Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Müslümanlar, terör ve diğer imkanlar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kıdemli ve ünlü Faslı politikacı Muhammed Bin İsa başkanlığında yapılan ve kırkıncı yılını dolduran Asile Forumu’nun dört tartışma konularından birisi ‘Teröre kucak açan Dini düşünce: Referanslar ve Karşı Çıkış’ olmuştu.

Forumdaki birçok katılımcı ve araştırmacı dini düşüncenin terörle aynı platformda tartışılmasından dolayı rahatsızlıklarını dile getirdiler, diğerleri ise terörün İslam’a izafe edilmesinden şikayet ettiler, birçok Batı ve Doğu düşünce kuruluşunun yaptığı gibi, en sonunda Helsinki toplantılarının birinin başlıklarının birisiydi.

Gerçekten, teröre “İslami” sıfatının yakıştırılması mübalağalı ve insaflı değildir. Bazı Müslümanların şiddet veya terör eylemlerine karıştığı doğrudur. Öbür yandan, yaklaşık yirmi yıldır gerçekleşen ve Müslüman toplumlar yanı sıra, özellikle konum olarak yakında olan Avrupa’da, frekansı gitgide tırmanan bu korkunç suç eylemlerini yapanlar İslam dini ile ilgisi olan sebepler öne sürüyorlar.

İntihar eylemcileri konuşmaz, yaptıklarının sebeplerini tartışmaz, ama şurası bir gerçek ki, intihar eylemlerini yapan gençlerin tümü ya Müslüman ya da Müslüman ailelerden gelmekteler. Buna rağmen, eylemleri İslam’a mal etmek genellemede bir mübalağa taşımaktadır. Fakat diğer taraftan kurbanları, ailelerini ve toplumları da düşünmeliyiz, doğru olsun veya olmasın, onların da genel bir suçlama yönlendirme haklarını inkar edemeyiz.

Şiddete bulaşmış radikalizmi destekleyen Dini düşüncenin varlığı bir gerçek. Bu radikal eylemciler bu dini düşünceye toplumları ve ülkeleri bu fikirlere dayanarak tekfir eder, kan ve mallarını helal sayar ve korkunç yöntemlerine açıklama bulurlar. Radikallerin bu yaptıkları, can, ırz ve mal güvenliğini haram sayan dine yapılan kötülüktür, kuşkusuz.

Bir kere daha belirteyim, din adına üretilen bu renkteki düşünce son on yıllar içinde ortaya çıktı ve son birkaç on yıl içinde binlerce genç tarafından özümsendi ve referans alındı. Dolayısıyla, bu tür şiddet yanlısı düşüncenin neden ortaya çıktığı şeklinde soru sormak doğru olmaz, sorulması gereken soru şu olmalıdır;

Bu tür aşırı fikirler ve şiddet neden ortaya çıkıyor?

Bir de, bu tür radikal fikirle savaşma yolu ve ateşini söndürme yolu ne olmalıdır? Diye sormamız lazım.

Tarihte Müslümanları ve dünyayı korkutan dinden ayrılıklar ve fraksiyonlar ortaya çıkmıştır, burada iki soru sorulması lazım, ilki, neden ve niye bu tür fraksiyonların ortaya çıktığı ve ikincisi, bu tür radikal fraksiyonlarla nasıl savaşmalıyız ve bu savaşın hangi kurumların uhdesinde olmasıdır. Birçok araştırma ve makalemde dini kurumların radikalizm ve şiddete bulaşmış radikalizme karşı savaşta rol alması gerektiğini söyledim. Yarım yüzyıldır din, devlet ve Müslümanların ideolojisi ve tarihi arasında gizli olmayan, yani aleni yollarla, bağ kurulmaya çalışılıyor. Bunu yapmaya çalışanlar radikal cemaatler değil, tersine dini müesseseler içinden ve dışından alimler ve hocalar.

Mustafa Kemal (Atatürk) 1924 yılında resmi olarak hilafeti kaldırdığından beri yok edilen Hilafet için çok ağlandı ve sızlandı, Hz. Muhammed (s) zamanından beri günümüze dek dinin gereği sayıldı. Bu söylem dakik değildir ve son sekiz yüz yıl içinde de daha az sağlıklı bir söylemdir.

