Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Mustafa el-Feki: Suudi Arabistan’daki modern reformların Arap dünyasına egemen olmasını umuyoruz | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İskenderiye: Daliya Asım

Düşünür, politikacı, parlamenter, akademisyen, uluslararası ilişkiler alanında derin bilgi sahibi ve analist… Tüm özellikler, Mısır’ın terörün pençelerini kestiği ve aydınlanmaya çalıştığı bir zamanda onu İskenderiye Kütüphanesi Müdürlüğü’ne layık kıldı.

İskenderiye Kütüphane Müdürü Mustafa el- Feki, gençliğinden bu yana ulusal ve siyasi eylemlerin içinde yer aldı. “Geçmişe bağlı” kalmayı reddeden Feki bunu Arap ve Batı dünyaları arasındaki entelektüel boşluğun nedeni olarak görüyor. Mısır’ın reform hareketine önderlik ile radikalizmle mücadele edebileceğine inanıyor.

Şarku’l- Avsat, Feki ile İskenderiye Kütüphanesi’ndeki ofisinde bir araya geldi… Kurduğu çok yönlü cümlelerde siyaset ve kültür birbirine kenetlenmiş durumda. Kendisiyle birlikte tarihin sayfalarını karıştırır, bakışlarınızı geleceğe çevirirsiniz. Kütüphane yönetiminin küresel düzeyde fikri bir merkez gibi olduğunu ve bu merkeze Arap milliyetçiliği damgasını vurmak için çabaladığını gördük. Feki, terörizmi yok etmenin mümkün olmadığını ancak onunla birlikte yaşayarak düşüncesiyle mücadele edilebileceğini söyledi. Etiyopya ile Nahda Barajı nedeniyle askeri çatışmaya girmeyi oldukça uzak bir ihtimal görürken Arap Baharı’nınFilistin meselesini olumsuz etkilediğini düşünüyor. Suudi Arabistan’daki reformlara övgüde bulunan Feki, Arap dünyası için örnek teşkil etmesi temennisinde bulunuyor.

-Kütüphane’nin bu yılki sloganı radikalizmle mücadele oldu. İskenderiye Kütüphanesi’nin geleceğine dair vizyonunuz nedir?

Kütüphane, Mısır topraklarında, kültürel, uygar ve aydınlatıcı bir karaktere sahip küresel bir kurumdur. Fakat dünyanın veya Mısır’ın tüm sorunlarını omuzlarında taşıdığı düşünülmemelidir. O, Mısır’ın zihni ve kültürel gelişiminin bir parçası, ayrıca radikalizm, şiddet ve terörist akımların bağlarından kurtuluşudur. Dolayısıyla Mısır’ı zamanın ruhundan uzaklaştıracak ve dinin yanlış anlaşılmasına neden olacak aşırılık ve sapkınlığa götüren karışıklıktan kurtarmak üzerine odaklanıyoruz. Önümüzdeki dönemde dini enstitüler ve ortaokulların yanı sıra etki edebileceğimiz yaştaki gençlere de hitap edeceğiz. Bu çocukları kimse muhatap almıyor. Onlara empoze edilenlerin hepsinin kaynağı hakkında bilgimiz yok. Kütüphane’nin herkese açık olmasını, fikir ve sanat üretmesini istiyoruz. O, ölüm endüstrisine karşı bir yaşam endüstrisidir.

-Bu uluslararası pelerinden biraz sıyrılıp yerel halka yöneleceğiniz anlamına mı geliyor?

Hayır, aksine bir uyum sağlanacak. Göreve getirildiğim zaman Cumhurbaşkanı’nın Mısır halkına önem vermenin gerekliliği, köy, belde ve şehirlerin geliştirilmesi konusundaki önerileri netti. Bu, kamuya ait bir kültür haline dönüşeceği anlamına gelmiyor. Fakat örneğin “Bilgi Elçileri” gibi bir proje, Kütüphane’nin bulunduğu yerdeki Mısır toplumunun farklı kesimleriyle olan bu iletişim modellerinden biridir. Biz bu eski Kütüphane’nin küresel bir kültür merkezi konumundaki uzantısıyız. 15 yıl önemli bir rol oynadıktan ve uluslararası toplumda bir yer edindikten sonra şu an Mısır’a vermesi gereken şeyleri sunması gerekiyor. Çünkü Mısır, devlet bütçesinden finanse ediliyor.

-“Terörizmi yok etmek mümkün değil, onunla birlikte yaşamalıyız” dediniz. Terörle birlikte yaşamanın yolları nelerdir?

