Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Netanyahu ve Abbas’ın BM konuşmaları | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Netanyahu nereye giderse gitsin, her yaptığı konuşma bir seçim yatırımıdır. BM Genel Kuruluna yaptığı konuşma, yerleşimcilere yönelik bir seçim konuşması gibiydi.

Seçmenleri onun konuşma tarzından hoşlanıyor, mimiklerinden de etkileniyor. İsrail’deki son seçimleri hatırlayalım, seçim gününün son saatlerde söylediği bir cümleyle seçimi kazandı: “Arapların sandıklara nasıl akın ettiğine bir bakın, sizler de her şeyden habersiz öylece seyredip durun.” Sadığa gitmekte tereddüt yaşayanlar kendilerini tehdit altında hissettiler ve sandık başına akın ettiler. Seçimi kaybetmek üzereyken, seçimin en büyük galibi haline geldi. Netanyahu, konuşmasını boş koltuklara yaptı, ancak buna aldırış etmedi. Hatta oldukça neşeliydi, zira Amerikan delegasyonu kendisini dikkatlice takip ediyordu. Kendisi de çok iyi biliyor ki; İsrail’de kendisini destekleyen bir kesim var ve bu, onun için yeter de artar bile.

Konuşmasında yeni bir şey yoktu. Yüzde 90’ı İran ile ilgiliydi ve konuşmanın tamamı İsrail istihbaratını parlatmak içindi. Onu biraz da olsun endişelendirmesi gereken Filistin meselesi, birkaç cümle dışında konuşmasının hiçbir yerinde yoktu. O birkaç cümle de Abbas’ın konuşmasına cevap niteliğindeydi. Hamas’ı düşük bir tonda eleştirdi. Sanki Hamas’ın başlattığı gece intifadaları onu rahatsız etmemiş gibiydi. Yeni bir şeyler duyacağını zannedip, konuşmayı takip edenler hayal kırıklığı yaşamıştır. Netanyahu, Filistin meselesini seçim kampanyasına feda etmişti.

Bir önceki konuşma olan Cumhurbaşkanı Abbas’ın konuşmasına gelecek olursak, kısaca şöyle özetlenebilir: “Yüksek bir ton ve ılımlı bir içerik.”

Yüksek tondaki konuşmalar, hüsrana uğrayanların hayal kırıklığından kaynaklanır. Hüsrana uğratan da Uluslararası toplumdur. Filistin cumhurbaşkanı şayet umutsuzluğun daha da derinleşmesini istememiş olsa şu meşhur şiiri mutlaka orada okurdu:

“Şayet hayat sahiplerine seslenseydin, sesini duyurabilirdin

Ancak seslendiğin kitlede hayat yok ki! “

Tepkiselliğin ve umutsuzluğun iç içe olduğu bu yüksek tondaki konuşma, siyasi gözlemcilerin dikkatini çekecek bir içeriğe sahipti. Oslo bölgesinden farklı bir yere gitmeme hırsı açık ve aleni olarak dillendirildi bu konuşmada… Nelere ‘hayır’ dendiği, hiçbir karışıklığa mahal bırakmayacak şekilde söylendi;

Yasadışı silahlara ‘hayır’… Burada yasal/meşru olan şey, Amerikalılar ve İsrailliler tarafından üzerinde anlaşılan iktidar silahıdır.

Durdurulmuş ve çıkmaza girmiş olsa da müzakereleri terk etmeye ‘hayır’… Zira Filistin meselesinin çözümünde tek seçenek olarak kalmıştır.

Barış çabalarında Amerikan tekeline ‘hayır’… Bu ‘hayır’ olumlu bir ‘evet’ e karşılık geliyor. Yani diğerleriyle beraber Amerika da sürece dâhil olsun demektir. ‘Ortadoğu Dörtlüsü’ (ABD, AB, Rusya, BM) bu konuda çağrı bekliyor, onu da dâhil edelim anlamına geliyor.

