Kahire: İmil Emin/Şarku’l Avsat
İran; bir yandan El Kaide ile anlaşırken diğer yandan Devrim Muhafızlarını farklı ülkelerde yayarak radikal ve terörist ideolojileri finanse ediyor.
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, birkaç gün önce İran’ı; 1979’dan günümüze “Dünyadaki Terörün Merkez Bankası” olarak niteledi.
Ayrıca Molla rejiminin, Avrupa ve ABD için bir tehdit oluşturduğu konusunda uyarılarda bulundu. Doğrusu Bolton, İran’a bu yakıştırmayı yapan ilk kişi değil. Oğul George Bush döneminde Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Condoleezza Rice ondan çok daha önce İran’ı bu şekilde nitelemişti.
Rice, İran’ın Lübnan ve Irak gibi Ortadoğu’nun önemli bölgelerinde “Terörün Merkez Bankası” olduğunu söylemişti. Böylece Rice, Bolton’dan ve Avrupa ile diğer Batılı ülkelere doğru ilerlemeden önce Ortadoğulu İran terörünün mahiyetini açıkça ortaya koymuş oldu.
“İran terörüne karşı birleşen ülkelerin” özel faaliyetlerine ek olarak, BM’nin 73. Genel Kurul’u oturumları sırasında gerçekleştirilen toplantılar, Ahvaz’da Devrim Muhafızlarının askeri geçit törenini hedef alan son saldırada gördüğümüz gibi radikal ideolojileri destekleyen İran’ın rolünü yeniden ele almak için yeterli bir gerekçe sundu.
Terör yolu: Devrim Muhafızları
Başını çektiği dini devrim başarıya ulaştığı andan itibaren Humeyni, devrimi ihraç etmenin en güvenilir yolunun doğrudan kendisine bağlı silahlı bir güç oluşturmaktan geçtiği kanaatine varmıştı. Böylece bir taşla iki kuş vuracaktı:
Birincisi; başa geçen yeni dini rejimi koruyabilecek ikinci olarak önce yakın ülkelere ardından tüm dünyaya yaymak istediği devrimin önünü açabilecekti. İşte buradan yola çıkılarak, bugün sayısı 125 bine ulaşan ve kara, deniz ve hava birliklerinden oluşan Devrim Muhafızları kuruldu. Buna ek olarak, Muhafızların komurası altında devrime “sadık” gönüllüleri içeren bir güç olan “Besic” milisleri de bulunmaktadır.
Gerçekte Devrim Muhafızları’nın görevi, İran’ın radikal ideolojisini yaymaktır. Bunu yaparken de düşünce ve teorik ideolojiyi propaganda yoluyla yaymak yerine, çoğunlukla din ve mezhep açısından radikal ve aşırılıkçı kimseleri saflarında barındıran terör örgütlerini eğitip finanse etmeyi tercih etmektedir. Dünyanın gözünden uzak yerlerde eğittiği bu militanları daha sonra Tahran’daki Mollalar rejiminin uzantıları olmaları için tekrar asıl ülkelerine göndermektedir. Yemen’deki Husiler, Filistin içerisindeki Hamas, Lübnan’daki Hizbullah ve Irak’taki Haşdi Şabi örgütleri buna iyi bir örnek.
Humeyni’nin hayali, devriminin bayrağını Kahire’den Riyad’a, Bağdat’tan Şam ve Beyrut’a tüm Arap başkentlerinde dalgalandığını görebilmekti. Ardından “Gâib İmam Mehdi’nin davetini” dünyanın tüm bölgelerine yaymayı umuyordu.
1955 yılında Humeyni’nin İranlı yetkilileri, gerçektende terör ile en kötü şekliyle ilişki kurdu. Devrim Muhafızları, terör örgütleri arasında daha önce görülmemiş bir “uluslararası terör ağı” oluşturmayı başardı. Dünyanın her yerinden (sağcı ve solcu) radikal örgütleri düzenlediği konferansta bir araya getirdi. “Japon Kızıl Ordu”, Ermeni ASALA örgütünü, PKK örgütü gibi solcu örgütleri Irak’lı İslami Davet Partisi ve Lübnanlı Hizbullah örgütü gibi örgütleri aynı çatı altında bir araya getirmeyi başardı. Bu desteğin amacı, tam olarak Molla rejiminin vizyonuna uyan örgütlere silah yardımı yaparak başta Körfez ülkeleri olmak üzere İran’ın tüm Ortadoğu bölgesinin kaynaklarını kontrol etmesinin önünü açmaktı.
İran ve Müslüman Kardeşler
Ayetullah Humeyni ve Genel Mürşid/Rehber olarak adlandırılan Müslüman Kardeşler (İhvan) Örgütü’ün kurucusu arasındaki derin ilişkinin köklerine kadar inmek kuşkusuz bu yazının sınırlarını aşmakta.
