Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Müslüman bir göçmenin oğlu İngiltere’deki göçmen sorununu çözer mi? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İngiltere İçişleri Bakanı Amber Rudd, yasadışı göçmenlerin sınır dışı edilmesine yönelik hükümet politikasını yalanlamış fakat hükümet yazışmalarının basına yansımasıyla bakanın açıklamalarının gerçeklerle çeliştiği anlaşılınca parlamentoyu yanıltılmış sayıldığından geçen Pazar günü istifa etmişti.

Bu hatanın ‘yanlışlıkla’ yapıldığını savunan Rudd, geçmiş yıllarda bilerek veya bilmeyerek parlamentoyu “yanıltmak” nedeniyle istifa etmek zorunda kalan tek politikacı değildi; geçen on yıllarda başkaları da aynı kadere mahkum oldu; hatta, yalnız geçtiğimiz yıl, hükümet başkanı Theresa May’in bakanlarından ikisi, parlamentoya yanlış bilgi vermekten pozisyonlarını kaybetti.

Bu iki bakandan, Uluslararası Kalkınma Bakanı Preeti Patel, İsrail’de tatil sırasında İsrailli yetkililerle görüşmediğini Parlamentoya söylemiş, hal bu ki İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu dahil birkaç İsrailli yetkiliyle görüştüğü ortaya çıkmış, ikinci bakan da ofis bilgisayarında pornografik materyaller bulunan ve bu konuda yanıltıcı bilgiler veren May’in yardımcısı Damian Green oldu.

“Gönüllü” görünen ama ‘zorla’ yaptırılan bu istifalara rağmen, krizler ve çatışmalar tarafından kuşatılmış ve henüz iktidarda uzun süredir kalmamış Theresa May hükümetine sıkıntı yaratsa da, bakanların veya parlamenterlerin parlamentoya yalan ya da yanıltıcı bilgi verdikleri için istifa etmesi nispeten az kalmaktadır zira; İngiliz parlamento kurallarına göre bu tür bir eylem ceza gerektiren bir “suç” sayılmaktadır. Britanya’da alay veya şaka yollu söylendiği gibi, politikacılar, yalan söylemek zorunda değiller, çünkü çoğu kez “gerçeğin tümünü değil de, bir parçasını” sunarlar.

Bakan Amber Rudd aslında Başbakan Teresa May’in tarafından (İçişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemde) belirlenen ve göçü azaltmaya karar veren katı bir göç politikasının kurbanıydı. Bu eğilimin bir parçası olarak, 2012’den beri, yani May’in İçişleri Bakanlığı’nın başına geçtiğinde, göçmenleri kısıtlamak ve gitmeye zorlamak için “bir düşmanlık atmosferi yaratma” politikası izledi. Bu durum, sağlık sektöründeki boş pozisyonları doldurmaları umulan kalifiye doktorların da dahil olmak üzere, yeni göçmenlerin ülkeye girişini engelliyordu, İngiltere’ye girmek için vize ihtiyacı olan turistler de vize prosedürleri ve kısıtlamalardan etkilendi.

Göçmenlere yönelik bu politika yıllardan beri uygulanmakta olmasına rağmen, son haftalarda medyanın Karayip adalarından gelen göçmenlerin durumuna el atmasıyla daha fazla gündeme geldi. İkinci dünya savaşından sonra zamanın hükümetlerinin teşvikiyle yüz binlercesi getirilen bu ucuz iş gücü İngiltere’den sınır dışı edilme tehlikesiyle yüz yüze kalmış durumda. Bu göçmenlerin çoğu Britanya vatandaşlığını kazanmış ve statüleriyle ilgili herhangi bir hukuki sorun yaşamamışlardır, ancak yaklaşık 57 bin kişi vatandaşlık ve pasaporta ihtiyaç duymadığı için zamanında ülke içinde olduklarını belgelemeye ihtiyaç duymamışlar. Bu kişiler aniden kendilerinin İngiltere’de “meşru şekilde ikamet” ettiklerini ispatlamakla mükellef buldular ve bunu yapamazlarsa sınır dışı edilmekle tehdit edildiler. Bazı göçmenler, işlerinden olma, ücretsiz tedavi olma haklarını kaybetme veya banka hesaplarının kapanması gibi hayatlarını altüst eden baskılar altında ülkeyi bırakmak zorunda kalmıştır. Teresa May’in içişleri bakanı olduğu ve bankaların, sağlık kurumlarının, işveren ve emlakçıların kişilere hizmet vermeden önce kimlik bilgilerini almayı gerekli kılan kanununun 2014 yılında yürürlüğe konulmasıyla göçmenler bu zorluklara maruz kaldı.

Theresa May’den sonra İçişleri Bakanlığı’na getirilen Amber Rudd bu politikaları uygulama yükünü üzerine aldı. Rudd, yurt dışına çıkarılma tehlikesiyle yüzü yüze kalan göçmenlerle (özellikle de Karayip’ten gelen göçmenlerle) ilgili parlamentonun İçişleri Komitesine verdiği ifadede komiteyi “istemeden yanıltılmış” olmanın kurban oldu. Theresa May yerel yönetim bakanlığından İçişleri Bakanlığı’na tayin ettiği ve bu pozisyonu alan ilk Müslüman olmasından dolayı dikkatleri üzerine çeken Sacid Cavid bundan sonra bu yükü taşıyacaktır. İngiltere’ye geçen yüzyılın altmışlı yıllarında göçen Hint kökenli Pakistanlı bir göçmenin oğlu olan Sacid Cavid, hakkında tartışma yaşanan göçmenlerin arasından ortaya çıkarak sıyrıldı. Cavid, atanmasından sonra göçmenlerin kötü durumunu anladığını ve onlara gereken ilgiyi göstereceğini söyledi. Problem şu ki, Cavid göç konusunda Theresa May tarafından dayatılan prosedür ve yasaların lehine oy kullanmış ve anlayış göstermemişti. Kendisi bir göçmen çocuğu iken sorunu ve konuyu anlayışla karşılaması pek anlaşılır bir şey değil!

Siyasi manevra kabiliyetiyle tanınan Theresa May, Cavid’in atamasını, kendini eleştirenleri susturma ve onu kuşatmış olan sorunu sakinleştirme fırsatı olarak görmüş olabilir. Bu anlamda, bu atama hükümetin imajına kozmetik bir girişim olabilir, politikada gerçek bir değişiklik anlamına gelmeyebilir ve Theresa May’in göçle ilgili radikal yaklaşımında gerçek bir değişiklik anlamına gelmeyebilir. Gelecek dönem yeni pozisyon almış olan Cavid’in sıcak ve karmaşık bir konu olan göç meselesini ele almasında konusunda gerçek bir sınav olacak.