Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Onlar bizleri biz onları gerçekten tanıyor muyuz? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Araplar ve Batılılar arasındaki ilişki, geniş bağlamı ile müphem bir ilişkidir. İçinde geçmişin hatalarını ve bugünün trajedilerini taşımaktadır. İngiliz işgaline karşı Mısır muhalefeti saflarında mücadele eden Suriyeli düşünür Edip İshak, Batı ile deneyimini ve bundan yaşadığı şaşkınlığı şu şekilde belirtmiştir: “Batı için, bir kişiyi öldürmek bile bağışlanamaz bir suç. Ama bütün bir toplumu ortadan kaldırmak, bakış açısı gerektiren bir olay!” Arap nesillerinin hala aynı hayret ve şaşkınlığı hissederek ezberlediği bu mısralar en anlamlı şekliyle, bizlerin Batıya ve onların bize olan bakış açısını ve anlayışını ortaya koymaktadır.

Edip İshak, bu ilişkiyi sömürgecilere karşı mücadele yürütüldüğü bir dönemde tarif etmeye çalışmış olsa da bu şaşkınlık, günümüzde hala varlığını sürdürüyor. Bu da yetmezmiş gibi gittikçe daha da karmaşık bir hale geliyor.

Bu hafta içerisinde Washington’a yaptığım ziyaret sırasında, uçağımız İskoçya’nın kuzeyinde yer alan (eski) Avrupa başkentlerinden birinin üzerinden geçti ve haritada Lockerbie’nin adını gördük. Bu yer, deneyimli kişilerin zihinlerinde Batı ve Araplar arasındaki anlaşılmaz çatışmanın yaşandığı yerlerden biri olarak yer alır. Yolcuların önlerindeki ekranlarda, 270 suçsuz yolcuyu taşırken saldırıya uğrayan 103 numaralı Pan American (Pan Am) uçağının görüntüleri belirdi. Yolcuların bazıları küçük ekranı izlerken bazıları da önlerindeki kahvaltıyı yemekle meşgüldüler. Birkaç dakika sonra küçük ekranda, uçağın patlayarak içerisindeki tüm yolcular ile birlikte yere çakıldığı görüldü. Hikayenin geri kalanı ise zaten bilindik. Bu olay, uzun yıllar Kaddafi liderliğindeki Libya ile Batı, bilhassa ABD ve İngiltere arasında bir sorun olarak kaldı. Ta ki Kaddafi, bu akılsızca hareketin neden olduğu çıkmazdan kurtulmak için aslında Libya halkına ait olan paradan milyarlarca dolar tazminat ödeyene kadar. Zamanı geldiğinde de bunun bedelini hayatıyla ödedi. Belki de Libyalıların günümüze kadar yaşadıkları zorluk ve sıkıntıların nedenlerinden biri, savunulacak yanı olmayan bu eylemdir.

Aynı şekilde, genel olarak Batı ülkelerini ve özelde ABD’yi ziyaret etmek isteyen Arap yolcular, aşağılayıcı bir kişisel denetime maruz kalıyorlar. Neredeyse insanın iskeletini gösterecek kadar hassas birçok aletten geçmek zorundalar. Buna rağmen aksi kanıtlanana kadar şüpheli muamelesi görmeye devam ediyorlar. Bu nedeni ise kısmi olarak metodsuz, hesapsız ve anlaşılmaz bir şekilde intikam alma düşüncesi ile hareket eden, olumsuz bir şekilde ideolojikleştrilmiş bir grubun gerçekleştirdiği bir eylemdir. Bununla tabi ki 11 Eylül 2001 saldırılarını düzenleyenleri kastediyorum. Batı ve Araplar arasındaki güvensizlik ve tetikte olma durumu, uzun yıllar önce Edip İshak’ı hayrette bırakan ve hala da bizi de hayrette bırakmaya devam eden anlayış eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Batı bazen bir kişinin ölümü karşısında tüm dünyayı ayağa kaldırırken; kendisinin, doğrudan ya da dolaylı hataları nedeniyle her gün hayatını kaybeden onbinlerce kişiye karşı neden bu kadar duyarsız?

Bu nedenle birçokları, düşman Batı’dan, hedefsiz ve çocukça bir şekilde ‘intikam’ almak istiyor . Buna karşılık Batı, geniş Arap bölgelerinde insanların ölmesine, ekinlerin ve her şeyi yakıp yıkan eylemlerinin etkilerini görmezden gelmeyi ya da göz yummayı tercih ediyor. Yüzyıllar boyunca, halklar arasındaki çatışmalar ve mücadeleler her daim insanın ikinci tabiatı olmuştur. Batılı halklar bile kendi aralarında yıkıcı çatışmalara sürüklenmiştir.