Dolayısıyla İhvan ve İran Şiileri arasında her zaman bağlantı ve köprüler olduğunu belirtmekle yetineceğiz. Bu nedenle devrimin başarılı olmasının ardından kendini diğer mollalardan ve büyük din adamlarından ayırmak için Humeyni’nin “Mürşid/Rehber” sıfatını seçmesi gerçekten de ilginçtir. Yine Humeyni’nin devrimi başarılı olduğu ve İran’daki Şah rejiminin güneşi batarken Mısır’da uzak görüşlü bir adam, Humeyni iktidara geldiğinde Ortadoğu’nun hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını söylemişti. Bir yıldan kısa bir sürede adamın bu öngörüsü gerçekleşti.
6 Ekim 1981 günü, Mısır silahlı güçlerinin “1973 Ekim Zaferi’nin” nedeniyle her yıl düzenlediği askeri geçit töreninin tarihiydi. O gün, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat bir grup teröristin kurşunları ile öldürüldü. Kimileri bu grubun, İhvan örgütünün bir parçası olduğunu iddia etti. İran ise sadece Mısır’daki radikal terörist grupları desteklemekle yetinmedi bunun yanında birçoğuna eğitim, silah ve finans desteği de sağladı. Mısır’dan kaçanların İran’da ikamet etmelerine izin verdi. Bununla da yetinmeyerek politik bir kışkırtma olarak nitelenecek bir hareketle Tahran’ın önemli bulvarlarından birine Sedat’ın katili “Halid El-İslambuli’nin” adını verdi.
İranlı liderlerin, bir yandan Mısır’da radikalizmi ve terörü desteklediklerken diğer yandan İran içlerinde de buna paralel bir terör politikası takip etmesi gerçekten çok ilginçtir.
“Humeyni’nin Hayalinin” başlangıç tarihi 4 Kasım 1979’dur. Bu tarihte, Tahran’daki ABD Konsolosluğuna saldıran 500 İranlı gösterici, aralarında konsolosluk çalışanları ve ziyaretçilerinin buluduğu 90 kişiyi rehin aldı. Daha sonra ABD vatandaşı olmayanları, Afrika kökenli ABD’li kadınları serbest bırakırken geri kalan 52 ABD vatandaşı 444 gün boyunca rehin alındılar.
İran’ın Eymen Zevahiri, Mustafa Hamza ve Seyf Adil başta olmak üzere İslami örgüt üyeleri aracılığıyla verdiği destek sayesinde El Kaide örgütünün gelişip palazlandığı deliller ile kanıtlanmıştır. Başta DEAŞ olmak üzere çok daha radikal ve aşırı örgütler El Kaide’den türemiştir.
Tahran ve El Kaide ilişkisi
Geçen Eylül ayının başında yayınlanan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık terörle mücadele raporu, İran’ın El Kaide örgütünün topraklarında varlık göstermesine izin vererek Ortadoğu’da kaosu yaymayı sürdürdüğüne işaret etti. Raporun yayınlandığı akşam, sağcı eğilimleri ve Beyaz Saray’a yakınlığı ile bilinen ABD’li haber kanalı ağı Fox News, Dışişleri bakanlığının raporunda yer alan bilgilerin tamamen doğru olduğunu ortaya koyan raporlar yayınladı.
Ayrıca Tahran’ın sadece El Kaide örgütüne toprakları içerisinde barınma ve küresel saldırılar düzeleme izni vermediğini, buna ek olarak hala topraklarında bulunan örgütün üst düzey yetkililerini yargılamaya hazır olmadığını da ifade etti. Yine aynı haberde, İran’ın tutuklamış olduğu El-Kaid üyelerinin ismini açıklamayı reddettiği de belirtildi. ABD’li bir istihbarat kaynağı, Fox News’e yaptığı açıklamada:”İki taraf arasındaki ilişki güvenlik ve finans üzerine kurulu. Diğer bir deyişle, iki taraf her zaman anlaşamasa da örgütün güvenli bir sığınağa ihtiyacı var. Bunun karşılığnda da İranlılar örgütün yönettiği uyuşturucu kaçakçılığından pay elde ediyor” dedi.
Ancak mevcut durum ne kadar ciddi olsa da bu uzak ilişkinin tarihi arka planını yansıtmıyor. Yakın bir zamanda New America sitesi, bu ilişkinin üzerindeki sır perdesini aralayacak bilgiler yayınladı. Site haberinde, Tahran ve El Kaide arasında uzun yıllara dayanan bir ilişki olduğunu ve Tahran rejiminin bu süre boyunca terör örgütünü kendi çıkarları için kullandığını açıkladı. New America’nın yayınladığı bilgiler, Amerikan istihbarat örgütü CIA’in ele geçirdiği bazı çok gizli belgelere dayanıyor. Bu belgeler; 2011 yılında Pakistan’ın Abbottabad şehrinde El Kaide örgütü lideri Üsame bin Ladin’in kaldığı eve düzenlenen saldırının ardından CIA’in eline geçmişti.