Bununla birlikte, bazen İhyâcılar, bazen de Sentezciler olarak adlandırdığım gruplar kavramları iki ana hedef doğrultusunda değiştirme yoluna gittiler: Geleneklerin ve modernizmin darbeleri altında inleyen İslam’ın tekrar öz kaynaklarının ölçülerine göre ihyâ edilmesi ve ortaya yeni çıkan ulus devletlerin İslamlaştırılması. Bu iki hedefi gerçekleştirmek için, bu gruplar şeriatı (Fıkhı değil, örneğin!) kanunlaştırmak ve bu sayede bu kanunlaşan yasaları yeni oluşan ülkelerde sivil kanunlara paralel hale getirmek ve ardından bu kanunlaştırılmış şeriat kanunlarını uygulayan bu ülkelere meşruiyet sağlamak. Bu gruplara göre, şeriat İslam dininin kendisi olduğuna göre, İslam dünyasında devletin görevleri bir tek kamu konularını yönetmek değil de din ve şeriatı uygulamak olacaktır. Bu tür düşünce devleti dine, dini de devlete sıkı sıkı bağlar, bu da hem dine hem devlet kuramına karşıdır, hem devleti hem dini yorar ve ikisinin kuruluş mantığına ters gelir ve ikisinin taşımayacağı kadar yükler. Bu tür düşüncenin bir başka sonucu da dininin uygulanmıyor olması ve İslam’ı geri getiren devlet kurulana dek, Müslümanların gerçekte Müslüman olmadığı fikridir!

Biri çıkıp yukarıda anlatılan türden bir devletin kurulmasının Velayet-i Fakih türü bir İran Devleti olması gerektirmediğini, her haliyle modern devletleri kopyalamak yerine özel ve İslami hususiyet ve hassasiyet taşıyan bir ülke tecrübesi kurulması istendiğini iddia edebilir. Bunu iddia edenlere cevabım şu olacaktır: Bu, İslam ve Devlet sentezinden zorlamayla doğan, ‘İslam Devleti’ veya ‘İslamlaştırılmış’ devlet özel bir tecrübe olmayacaktır, ve ayrıca İslam’a da Müslümanlara da zulüm olacaktır.

Bu ülkelerle ilgili günümüzde üç örnek bulunmaktadır: İran Devleti, ‘DEAŞ’ ve sürekli model olarak sembolize edilen Erdoğan Devleti. Erdoğan Devleti’nin meşruiyeti, şimdiye dek seçimlere dayanmaktadır. İran Devleti ise mollaların ve ordunun hükmü altında heterojen bir karışım halini aldı. Dini doktrinleri disiplinli bir şekilde uygulamak adına dini ne denli kötü gösterdiği bilinen ‘DEAŞ’ Devletinin ne olduğu da bilinmektedir.

Dini devletin içine sokmak ve dini politik otorite elde etmek için istismar etmek hem dine hem devlete zararlıdır, bu gerçek tecrübeyle sabittir. Aslında Müslümanlar, İslam’a ters düşen Siyasal İslam’a ihtiyaçları olmadıklarını, bu tür zorlama fikrin içeride dağılmaya, dışarıda da ülkelerle çatışmaya sebep olduğunu geçmişten biliyorlar.

İslamcıların iddia ettiği gibi, politika İslam’ın ilgi alanlarından biri olsaydı, dinin yönetim sistemlerinden uzaklaştırılması zamanımızın gereğidir. Bu geniş kuralın uygulanmasının sebebi, din adına radikalizme yönelerek politik kazanım elde edilmeye çalışılması hem dinimizin hem vatanlarımızın başına gelen bu kör şiddetin kaynağı olmasıdır. Dolayısıyla, İslam hem din hem devlettir sloganından vazgeçmek önce dine sonra da devlete faydalıdır. İslam bir inanç, ahlak, hükümler silsilesi ve davranış biçimidir ve onu kurmak için bir devlete ihtiyaç duymaz, çünkü İslam zaten var ve aziz ve onun takipçileri onun adına politik bir sistem kurulmuş olsun veya olmasın, dinlerine güçlü bir şekilde sarılıyorlar!

Asile Forumu’nda radikalizm ve ona karşı savaş hakkında, ben ve birkaç hocayla birlikte konuştum. Dini kurumların radikalizme karşı savaştaki rolü üzerindeki gözlemlerimi anlattım. Son yıllarda, dini kurumlar radikalizmle mücadelede, söylemi yenileme konularında ve dünya ve dünyanın başlıca dini kurumlarıyla olan ilişkisini düzeltmede büyük çaba sarf ettiler. Dini kurumlar, Katolik kurumların yaptığı gibi, siyasi iktidarda olma hırsından kurtulurlarsa, hem din hem de ulusal devlet için büyük bir avantaj olacaktır.

Velhasılı kelam Forum’da başlıca şunları söyledim: Ulusal devleti kurtarmalıyız, dine huzuru geri vermeliyiz ve dünya ile ilişkilerimizi düzeltmeliyiz.