesi Nemr Salih(Ebu Salih), Yaser Arafat’ın alternatifi olabilirdi. Fakat Hafız Esed ölümüyle birlikte bu görevi şans vuruşuyla kendisinin halefi olan oğluna bıraktı. Suriye ve İran tarafından bağımsız ve egemen bir devlet gibi değil de Tahran ve İran Devrim Muhafızlarına bağlı aktif bir platform gibi muamele edilen ve başkenti, Beyrut’un güney mahallesi sayılan Lübnan ortaya çıktı.

Filistin Direnişi, Eylül 1982’de Beyrut’tan çıkması, 2003’te Saddam Hüseyin rejimi devrilmesi, 2005’te Refik Hariri öldürülmesi, 2011’de Suriye devrimi patlak vermesi gibi İmam Musa el-Sadr, Lübnan cephesinin başında olacak şekilde bir komplo kurgulanmıştı. Fakat meşhur bir Arap atasözü der ki; Rüzgârlar, gemilerin arzulamadığı yönde eser.

Hakikaten Yüksek Şii İslam Konseyi Başkanının vatanseverliği ve erken ölümü, Lübnan’ın güney banliyösünü sadece Lübnan’ın başkentine değil, aynı zamanda Devrim Muhafızlarının üssüne ve İran istihbaratının yuvasına dönüştüren Hasan Nasrallah için bir alan açtı. Yine el-Sadr’ın vatanseverliği ve erken ölümü, Tahran’dan başlayıp Irak ve Suriye’den geçerek Akdeniz’in doğu kıyılarına kadar İranlılar için bir yol açtı. Fakat “Velayet-i Fakih” ordusunda savaşçı olduğuyla gurur duyan şahsın bilmesi gerekir ki Lübnan, Lübnan halkına kalacaktır. Lübnanlı Şiiler, Arap’tır ve Arap olarak kalacaktır. Beyrut’un güney sahiline ulaşan hilalin Şii değil de İran hilali olduğunu anladıkları zaman mezhepçilerin gözündeki sınıfsal tabaka yok olacaktır.

İşte İmam Musa el-Sadr, bu şekilde yok edildi. Çünkü o, Filistin Direnişi Eylül 1982 yılında Beyrut’tan çıkartıldıktan, 2005 yılında Refik Hariri öldürüldükten, 2011 yılında Suriye devrimi başladıktan ve bundan da önce 2003 yılında ABD’nin Irak işgalinden, İran’ın Irak ve Suriye’deki genişlemesinden ve Arap ülkelerinin içişlerine karıştıktan sonra bu hasta sürecin bir cephesi olmayı reddetti.

Hasan Nasrallah, bu iğrenç görevi kabul eden tek kişidir. O, “Velayet-i Fakih” ordusunda savaşçı olduğuyla gurur duyduğunu söyleyen tek kişidir. Yine Hasan Nasrallah, Lübnan halkına karşı meydan okuyabilecek, Lübnan devletine saldırıp devletin itibarını yok edebilecek, Lübnan’ın iç, bölgesel ve Arap rolünü etkisiz hale getirebilecek tek kişidir. Bu demek oluyor ki Hasan Nasrallah’ın şunu göz önünde bulundurması gerekiyor; “Kendisi ve beraberindekiler, en nihayetinde bunun bedelini ödeyecekler.” Bu şerefli sınıfın evlatları, Hasan Nasrallah’tan ilk onlar vazgeçecekler. Hatta Hasan Nasrallah’a karşı ilk onlar ayaklanacaklar. Çünkü Hasan Nasrallah, Şiilerin evlatlarını kendilerini ilgilendirmeyen savaşlarda çatışmaya ve ölüme götürdü.

İsmi, Hizbullah olan ve sonradan Hizbu’ş-Şeytan’a dönüşen bu grubun bir lideri vardı. O lider, “Velayet-i Fakih” ordusunda savaşçı olmayı, Suriye istihbarat organlarına bağlı olmayı ve Hizbullah’ın Lübnan devletinin alternatifi olmasını reddeden vatansever ve milliyetçi Şeyh Subhi el-Tufeyli’dir. İran’ın örtüsü ve Beşşar Esed rejimine bağlı istihbaratın görevlendirmesiyle Hasan Nasrallah’ın yönettiği bir komployla Şeyh Subhi el-Tufeyli uzaklaştırıldı. Dolayısıyla durum, şu anki vaziyete geldi.