Merhum yazar Gazi el-Kusaybi, 90’ların başında nefret akımına karşı koyan en meşhur isimlerden biri idi. ‘Fitne Olmasın Diye’ adlı kitabı, Suudi Arabistan’ın radikal ‘Uyanış’ hareketinden çektiği dönemlerde fikri ve tarihi açıdan önemli bir başvuru kitabıydı.
Farklı bahaneler altında da olsa, ulu orta bir şekilde minberlerde ve medyada kin, nefret kusma ve toplumu kışkırtma kültürü hala devam ediyor. Önceden eylemcilerin düşmanlarına karşı benimsediği gibi ötekine karşı nefret ve düşman söylemleri dini ilkeler söz konusu olduğunda tedavülde olurdu. Ama şimdilerde kin, düşünce özgürlüğü adı altında masumlaştırılıyor. Düşünce özgürlüğü zaman ve mekanla sınırlıdır ve suç teşkil edebilecek toplumsal kışkırtmalara karşıdır. Kışkırtıcı söylemler ile partizan görüşler içermekle beraber karşıdakine hoşgörü ile yaklaşılan tartışma hürriyeti birbirinden farklıdır.
Krallık’ta ve Körfez’de nefret söylemleri, bölgesel siyasi sarsıntılar, teknolojik gelişme ve uyanış fikirlerinin ithal edilmesi eşliğinde ve Suudi Arabistan’da ‘Uyanış’ olarak adlandırılan ve dini kullanan hareketle eş zamanlı olarak 90’larda ortaya çıktı. Sınırların dışından siyasi gündemler getiren İhvan-ı Müslimin kültürü de bu süreçte taşıyıcılık rolü üstlendi.
Özgürlüğün her ülkenin kültürüne ve medeni tecrübelerine göre değişkenlik gösteren ölçütleri vardır. Ulusal Arap Devleti tabirinin kendisi henüz yeni ortaya çıktı ve toplumun kaynaşmanın olduğu sivil bir sistemde erimesi yoluyla gerçekleşecek bir olgunlaşma için zamana ihtiyacı var. Görev, basit değil. İronik olan şu ki, üçüncü dünya ülkelerinde ‘ulusalcılık’ ve ‘ıslah’ çağrıları ile patlak veren savaşlar, genellikle aykırı değerler üzerine savaşma ile son bulur ve mezhepçiliği, kabileciliği ve bölgeselciliği ya da hepsinden farklı olarak bir vatanı olmayan bağlılıkları savunmaya sığınır. Bugün Suriye, Libya ve Yemen’de olan da bu. Buralarda çıkan savaşlar, ulusal fikirleri yüceltmeye, Esed, Kaddafi ve Salih’in diktatörlüğüne itiraz etmeye ve adalet talebine davet etmek üzere başlatıldı. Ancak sonra dar hizipçi emellere alet oldu.
Görülüyor ki nefret söylemi bazıları için basit ve kendiliğinden gelişiyor. Toplumda yaygın olan kalıtsal partizanlıkla da uyum sağlıyor. Aslında devletlerin yapısını tehdit eden en büyük tehlike bu. Aynı toplum içindeki grupları ayrıştırmaya davetiye çıkaran düşünceye özgürlük vermek, devletin yıkımına sebep olur. Mezhepçiliğe hoşgörü göstermek kabilelerin ve bölgelerin de ayrılmasına anlayış göstermek demektir.
Aynı zamanlarda birbirine uzak iki bölgede nefret olayları gerçekleşti ki bu medenileşmeye rağmen hastalığın mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki olayın biri, bölgemizdeki mezhepçi unsurların, Kuveytli büyük sanatçı Abdülhüseyin Abdrürıza’nın vefatına yas tutanlara karşı toplumu kışkırtması iken, diğeri; Charlottesville kentinde bulunan Virginia Üniversitesi’ndeki beyaz ırkçıların diğer ırklara karşı gösterisi idi. Bunu düşünce özgürlüğü ile savunan kişiler, nerdeyse tüm ABD televizyonlarına bakabilir. Baktığında ırkçı gösterileri savunan ve temsil eden hiç kimse göremeyecektir. Zira herkes için düşünce özgürlüğü anayasa ile güvence altına alınmakla birlikte, nefret söylemleri kabul görmez. Bizde olduğu gibi ABD’de de sosyal medya devlete meydan okuyor. Çünkü egemenlik alanının dışında kalıyor ve ırkçılar düşüncelerini piyasaya sürmek ve kendi çıkarlarına olan görüşleri herkese yaymak için onu kullanıyorlar. Şurası kesin ki; ırkçı söylemler yayılırsa toplum istikrarı için tehlikeli bir olguya dönüşür. Amerikalı hukukçular, Facebook ve Twitter gibi sosyal iletişim ağlarına çeşitli kısıtlamalar ve yaptırımlar getirmek istiyor. Ancak, henüz o merhaleye ulaşılamadı. ABD’de ırkçılık ve ırkçı söylemler serbest bırakılmış gibi durabilir. Fakat, aslında yasak bir uygulamadır ve yasalar, ırkçı sebeplerle istihdamı, eğitimi veya herhangi bir hizmet sunmayı engellemeyi yasaklar.
Abdülhüseyin Abdürrıza’nın uğurlandığı esnada yükselen mezhepçi seslerin, aslında kişisel bir hedefi olmadığını biz biliyoruz. Onlar bunu çatışmayı etkinleştirmek hedefiyle görüşlerini dayatmak için kullandılar.
Irkçılık, dünyanın tüm toplumlarında mevcut olan bir hastalıktır ve bu yönüyle bitimsiz savaşlara benzer. Gelişmiş toplumlar bununla kanunlar, kültürlenme ve düşünce kuruluşları yoluyla mücadele eder.
Bir vatandaşın diğerine nefret kusması, herhangi bir ülkenin bünyesini dağıtmaya yeter. Bunun için böyle bir şeye itiraz ettiğimizde ve nefret çağrıcılarına karşı koyduğumuzda, sadece rahmetli Abdülhüseyin’in şahsına saygı göstermiş ve onu savunmuş olmayız. Aksine tüm ümmet yapısını korumuş oluruz. Irkçılık kendi bölgesinden, ülkesinden, mezhebinden, dininden, kültüründen, renginden kısaca kendisi gibi olmayana karşı bitmeyen eylemler dizisidir. Böylece toplumu küçük parçalara ayırır ve çatıştırır.