Terör ne bir rejim devirdi ne de bir devlet şekli değiştirdi. Normal seyre engel oluyor ve halkı kışkırtıyor. Bir ya da iki yılın terörü ortadan kaldırmak için yeterli bir süre olmadığının bilincinde olmalıyız. Terörizmle mücadele uzun bir savaştır. Çünkü bu savaşta sabredebilen ve terörle mücadele ederek ona darbe indirebilecek kişiler direnebilir. Askeri güç ya da stratejiye değil, onlarca yılı bulacak uzun bir sürece ihtiyaç duyuluyor. Kısaca “Mısır devrilme konusunda asidir ve asla düşmeyecektir.”

-Radikalizm ve terörizm çemberinden çıkabilir miyiz?

Sadece Müslüman toplumlar değil, tüm insanlık farklı mensubiyetleri olan muhaliflerden dolayı çok acı çekti. Bu muhalifler tek yolun güç olduğunu düşündü. Fakat ne bir toplum oluşturabildiler ne de bir sistem kurabildiler. Bu toplum, halk ve kültürler tarihinde bir geçiş sürecidir. Geçici olduklarını bilmemiz gerek. Mesele terörü yok etmek konusunda Batı ülkelerinin sergiledikleri tutuma sadık kalmalarında. Yoksa onu bölgeye baskı uygulamak ve yıldırmak için bir ganimet mi biliyorlar ki ucu onlara dokunana kadar hareket etmiyorlar? Arap dünyasındaki durum şimdiki haliyle mi devam edecek? Mesele sona ermiş değil. Bu konuda bir zaman belirlenemez.

-Mısır’ın 2030 stratejisine paralel olarak İskenderiye Kütüphanesi’nin rolüne ilişkin tasavvurunuz nedir?

Biz Mısır devletinin bir parçasıyız. Sosyal adalet sadece yiyecekle ve içecekle değil, kültürle de ilişkilidr. Gençlerin gerekli seviyede kültür alma hakkı vardır. Gençlere koruyuculuk yapmak değil, çevrelerindeki dünyayı anlamaları için onlara pencereler açmak istiyoruz. Bu da ancak sosyal adalet mantığının tüm alanlarda uygulanmasıyla sağlanabilir. Kütüphane, önümüzdeki dönemde Siracuddin Bilim Merkezi, Zahi Havas Mısırlılık Araştırma Merkezi gibi sahipleri tarafından finanse edilen araştırma merkezleri kurmak için harekete geçiyor. Bunlar gelecekle yüzleşmek için çekirdek kadro oluşturma yeteneğine sahip Mecdi Yakub Kardiya Araştırma Merkezi’ne eklenecek yeni, modern merkezlerdir.

-İskenderiye Kütüphanesi, Cemal Abdunnasır’ın doğumunun yüzüncü yılı için kutlamalar yapmakta. Bize onunla olan ilişkinizden bahseder misiniz? Nasır düşüncesinin Mısır’a zarar vermediğini düşünüyor musunuz?

Abdünnasır’ı Helvan’daki öğrenci kamplarında gördüğümde 20’li yaşlarımda bir gençtim. Gençlik örgütünün bir üyesiydim. Benim için bir lider, komutan, umudum ve hayallerimdi. Daha sonra bu imajı büyük oranda sarsan bir çöküş meydana geldi. Fakat sonuçta liderleri yargılamaktan ziyade o eşsiz kişiliğin toplamıyla değerlendirmeliyiz. Yaydığı liderlik ışıltısı ruhtaki yerini koruyor. Örneğin Napolyon modern Avrupa’nın temellerini attı. Hezimete uğramış halde hapiste öldü. Mehmet Ali Paşa delirmiş vaziyette kapatıldığı hücrede öldü. Arabi ise sokakta öldü ve insanlar yüzüne tükürdü. Fakat bu benzersiz kişiliklerin bütünlüğüne bakıldığı zaman hepsinin başarıları ve hataları var. Açıkçası Nasır’ın fikirlerinin yüzde 95’inden fazlasının doğru olduğunu söyleyebilirim. Kanıtı şudur: Emperyalizm emperyalizmdir. ABD halen aynı İsrail’i destekliyor ve İsrail de halen bölgeye düşmanlık gütme konusunda aynı yolları kullanıyor. Sosyal adaletten Mısır toplumunun öncelikli meselesi olarak bahsetmek halen ön plandaki yerini koruyor. Bana göre uygulamadaki şansı kendisine ihanet etti ve aynı anda birden çok savaşa girmesine neden oldu. Öncelikleri belirlemek zorundaydı. Ancak Mısır’ı Arap toplumunun ocağına koyduğunu, onu bir devlet haline getirdiğini, tekrar Afrika Kıtası’nın kalbine yerleştirdiğini ve tarafsız hareketin merkezi haline getirdiğini unutmamalıyız. Her düzeydeki gerileme bundan sonra başladı. Belki de gerilemenin etkileri Mısır ekonomisi, toplumu ve ahlakı üzerinde güçlü bir şekilde görünmeye başlamıştır.