Sadece İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu kayıplara bakmak bile bu çatışmanın neden olduğu acı sonuçların büyüklüğünü anlamamız için yeterlidir. Savaş biter bitmez İngiliz, Amerikalı, Fransız ve Rus müttefik askerleri binlerce Alman kadına tecavüz etmişlerdir. Buna karşı koyan kadınlar tam bir soğukkanlılıkla öldürülmüştür. Dönemin Alman yetkilileri binlerce çocuğu annelerinin adına kayıt ettirmek zorunda kalmıştır. Bu, Batı halkaları arasındaki çatışmanın yıkıcı sonuçlarından biridir sadece. Ama Alman halkının buna tepkisi (hedefsiz intikam hareketleri) olmamıştır. Bilakis bunu yerine, ülkelerini sanayi ve hizmet alanında hiç kimsenin yarışamadığı lider bir ülke haline getirmişlerdir. Öyle ki bugün Almanya, Avrupa’nın ve dünyanın en güçlü ekonomisi haline gelmiştir.

Aynı şekilde, günümüze kadar bir daha kullanılmayan, tam bir imha silahı olan atom bombası nedeniyle yenilen ve nesiller boyunca bunun etkilerini yaşayan Japonya da intikam yerine dev bir ekonomik güce dönüşmeyi seçmiştir. Bugün Batı ile sanayi ve bilim alanında yarışmaktadır.

Biz Arapların tepkisi ise farklı olmuştur. Kişisel ve gelişigüzel. Tepkimiz; karşı tarafı anlamakta müphemliğe (belirsizliğe) dayanan varsayımlar üzerine inşa edildiği için birçokları kendisini eleştirme gereği bile duymamışlardır. ‘Biz ve Batı’ ile ilgili yayınlanan kitaplara baktığımızda neredyse tamamının ya bir zamanlar ulaşmış olduğumuz gücü ve batıya olan etkilerini ya da nedenlerini açıklamadan Batının tarihte hep saldırgan tarafta olduğundan bahsettiğini görürüz. Bu varsayımlar; Lockerbie, 11 Eylül olayları gibi Batı ile metodolojik olmayan bir şekilde savaşmak isteyen, ne istemediğini bilen ama ne istediğini bilmeyen El-Kaide, DEAŞ benzeri örgütleri doğurmuştur.

Evet, günümüzde Batı hala bazı durumlarda ve kendi bakış açısı ile bir insanın ölümünü kınarken bir toplumun topyekün ölümüne göz yumabiliyor. Kendi ajandalarını korumak için binlerce kişinin ölümüne neden olsalar da bazı kişileri korumaya devam edebiliyor. Günümüzde bir yandan önemine ve konumuna göre bir kişi hakkında basında dev kampanyalar yürütülürken; diğer yandan, şimdi ve gelecekte toplumları ve ülkeleri etkileyebilecek önemli meseleler göz ardı edilebiliyor. Bunu da, baskı ve sömürünün bir başka yüzü olduğunu söylemekten başka nasıl yorumlayabiliriz ki?

Tüm bunlar içerisinde asıl önemli olan bu duruma nasıl bir karşılık vermemiz gerektiğidir. Karşılık vermenin faklı senaryoları olabilir. Birincisi; aynı Lockerbie ve 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi amaçsız ve rastgele tepkiler vermeyi sürdürmek. İkincisi, yürütülen kampanyaların amacını anlamak ve bunlarla rasyonel bir şekilde başa çıkmak. Sonuncusu ise bizim elimizde, yani toplumlarımızı daha yaşanabilir ve aydınlık yapmak için atmamız gereken birçok reform adımlarıdır. Bu adımların başında, insanların ülkeleri ile ilgili alınan genel kararlara ortak olmalarını sağlamak geliyor. Yine eğitim ve medya gibi mevcut araçlar vasıtasıyla toplumlarımızda bunu engelleyecek ortamı yaymaya çalışmak, toplumsal adalet için çaba harcamak, gençlerimiz arasında yaygınlaşan, radikal ve başıboşluğun üreme ortamları olan ‘tekfir ve hainleştirme’ odaklarının kökünü kazımak gerekiyor.

Resmi ve hesaplanmış adımlar atılmadıkça; toplumlarımız sömürülmeye, gençlerimiz cehalete ve ardından radikalliğe, kaynaklarımız tükenmeye mahkum olacaktır. O zaman yapmamız gereken; derin bir şekilde düşünülmüş ve özgürce tartışılması gereken bir proje ortaya koymaktır. Uzun süredir içinde sıkışıp kaldığımız bu delikten kurtulmak, başkaları ile ortak bir anlayışa ulaşmak, orta ve uzun vadede Batı çıkarları ile Arapların çıkarları arasındaki bu faydasız çatışmadan kurtulabilmemiz için bu adımlar atılmalıdır.

Son olarak; köleleri özgürleştiren Abraham Lincoln’un önemli sözlerinden birini burada alıntılamak istiyorum: “Yavaş yürürüm ama asla geriye doğru değil.” Halkların karşı karşıya kalabileceği en büyük tehlikelerden biri “geriye doğru yürümektir”!