Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Karen Pierce: Ortadoğu’ya istikrar Helsinki Nihai Senedi gibi bir anlaşmayla gelebilir | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bu yılın başında göreve geldiğinden bu yana demeç verdiği ilk Arap gazetesi Şarku’l Avsat olan İngiltere’nin BM daimi temsilcisi Karen Pierce, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) Ortadoğu’da istikrarı sarsmakla suçladı ve İranlıları Yemen’den çıkaracak kapsamlı bir politika geliştirilmesi çağrısında bulundu. Ardından BM Elçisi Martin Griffiths’in, Husi milislerin Hudeyde’den geri çekilmesini şart koşmakla bu siyasi süreci başlatmaya çalıştığını açıkladı.

Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) Suriye ve diğer ülkelerde küresel planda yasaklı olan zehirli gaz kullanımının sorumlularını tespit etmek için Rusya’nın muhalefetine rağmen çalışmalar yürüttüğünü ortaya koydu. Bu noktada İngiltere’nin üye devletlere, bu ayın 26 ve 27’sinde Lahey’de kimyasal silahlar sözleşmesi için bir konferans yapılması teklifi sunduğuna işaret etti. Hedefin ise Örgüt’ün sorumlu taraflara suçlamalar yöneltme yetkisini oylamaya sunmak olduğunu ifade etti.

İngiliz temsilci, Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Muhammed b. Selman’ın liderliğinde yürütülen iç reform programını oldukça etkili bulduğunu söyledi. Ayrıca Ortadoğu’da istikrarı güvence altına alacak bir mekanizmanın oluşması ve Suudi Arabistan Krallığı ile İran arasında 1975 yılında Batı ülkeleri ile eski Sovyetler Birliği arasında imzalanan Helsinki anlaşmasının benzeri bir anlaşmanın imzalanmasına yönelik temennilerini dile getirdi. Söz konusu anlaşma Soğuk Savaş süresince ilişkilerin çerçevesini belirlemişti.

Kısa süre önce Kraliçe II. Elizabeth’in doğum günü şerefine İngiltere Krallığı’ndan ‘Hanımefendi’ unvanı alan İngiltereli temsilci, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda BM’nin öncelikli dosyalarına dair de konuştu. ABD Başkanı Donald Trump ile Kuzey Kore Lideri Kim Jong-un’u Singapur’da bir araya getiren tarihi zirvenin ardından Kuzey Kore’de işlerin yolunda gitmesi durumunda BM Güvenlik Konseyi’nin gerekli rolü üstleneceğine olan inancını dile getirdi ve şöyle dedi: “Bu noktalara BM Güvenlik Konseyi’nin güçlü bir Amerikan yönetimi arkasında birlik olması sayesinde geldik. Nitekim Konsey tarafından senelerdir bir dizi karar halinde alınan yaptırımların uygulanması için, baskı oluşturabildi. Bu baskılar, Kuzey Kore’yi müzakere masasına getirmede esaslı bir rol oynadı. Konsey, gerekli tutumu almak için konuyu Konsey’e sunmanın faydalı olup olmadığını Amerikalılardan duymayı bekliyor.”

Güvenlik Konseyi, İran’a karşı Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı destekleyerek izlediği yolu Kuzey Kore ile de takip edecek mi yoksa başka bir rota mı çizecek şeklinde sorulan bir soruya şöyle yanıt verdi: “Böyle bir senaryo mümkün. Ancak en olası senaryo, daha sınırlandırılmış olmasıdır.” Bu, yaptırımların aşamalı bir şekilde azaltılması anlamına geliyor.

DMO, istikrarı sarsıyor

Pierce, Kuzey Kore’ye ilişkin son gelişmelere işaret ederek, bölgede ve dünyada ‘birçok pastada parmağı olan’ İranlılar için alınabilecek birçok ders olduğunu vurguladı ve İranlıları, Ortadoğu’da istikrarı sağlamanın en iyi yolu olarak Amerika da dâhil olmak üzere Batı ile daha iyi bir diyalog geliştirmeye davet etti. Onun ve özellikle de DMO’nun İran’ın meşru güvenlik kaygıları adı altında sebep olduğu birçok kargaşanın, bölgede istikrarı sarsacak bir yol takip ettiğinin altını çizdi. Ardından İranlıların, Yemen gibi doğrudan hiçbir güvenlik çıkarının olmadığı ülkelere de meselelerini taşıdığını gözlemlediğini ifade etti. Ayrıca İngiltere ve Batılı ülkelerin İran’ın bölgedeki olumsuz rolünü bitirme yolunda ‘net bir politika’ uyguladığını zira bu ülkelerin ‘İran’ın istikrarı sarsan faaliyetlerini dizginlemek’ için Amerika ile işbirliği yaptığını belirtti. Bununla birlikte İran’ın nükleer faaliyetleri üzerindeki kısıtlamaları kaldırmak yerine nükleer anlaşmanın sürdürülmesinin daha iyi olacağına inandığını da ekledi.