-Mısır parlamentosunda ülkenin sembollerine saygısızlık edilmesini önleme amaçlı bir yasa çıkarma çağrısı var. Onaylıyor musunuz?

Bunun düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasına dönüşmesinden korkuyorum. Kendimizi dokunulmazlıkları olan putlarla çevrili görüyoruz. Kimse kutsal değildir, Peygamber dışında da hiç kimse günahsız değildir. Özgür düşünce ancak özgür bir fikir ile kıyaslanabilir. Fakat koruma ve gözetme, entelektüel bozulma ve böbürlenmeyle damgalanan toplumların gerekliliklerindendir.

-2004 yılında Kütüphane tarafından düzenlenen Arap Reform Konferansı’ndaki önerilerin birçoğu halen uygulanmadı. Bunlardan en önemlisi de kültürel üretim özgürlüğünün sağlanmasıydı. Bu konu hakkındaki görüşleriniz neler?

Özgürlük yaratıcılığın annesidir. Biraz da olsa alışılanın dışına çıkabilmek ancak farklı fikirlere sahip gençlere daha fazla özgürlükle, yeni ufuklar açarak, daha çok düşünmeye teşvik ederek ve gençlerin önüne düşünme yoluyla bir şeyler yaratabilecekleri alanlar açmakla mümkün olabilir. Fakat içine kapanarak görüşlerin ve vesayetin dayatılması, bir kuşağın kendisinin ne düşünmesi gerektiği konusunda üzerinde göz olduğunu hissetmesi herhangi bir sonuç vermez ve kabul edilebilir bir şey değildir.

-Mısır toplumunun içine kapanması söz konusu… Sizce bu durumdan nasıl çıkılabilir?

Doğru, fakat biz Kütüphane’nin zaman bakımından bir kapı, Mısırlı gençler ile Arap ve Afrika dünyaları arasında bir iletişim kanalı olması için çalışıyoruz. Hayallerini desteklemeliyiz çünkü bu onlarda farklı bir devlet tasavvuru oluşmasına yardımcı olacaktır. Etiyopya, Sudan, Yemen ve diğer ülkeler arasında neden kültürel haftalar düzenlemiyoruz? Aslında Arap dünyasına karşı hiç kapalı değiliz. Bilakis tüm ülkelerin dikkatinin büyük bir kısmını kendimize çekiyoruz. Şimdi Arap dünyasının anısına Arap mefhumunu canlandıracak, Arap belleğinin yeniden diriltilmesi ve Arap dünyasındaki Mısır rolünü ihya etmeyi destekleyecek büyük bir proje hazırlıyoruz.İlk Dinler Müzesi’ni kuracağız. Burada çağlar boyunca Mısır halkı arasında var olan diğer dinlere karşı hoşgörü kültürünü  aktaracağız.

-Mısır’ın kültürel söyleminde eksik olduğu noktalar neler?

Ciddiyet, nesnelcilik ve çağdaş gerçekliğe yaklaşmaktan yoksun. Küresel boyutları eksik. Bazen yerel görünüyor, bazense gerçek bir kültürel mesaj vermekten ziyade iç tüketime daha yakın duruyor. Kültürel mesaj kalıcılığa ve bir hedefe sahip olmalıdır. İktidarın kızı değil, zamanın kızı olmalıdır. Halk iradesinin bir ifadesi olmalıdır. Son yıllarda yaptığımız gibi yöneticiye karşı asla ikiyüzlü olmamalı. Biz fikirlerini sonuna kadar ve korkusuzca savunan entelektüellerden yoksunuz.

-Sosyal paylaşım ağlarının devletin kültür endüstrisi üzerindeki hakimiyetini etkilediğini düşünüyor musunuz?

Devlet kültür yaratamaz, onun dağılımını sağlar. Kültür üretiminin arkasında entelektüeller, sanatçılar ve düşünürler ordusu vardır. Ne kadar özgürlük verilirse, kültür üretimi yapma ihtimali o kadar artar.