Açıklanan 300 belgenin içeriği gerçektende çok ilginç. Elbette açıklanmayan ve gizli kalan birçok belge, çok daha önemli bilgiler içeriyor. Belgelere göre, İran ve El Kaide arasındaki ideolojik ayrışma ve güvensizliğe rağmen iki tarafta stratejik temele dayalı pragmatik bir noktada buluşmayı başarmış. Yani İran, örgüte sunduğu yardım karşılığında, belgelerin birinde yer aldığı gibi “gerçek düşman” olarak nitelenen ABD karşıtı dış politikasına hizmet etmesini talep etmektedir. Söz konusu belgede:”İran örgüte destek vermeye, finans ve silah yardımı ve ihtiyacı olan her şeyi sağlamya hazırdır” ifadesi de yer alıyor. Yine aynı belgede, İran rejiminin amaca giden her yol mübahtır temeline dayanan pragmatikbir politika benimsediği de belirtiliyor.
El Kaide ise kendi açısından, 1988 yılındaki kuruluş tarihinden itibaren İran’ınkendisine karşı esnek bir politika benimsediğini belirtiyor. Bu nedenle örgüt üyeleri hatta Bin Ladin ailesinin fertleri 11 Eylül 2001 saldırıları ve Taliban rejiminin düşmesinin ardından İran’a sığınmakta bir beis görmediler.
Irak ve Süleymani’nin planları
BM Genel Kurulu oturumları sırasında İran ile ilgili düzenlenen konferansta konuşan ABD Ulusal Güvenlik daışmanı John Bolton, Washington’un İran’a karşı katı bir politika izlediğini vurgulayarak: “Hamaney’in (şimdiki Dini Mürşid/Rehber) Ortadoğu ülkelerini yıkmasına izin vermeyeceğiz. Aralarında (General) Kasım Süleymani’nin de olduğu üst düzey yetkilileri hedef alacağız. Uygulamak istediği tüm kötü planlara karşı koyacağız” dedi.
Acaba Bolton neden bilhassa Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Tugayı’nın lideri KasımSüleymani’nin adını andı? Çünkü kendisi İran’ın Ortadoğu teröründen sorumlu isimdir. Bu bilginin kaynağı Irak’taki ABD silahlı güçlerinin eski komutanı General David Petraeus’dur. 2008 yılının Nisan ayında ABD senatosu Silahlı Kuvvetler Komisyonu’na verdiği ifadede, İran’ın Irak’taki Şii savaşçılara gelişmiş silahlarla desteklediğini belirtmişti.
Gerçektende İran adına Irak’ta dizginleri elinde tutan kişi Süleymanidir. ABD ordusu tarafından esir alınan üst düzey bazı Şii liderler ile Kudüs Tugayı üyelerinin sorguları, Irak topraklarındaki İran terör eylemlerinin kapsamı ve niteliğini ortaya çıkarmıştır.
Burada, bir dönem Süleymani’nin Petraeus’a bir mesaj gönderdiğine işaret edelim. Bu mesajı iletme görevini de üst düzey bir Iraklı komutan üstlenmişti. Bu mesaj; Iraklı ordusu ile Koalisyon güçlerinin yoğun çabası ile Bağdat ve Basra’daki Iraklı Şii savaşçıları hedef alan “Süvarilerin Saldırısı” adlı askeri operasyonun başladıktan sonra Petraeus’a iletilmiş. Mesaj içerik olarak şöyle:”General Petraeus, ben ki İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan ile ilgili politikasından sorumlu Kasım Süleyman’ım. Bağdat’taki büyükelçimiz Kudüs Tugayı’nın bir üyesidir. Ondan sonra gelecek olan elçi de Kudüs Tugayı üyesi olacaktır”.
Hizbullah’a verilen destek
Süleymani Petraus’a gönderdiği mesajında, yine açık ve net bir şekilde daha önce zikrettiği ülkelerin komutası altındaki İran’ın uzantılarının tarafında kontrol edildiğini de itiraf ediyor. Diğer bir deyişle, Humeyni’nin köklü terör planı ve İran devrimi bayrağını dalgalandırma hayali tarihi efsanelerden ibaret olmayıp gerçek stratejik hedeflerdir. Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasında İran’ın oynadığı terör rolünü en iyi şekilde ifade eden kişi, Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nde İstihbarat ve Terörle Mücadele Programı Stein’in müdürü Dr. Matthew Levitt’tir. Levitt, İran’ın geçen yıllar boyunca desteklediği örgütler arasında en önemlisinin Hizbullah olduğunu belirtiyor. Ayrıca Hizbullah örgütü üyelerinin, ülkedeki balistik füze, nükleer ve silahlanma faaliyetlerinde derin bir şekilde görev yapan İran istihbarat yetkilileri ve Devrim Muhafızları üyeleri ile yakın ilişkileri bulunduğunu da sözlerine ekliyor.
Bu çerçevede, bazı küresel istihbarat teşkilatları, 2006 yazından itibaren İran’ın Hizbullah’a 1 milyar dolardan fazla doğrudan yardımda bulunduğunu tahmin ediyor. İran terörünün en tehlikeli yönü ise yaymaya çalıştığı ideolojik terördür. İran’ın, dünyanın her yerine konuşlanmış Hizbullah örgütü üyelerini ve hücrelerini etkileyerek toprakları dışında saldırılar gerçekleştirmelerini sağlayabileceği ifade ediliyor.