Bu üç ‘hayır’, Abbas’ın açıkça ifade ettiği diğer çözümlerle çelişkili değildir. Hepsi esasında Oslo görüşmelerinin hala en elverişli seçenek olduğuna işaret etmektedir. Ancak bazı değişiklikler yapılması gerekiyor. Mademki Oslo seçeneğinin görünürde bir alternatifi yok, örneğin Oslo 2, iyi bir alternatif olabilir. Atılacak adım, daha en başında süreci sekteye uğratan eksiklikleri gidermektir.

Orijinalinden sağlam bir türev oluşturmak için, Başkan Bush’un(Oğul) döneminin sonunda düzenlenen, Oslo’yu açık sözlülükle reddeden ve savunanların aynı anda katıldığı Annapolis Konferansı gibi uluslararası bir konferansa ihtiyaç vardır. Başkan Trump’ın bu formülü kabul etmemesi düşünülemez. Ya da reddederse haklı bir gerekçe bulamaz, çünkü bu esasen, Cumhuriyetçilerin bir tasarısıdır. Trump’ın dolaşımdan kaldırmak ve mahvetmek için çok çalıştığı Demokratların bir eseri değildir. Ancak yine de Abbas başka alternatiflere de açık kapı bırakmıştır. Kendisi de çok iyi biliyor ki zaman, kendi talep ve tercihleri lehinde işlemiyor.

Felaket olan, Abbas’ın önerdiği ve tüm dünyanın olumlu karşıladığı uluslararası formüllere Amerikan ve İsrail’in kararlılıkla karşı çıkması değildir. Esas felaket, İsrail’in Filistin topraklarında yaptığı şeylerdir. Batı Şeria’nın kuzeyi ile güneyi arasındaki coğrafi bölgenin tamamını işgal etmeye çalışıyor. Stratejik konumuyla Kudüs ve Batı Şeria bağlantısını sağlayan son nokta Han el-Ahmer bölgesinde Filistinli bırakmak istemiyor. Bundan sonra ise, Obama’nın, John Kerry’nin barış çabalarına darbe vurmamak için engellediği, Kongre ve Netanyahu’nun çıkmaz sokağa girdirdiği, “E1” planını uygulamaya başlayabilir. Problem sadece Han el-Ahmer bölgesine dair mahkeme kararlarına aşırı sağcı hükümetin uymaması değildir. Bilakis doğuyu batı ile birleştirmek suretiyle İsrail için birleşik ve sonsuz bir başkent kurmak uğruna bütçeden milyarlarca dolar tahsis edilen Kudüs düzenlemeleri var. Netanyahu’nun içinde bulunduğumuz siyasi denklemi esas alarak Filistin varlığını, “Özerk yönetimden biraz daha fazla, bir devletten çok daha az” olarak nitelemesini de gözden kaçırmamak gerekir.

Derdimiz sadece Kudüs değil ki, diğer tarafta Batı Şeria ve Gazze var. Hastalık bünyeyi tamamen kaplamış durumda ve maalesef tedavisi yok. Uzlaşma bazen yakınlaşıyor bazen de uzaklaşıyor. Ama değişmeyen tek şey Netanyahu’nun 11 yıldır Gazze’yi kuşatma altında tutmasıdır. Mahmud Abbas kuşatmanın kaldırılmasını talep etmekten başka bir şey yapamamaktadır.

İki konuşmaya geri dönersek, iki adamın da değinmediği bir konu var: İki ya da üç ay sonra Trump, ‘Yüzyılın Anlaşması’nın ayrıntılarını verecek. Yani önlerinde bu kadarlık bir süre var. Bu aylarda Netanyahu planlarını tamamlayacak. Böylece istediğini kabul edip, istemediğini reddedebileceği bir konuma gelmiş olacaktır. Filistinliler ise dünyanın düzelmesini beklemek durumdalar. Ancak bu şekilde istediklerini kabul edip, istemediklerini reddedebilecekleri bir konuma gelebileceklerdir. Kim bilir… Belki de dünya mevcut denklemleri dikkate alır!