Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ne şiddet ne de nefret: Filistin’e özgürlük | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçtiğimiz birkaç gün Filistin davasının son 70 yıla göre farklı bir retorik ve farklı bir mücadele vizyonuna, belki de fosilleşmiş dil yerine yeni dünya ile yeni bir dille konuşan yeni ve başka kuşaktan liderlere ihtiyaç duyabileceğini kanıtladı.

Birçok defa söyledik ve üstüne basa basa dedik ki Filistin davası, toprağın aslında Filistin halkına ait olduğunu teslim etmekle birlikte etnik veya dini bir mesele değildir. Ancak altı Kıta üzerinde dağılmış olan İbrahimî inançların takipçilerine ne ifade ettiğinin de altı çizilmelidir.

Filistin davası her zaman olduğu gibi bir insanlık meselesidir. İşgalden, işgali destekleyenlerden ve diktatörlükten herhangi bir nefret ya da saldırganlık niyetine gerek duyulmaksızın kurtuluş davasıdır. Filistin davası dünyaya açık ve kendi içine kapanık olmayan bir mücadele yaklaşımına ihtiyaç duyan bir davadır.

İsrail’in beklediğinin tersine, ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması kararı politik bir zafer değildir. John Higgo ve Robert Jeffres haricindeki vaizlerin sevdiği fakat Batı Hristiyanlığının nefret ettiği teolojik, dogmatik vizyona dayanan ahlaki ve manevi bir çöküş oldu. Hatırlatmakta fayda var; kerameti kendinden menkul bu iki vaizin konuşmaları, ister Müslüman isterse Hristiyan olsun, Filistinli Kudüslülere karşı nefret doludur.
Geri Dönüş Yürüyüşü protestolarına katılmaya davet eden Filistinli gençlerin olağanüstü duyguları anlayışla karşılanabilir. Zira Filistinliler bu konuda yüzde yüz haklı. Ama gerçekçi olmak gerekirse, dünyayla iletişime geçmek için ayrı bir yaklaşıma ihtiyacımız var, ‘Auschwitz sonrası anlayışına’ benzer bir Gazze katliamı sonrası anlayışına.

Ama yeni yaklaşım konusunu ele almadan önce gayet önemli iki konuya değinmemiz gerekir:
Bunlardan ilki; bir din olan Yahudilik ila ayrımcı bir rejim olan Siyonizm arasındaki farkı vurgulamalıyız. Daha doğrusu dünya çapında sonuçları olacağından ifadeleri daha dikkatli kullanmalıyız.

İkinci olarak bir şeyi vurgulamak istiyorum; Suudi Arabistan Krallığı’nın tek suçu Yahudi dininden olmalarından dolayı insanların Auschwitz’de Holokost’a uğramalarını kesin bir dille reddetmesi ve kınaması ve bu konuda açık ve net bir görüş bildirmesi tüm uluslararası çevrelerde ve özellikle ABD’de büyük saygı ve takdir gördü. Suudi Arabistan’ın bu vizyonu, doğuda ve batıda herkesin kınadığı nefret ve şiddet olmaksızın özgür ve bağımsız bir Filistin için yeni ufuklar açtı.

Bilen bilir; Auschwitz’ten kastımız Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgal ettiği dönemde, 1940’ın nisan ayında inşa ettiği ve içinde milyonlarca Yahudinin gaz fırınlarında yakılarak veya kurşunlanarak öldürüldüğü kampın adıdır.

Auschwitz tarih boyunca yapılan tüm katliamların özeti olduğu gibi, Gazze katliamı da Filistin halkının özgürlük mücadelesinin zirve noktası olabilir. Dolayısıyla kendi toprağında köleleştirilmiş Filistin halkının yeni ve değişik söylemi haline gelebilir.

İsrail devletinin durumu tartışmalıdır. Tüm dünya platformlarında Holokost’u insan üzerinde benzeri olmayan bir zulüm olarak ortaya koydu ama kendisi günümüzde yeni Holokostlar ve Auschwitz’leri ateş, yıkım ve barutla yeniden üretiyor.

Filistinliler günümüzde dünya toplumlarına henüz ölmemiş veya büyük güçlere boyun eğmeyen vicdanlara hitap etmek için şiddet içermeyen bir dille Yaratan’ın nimeti olan özgürlükten bahsetmelidir.
Filistin’in yeni yaklaşımının ihtiyacı olan başka bir şey daha var; o da işgali mazur ve makul kılan Hristiyan teolojisine dayalı araştırmaların hatasını ortaya çıkarmak. Bu konu çok derin… Zira Donald Trump, Beyaz Saray merdivenlerine ‘işgal İncili’ne inananların oyuyla çıktı. Aslında bu türden bir dini vizyonun her harfi doğru Hristiyan inanç derinliğinden oldukça uzaktadır. Vatikan bu hususu çok iyi ifade etmiştir. Papa 11. Pius (1835-1914) döneminden Papa Francis’e kadar, Kudüs’ün belirli bir halka veya dine tahsis edilmesine karşı çıkmış, Gazze katliamı karşısında da Roma başrahibi şu soruyu sormuştur: Kudüs iki devletin, Filistin ve İsrail’in başkenti neden olmasın ve dünyanın gözbebeği olan Kudüs’te üç İbrahimi dinin ritüelleri özgürlük içinde neden yapılmasın?

Bu kerameti kendinden menkul sağcı fikir Ortadoğu’da birçok krizin sebebiydi. Eğer akılcı ve imâni bir dille reddiyesi yapılmazsa maalesef halen fitne ateşinin baş sebebi olmaya devam edecektir.

Filistinlilerin ve Arapların dünyaya adalet ve kardeşçe bir Filistin’in kurulması ve İsrail’le yan yana barışçıl, onur ve sevgi dolu biçimde yaşamını sürdüren Filistinlilerin olacağını müjdeleyen bir dile acilen ihtiyacı vardır.

Daha fazla Filistinli direnişi isteniyor ve arzu ediliyor. Ama başka bir yönden bir direnişten bahsediyoruz. İngiltere, Fransa, Avustralya ve hatta Amerika içlerinde bile binlerce insanın Gazze’de olanları kınayarak protesto etmelerini sağlayan sosyal medya çağının kelime ve imaj direncinden…

Filistin gençlerinin yapması gereken şey sınır hatlarında ölmek yerine hikâyelerini dünyaya daha güçlü bir şekilde sunmaktır. Dini ve ırksal nefreti derinleştiren, Gazze’nin içindeki insan ve taşların dahi deniz suları altında boğulmasını arzu eden, kendinden başka herkesi ötekileştiren ve zulüm eden bir zindancının elinde hapis olduklarını anlatmaları gerek.

Her zaman dediğimiz gibi; Filistin halkının ABD’den örnek alması gereken iki büyük şahsiyet var. Bunlardan ilki Martin Luther King ve beyazlardan intikam almaksızın ve şiddete başvurmaksızın siyahların özgürleştirme çağırısı ve zalimlere karşı mazlumların şiddetsiz ve nefretsiz mücadelesi. İkincisi de akıllı, haklı ve güçlü dayanakları olmasına rağmen başarısızlığa uğrayan Malcom X. Neden başarısız olduğuna gelince; sebebi belki de liderliğinin bir tek kendisi olmasını istediği bir yola girmesi ve ötekileri kucaklamak istememesiydi. Filistinliler bu iki örnek arasında kendilerine uygun olanı alsın…