-Uluslararası alanda “popülizm” adı altında yayılan küreselleşmenin alternatifini aramanın tam zamanı olduğunu düşünüyor musunuz?

Batı bize çelişkili fikirler ihraç etti. Mal, hizmet ve fikirlerin sınırları aştığı, fakat bireylerin sınırları aşamadığı bir küreselleşme gönderdi. Küreselleşme tarafından teşvik edilen bu akış ile karşı karşıya kalmak bize bir medeniyetler çatışması getirdi. Bu nedenle farklı uluslarda korku, parçalanma ve halklar arasında çatışmalar var. Medeniyet kültürel bir model olarak ırkçılığa ve düşmanlığa dayalı olamaz. Bireylerin hareketi şu an olduğu gibi güneyden kuzeye doğru sınırlanamaz. Batı çıkarlarına uygun olanları seçiyor.

-Suudi Arabistan Krallığı’ndaki reform hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suudi Arabistan’da yaşananlar modern bir reformdur. Bunun bizi, Arap dünyasını önümüzdeki dönemde “geçmişe bağlılığın”, selefi düşüncenin ve radikalizmin dışına çıkmaya iten bir mesele olmasını umuyoruz. Bunun Mısır’a da sıçramasını ve reformist ideolojinin Arap dünyasına yayılmasını diliyoruz.

-Etiyopya’daki Nahda Barajı, Mısır için gerçek bir tehdit oluşturuyor mu? Olaylar, ‘su için savaşmaya’ kadar ulaşır mı?

Mısır’ın ellerinin bağlı olduğunu düşündüklerine gerçekten şaşırıyorum. Mısır, iki açık kapı ile bölgede önemli bir ülkedir. Büyük bir donanma filosuna sahiptir ve ordusu dünyanın en güçlü on ordusundan biridir. Ancak meselenin askeri çatışma ya da savaş boyutuna ulaşacağını sanmıyorum. Çünkü Etiyopya zekidir, Mısır’a düşmanlık etmez ve ona zarar verecek adımlar atmaz. Onlar gelişme, biz de su hakkına sahibiz.

-İran, Arap dünyası için gerçek bir tehlike mi yoksa sadece tehditlerden ibaret bir devlet mi?

ABD, Araplara düşman İsrail’in yerini düşman İran’la değiştiren hamleler yapıyor. İran tehlikeyse de ikinci derecede konumlanır. Zira gerçek tehdit düşman İsrail’dir. Arap dünyasını karıştırma gündemine sahip olan bir devlet ve kollarını her yere uzatmak istiyor. İran, Arap dünyasını hakimiyeti altına alma hayaline sahip. Humeyni’nin Fransa’dan dönen bir uçakta yaptığı açıklamada “Araplar (Emeviler ve 1. ve 2. Abbasiler) birkaç yüzyıl boyunca İslam ulusunu yönettiler. Türkler (Osmanlı İmparatorluğu) ise 700 yıl boyunca yönetti. İslam ulusunu yönetme sırası İran’a geldi” dediğini hatırlıyorum. İran, hakimiyet kurmayı düşünüyor. Bundan endişeleniyoruz ve bunu istemiyoruz. Fakat çatışma Sünni – Şii değil Fars- Arap çatışmasıdır. Bu nedenle özellikle de nükleer dosya konusunda biz ya da Arap dünyası adına konuşmaması için meydanı onlara bırakmamalıyız.

-Arap – İsrail çatışması hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Filistin davası neden Arapların öncelikli meselesi sayılmıyor?

Bunun birçok sebebi var. İlki, konunun politik destekten insani duygulara doğru kayması. Sonra “Arap Baharı” diye isimlendirilen süreç de meseleyi olumsuz yönde etkiledi. Konuyu ulusal çıkarların ardında bıraktı. Her devlet kendi sorunlarıyla meşgul oldu Suriye, Esed rejimini ve ailesini değerlendirmemize bakılmaksızın, önemli bir duvar oldu. Irak’ta ve Arap Körfezi’nde meydan gelen olaylar, Mısır’ın Sina ve diğer bölgelerde kışkırtılmasına yönelik girişimlerde bulunulması da var tabii. Tüm bunlar davayı sadece teorik açıdan en üst seviyeye getirdi. Uygulamada ise her ülkenin kendi çıkarlarına göre gündemleri oldu. Arap devletleri meselenin temellerine inanıyor. Aynı zamanda başta İran’la olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerle güvenlik endişeleri yaşıyorlar.