Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

NATO, bu asrın çalkantılarından kendini kurtarabilecek mi? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

NATO, – dışarıdan değil, bizzat kendi derinliklerinden- muazzam tehditlerle karşı karşıyadır. NATO’daki en büyük iki orduya sahip iki üye -ABD ve Türkiye- NATO ilkeleri ve üyeler arasındaki işbirliği yolları bakımından bir tehdit oluşturmaktadır.

ABD Başkanı Donald Trump, kendi seçim kampanyasında NATO’yu ve üyelerini sert bir şekilde eleştirmişti. Göreve başladıktan sonra ise birçok defa verdiği sert demeçlerle, NATO’ya saldırdı. NATO’nun diğer üyelerinden askeri alandaki harcamaları arttırma talebi yeni değil, ABD’nin yıllardır talep ettiği bir şeydir. Ancak NATO’yu eleştirmesi ve Rusya ile olan yakın ilişkisi nedeniyle Doğu Avrupa ülkelerinin güvenliğine olan ilgisizliği NATO içinde bir endişe kaynağıdır.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO üyeleri arasındaki ‘silahlı kuvvetlere siyaseti karıştırmama’ temel ilkesini adeta hiçe saydı. Erdoğan, silahlı kuvvetler üzerindeki hâkimiyetini kendisine yakın Yaşar Güler’i geçen ay yeni Genelkurmay Başkanı olarak atayarak pekiştirdi. Bu bağlamda 200 rütbeli askeri görevden aldı ve 2016 yazında ülkesine yapılan başarısız darbe girişiminden sonra yürütülen tutuklama ve tasfiye dalgaları kapsamında yargıya teslim etti.

Geçtiğimiz iki hafta içinde, NATO’da ani bir gelişme yaşanmış, Trump ve Erdoğan arasında, gerilimi yüksek bir tartışma başlamıştır. NATO üyeleri arasında nadir görülen bu siyasi gerginlik, karşılıklı yaptırımların uygulanmasına neden olmuştur.

İki ülke arasındaki ilişkiler kesintiye uğramamış olsa da yaptırımların uygulamaya konulması ve birbirlerine güvenmediklerini ilan etmeleri, NATO üzerindeki baskıyı artırmaktadır.

Hem Trump hem de Erdoğan, özellikle dış politika konusunda kolektif eylemlere inanmıyorlar. Erdoğan, Suriye sınırında birçok defa Moskova ile askeri bir çatışmanın eşiğine gelmek suretiyle NATO’yu riskli bir konuma sokmuştur. Bugün ise Rusya ve Tahran ile beraber Suriye’deki nüfuz alanlarını koordine etmektedir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, NATO’yu dışarıdan etkileyen önemli bir aktör. Putin, NATO’yu bir düşman olarak görmese de rakibi olarak gördüğü şüphesizdir. İktidara geldiğinden bu yana NATO’yu etkisiz kılmaya ve genişlemesini önlemeye çalışıyor. 2008 yılında Putin, Bükreş’teki NATO zirvesine katıldı ve ülkesinin doğuya doğru NATO genişlemesini kabul etmeyeceğini vurguladı.

Putin’in konuşması gayet açıktı; NATO’nun genişlemesini hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi. Zira NATO’nun sadece bir askeri ittifak olmadığını, bilakis siyasi bir pakt olduğunu ve Sovyetler dönemindeki genişlemeyle mücadele için kurulduğunu düşünüyordu. Putin’in 10 önceki uyarısı açıktı. Ancak NATO liderlerinin çoğunluğu, Rusya’nın henüz güçlerini toplamadığı bir zamanda yaptığı bu uyarıyı görmezden geldi. Putin, konuşmasını zirvede gerçekleştirdiğinde, birçok NATO lideri salonu terk etti. Putin ise bu hareketi kendisine yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendirdi. Ancak işler değişti ve Putin en güçlü liderlerden biri haline geldi ve bugün hem Balkanlar’daki hem de Orta Asya’daki nüfuzunu genişletmeye çalışıyor. Putin, bu hafta Hazar Denizi anlaşmasının imza törenine katıldı ve Rusya’nın yanı sıra İran, Kazakistan, Azerbaycan ve Türkmenistan’ı da içine alan üye devletler arasında askeri bir ittifakın kurulabileceğini söyledi. Bu sözler, Rus nüfuzunun genişlediğine dair diğer bir delildir.

NATO’daki çatlak, diğer gelişmelerden bağımsız değildir. Bilakis dünya ‘soğuk savaş sonrası’ daha karmaşık bir aşamaya geçti ve bu aşama çalkantılı bir dönemi temsil ediyor. NATO’daki huzursuzluk, Hazar Denizi gibi yeni ittifakların, 21. yüzyılın ikinci on yılının yeni gerçeklerini yansıttığı bir zamanda ortaya çıkmaktadır. Dünyada etkili bir konuma sahip olan ülkeler giderek artmaktadır. Ve bu ülkeler farklı hedeflere ve çıkarlara sahipler. Bu arada diğer bazı ülkelerin konumu giderek zayıflamaktadır. Doğal kaynaklar ve nüfuz alanlarında rekabetin arttığı bir dönemde eski mekanizmalarda çatlaklar meydana geliyor.

Örneğin, her zaman NATO’nun kalbi olan ve coğrafi ağırlığını temsil eden Avrupa ülkeleri, AB üyeleri için ortak bir savunma gücü oluşturma ihtimalini düşünmeye başladı. Ve böyle bir askeri örgütün kurulması durumunda, Avrupa kıtasındaki NATO’nun rolünü devralacaktır. Bu gelişme, İngilizlerin AB’den ayrılma kararı ve geri kalan 27 ülke arasındaki işbirliği bağlarını güçlendirmek için başka mekanizmalar arayışından kaynaklanıyor. ABD’nin dışlayıcı tavrı, ABD’nin diğer geleneksel müttefikleri gibi Avrupalı devletleri de ulusal ve bölgesel güvenliğini sağlamak için farklı mekanizmalar aramaya zorluyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya düzenini oluşturan uluslararası kurumların sarsıldığı, şüphe götürmez bir gerçekliktir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD’nin dünyadaki süper güç olma misyonunun giderek zayıflaması, dünya düzeninin önemli bir unsuru olan söz konusu kurumların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, bunların yerini alacak olan kurumların belirsizliği, üye devletlerin eski ittifaklarına bağlı kalmasına neden olmaktadır. Bu aşamada NATO, bu sorunları çözebilir gibi gözükmektedir. Çünkü anlaşmazlıkların yaşandığı dönemlerde bile, -Irak’taki 2003 savaşında ABD, Almanya ve Fransa arasında yaşananlar gibi- prensiplerini koruyabilmektedir. Ayrıca dünyanın en büyük askeri ittifakı olmaya da devam etmektedir.

Önümüzdeki Nisan ayında, NATO’nun 70. yıldönümünü kutlandığında, üye devletlerin liderlerinin iki seçeneği olacaktır: Ya güvenilir bir işbirliği gerektiren ortak bir gelecek konusunda hemfikir olacaklar ya da sınırlı bir askeri savunma sistemi üzerine kurulu, sağlam bir ittifakı içermeyen, işbirliği bağlarının daha zayıf kaldığı bir ittifakı benimseyecekler. Gerçekçi üçüncü bir seçenek yoktur, zira bu durum NATO’nun çöküşü anlamına gelecektir.