Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Tahran-Moskova ve Helsinki sendromu | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Sosyologlar, bir kişinin düşmanıyla veya onu bir şekilde rahatsız eden kişiyle kurduğu diyalog sırasında oluşan duygusal bağı ve sempatiyi, psikolojik bir durum olan ‘Stockholm Sendromu’ olarak adlandırır. Bu sendromun ortaya çıkışı 1973’te Stockholm’de bir bankada gerçekleşen soygun sırasında yaşanan rehine olayına dayanıyor. Bu olayda rehineler, kendilerini rehin alanlara karşı sempati duymuş ve kurtulduktan sonra onları savunmuşlardı. Stockholm Sendromu’nun ortaya çıkışından 45 yıl sonra gözler Stockholm’e 484 kilometre uzaklıktaki Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye çevrildi. ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 16 Temmuz’da bir araya gelmeleri planlanan toplantının yapılacağı yer olarak Helsinki’nin seçilmesinin ardından ulusal güvenlik ve istihbarat uzmanlarının bu toplantıyı Helsinki adında yeni bir sendrom olarak adlandırmaları bekleniyor. Toplantıda Ukrayna’daki ve Suriye’deki mevcut durumun yanı sıra İran’ın Ortadoğu’daki müdahaleleri gibi önemli konular ele alınacak.

Helsinki Zirvesi, Trump ve Putin arasındaki özel ilişkinin doruk noktası sayılıyor. Bu özel ilişki, ABD’nin Rusya’ya yönelik geleneksel tutumundan uzak, uluslararası ve bölgesel çok sayıda dosyaya dair net bir etkiye sahip olmaya başladı. Her ne kadar Kremlin’deki bazı güç odakları Soğuk Savaş’ın sona ermesine rağmen Washington’a karşı ideolojik tutumlarını sürdürse de şu an uluslararası siyasette sınırlı bir başarı elde eden bu ilişki ‘Trum-Putin’ fenomenine dönüşmüş durumda. Ancak bu ilişki, iki ülkenin güvenliğini ve istikrarını etkileyen kronik bölgesel sorunlara etkili ve kesin çözümler getirmede başarısız oldu. Bu kronik sorunların başında da Ukrayna, Suriye ve Helsinki Zirvesi’nin ana gündem maddesi olan İran geliyor. Helsinki Zirvesi, ABD’nin Afganistan’dan Lübnan’a Rusya ile olan ortak çıkarlarına Moskova’nın ne kadar bağlı kalacağını anlamasını sağlayacak. Bu ortak çıkarlar, Washington’ın, Rusya’nın önceliklerinin değiştiği ve artık İran’ın yayılmacı politikasına tam destek vermediği propagandasındaki ısrarlı tutumuyla çelişiyor.

Diğer yandan Tahran’ın Moskova’ya yönelik endişeleri de artıyor. İran’ın karar mercileri arasında kapalı kapılar ardında yapılan özel görüşmeler basına sızarken, ülkenin önde gelen isimleri ve yetkilileri Moskova’nın Tahran’ı bir sonraki aşamada savunmaya devam edeceğine dair kararlılığını sorgulayan şüphelerini kamuoyu ile paylaşıyor. Onlardan biri olan İranlı Milletvekili Behruz Bunyadi, yaptığı bir açıklamada bu endişeleri büyük bir öfke ile dile getirerek, “Rusya ve Suriye bizi kendi çıkarları için Trump ve Netanyahu’nun mezbahasında kurban edecek” ifadelerini kullandı. Buna karşılık Moskova’nın Tahran’da kurban edilmesi fikri de tamamen ortadan kalkmış değil. Bu fikir sadece İran’ın Suriye’deki rolünü sona erdirmek ya da azaltmak isteyen Washington’ın Moskova’nın şartlarını yerine getirmek zorunda olması nedeniyle saf dışı bırakıldı. Suriye’de uluslararası ve bölgesel bir görev üstlenmeyi başaran Moskova, denklemi destekçileri Esed rejimi ve Tahran lehine çevirdi. Ukrayna krizi ve Kırım’ın ilhakından sonra dayatılan ekonomik yaptırımlar Rusya’nın öncelikleri olmaya devam ediyor. Bununla birlikte Moskova, Washington’ın yakın dönemde İran’a karşı aldığı kararları Avrupalı müttefiklerinin desteği olmadan tek başına uygulayamayacağını iyi biliyor. Avrupa ülkeleri isteksiz bir şekilde ekonomik ve ticari olarak boykot etme kararı aldılar. Ancak bununla birlikte Rusya’nın Ukrayna’daki tutumu sebebiyle tüm Avrupa’daki güvenlik kaygılarını göz önünde bulunduran Avrupa ülkeleri Moskova’ya stratejik imtiyazlar vermeye hazır değil. Buna bir de Trump yönetiminin Suriye ve İran’da Kremlin ile Moskova için hassas diğer dosyalar karşılığında yapmayı planladığı takasın başarısız olmasından duydukları korku ve yine Moskova’nın Esed rejimini ayakta tutmak için İran milislerine ihtiyaç duyması ekleniyor.

Washington Post gazetesinin köşe yazarlarından David Ignatius, 2 Temmuz’da Şarku’l Avsat gazetesinde de yayınlanan ‘Trump, Putin’in Suriye’de zafer kazanmasına izin verdi mi?’ başlıklı makalesinde İngiltere’nin ve Fransa’nın ABD’yi Rusların İran’ın nüfuzunu sınırlamaya yetecek toprağa sahip olma olasılığının yüksek olduğu konusunda uyardığını söyledi. Ignatius’un aktardığı bu bilgi, Rus komutanların açıklamaları ile örtüşüyor. Komutanlar, Kremlin’i, Tahran’ın Suriye’yi terk etmek zorunda kalması halinde Moskova’nın askeri ve güvenlik konusunda ağır bir yükün altına gireceği konusunda uyarmışlardı.

Stockholm üzerinden geçip Helsinki’ye giden yolda, tüm taraflar arasında giderek artan bir güvensizlik var. Büyük ya da küçük, uluslararası ve bölgesel oyuncuların çoğunun üstlenecekleri roller belli. Washington’da oturan biri rehin alan, diğerleri ise rehineler olacak. Her bir tarafın kendi rolünü oynaması için ellerine birer metin verilecek, ardından da rehineler kendilerini rehin alana sempati duyarak onu savunacak. Ancak bunu yarın rakibine dönüşebilecek mevcut ortağı veya yarın ortağına dönüşebilecek mevcut rakibiyle anlaşması şartıyla yapacak. Tabii sınırlı bir süre için. Helsinki Sendromu, Washington’ın 17 Temmuz sabahı yayınlayacağı nihai bildiri ile sona erecek.