Bu konuda şu ifadeleri kullandı: “Biz, İran’ın güvenlik çıkarlarının meşru olduğunu kabul ediyoruz. Ancak balistik füzeler konusundaki bazı faaliyetleri, sahip olabileceği makul ihtiyacın ötesine geçmektedir. İran’ın elinde birçok füze var. Bunların bir kısmı İsrail’e doğrultulmuş bir kısmı da Suud Krallığını ve BAE’ye atılmak üzere Husilere gönderilmiştir. Bu füzelerin İran’da geliştirilmesi ve üretimini sınırlandıracak bir yol bulunması gerekir. Bununla birlikte elbette tüm füzelerin üretimini kapsayacak bir yasak söz konusu olmayacaktır.”

BAE ve Suudi Arabistan’ın kaygıları son derece anlaşılır

İran’ın Suriye’de Esed’e, Lübnan’da Hizbullah’a ve Yemen’de Husilere olan desteği hakkında Pierce şu görüşü savundu: “Bölge ülkeleri, bölgede istikrarın gerçekleşmesi için önemli sorumluluklar yüklenmektedir. Bunun için Yemen’de Husilere karşı bir strateji geliştirilmesi gerekir. Ancak daha kapsamlı bir politika geliştirmek ve nihayetinde İran’ın Yemen’deki askeri varlığını sonlandırmak için Yemen içindeki diğer grupların da sürece katılması lazım. Biz Suriye’deki İranlılar ve Ruslara nüfuzlarını bir politika geliştirmek için kullanmaları çağrısında bulunuyoruz. Bu bağlamda Suudi Arabistan Krallığı ve İran arasında da böylesi bir diyaloga ihtiyaç doğacaktır. Hudeyde’nin durumu oldukça endişe verici. Husilerin bir kısmı İran’dan gelen füzelerle Suudi Arabistan’a saldırması, yasal değildir ve durdurulması gerekir. Suudi Arabistan ve BAE’nin Yemen’den yana güvenlik kaygıları olması anlaşılır bir şeydir ve çözüm üretilmelidir. Bununla beraber Yemen’de askeri bir çözüm olamaz. Bir siyaset geliştirilmeli. BM Elçisi Martin Griffiths, bunun için çalışıyor. BM de Husilerin Hudeyde’den çekilmesi için görüşmeler yürütmektedir.”

Konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Husilerin kullandığı füzelerin bir kısmını İran temin ediyor. BM Güvenlik Konseyi, Husilere füze tedarikine dair birtakım kararlar çıkardı. Martin Griffiths’in barış planı, Güvenlik Konseyi’nin Hudeyde ve Salif limanlarının açık kalması kararlarına uygun olarak Husilerin Hudeyde’den tahliye edilmesini içermektedir. Nitekim bu iki liman, Yemen halkının hayata damarları hükmündedir. Ancak bu planın uygulanması için bir takvim belirleyemeyiz.”

Suriye hakkında da düşüncelerini şu şekilde ifade etti: “Ben, Rusya’nın her adımının barışın gerçekleşmesi yolunda atıldığını düşünmüyorum. Aksine yaptığı birçok şey, halkına saldırmak da dâhil olmak üzere Başkan Esed’i destekler mahiyetteydi. Bununla birlikte Rusya’nın gerilimi azaltma bölgeleri ve Astana süreci gibi fayda sağlayan birçok çabası da mevcuttur. BM Suriye Elçisi Staffan de Mistura, yakında anayasa komisyonunu oluşturabilir. Ruslar, Esed’e karşı mümkün olan en uzak etkiyi kullanmıyorlar.”

Esed ya da Suriye’de bir başkasının kimyasal silah kullanımından yargılanıp yargılanmayacağına şöyle yanıt verdi: “Ben, bu konuyu kuşatan koşulları göz ardı ederek iyimser davranmak istemiyorum. Zira biz, kimyasal silah kullanmasından ötürü bir kimseyi mahkemeye getirtecek güçten yoksunuz. Hâlihazırda özellikle de bu konuya özel uluslararası bir mahkeme mevcut değil. Bu yüzden iş, Suriye’de ya da başka herhangi bir yerdeki ulusal mahkemeye kalacaktır. Burada önemli olan, uygun bir işleyişin; delillere dayalı olarak kimyasal silahı kimin kullandığını belirleyecek uluslararası bir mekanizmanın ve hesap verilebilirliğin olmasıdır. Faillerin mahkemeye teslim edileceği güne hazır olmak için delillerin toplanması çok önemlidir.”

Rus mevkidaşı Vasily Nebenzya’nın bu ayın sonunda Lahey’de zehirli gaz kullanımına karşı OPCW’ye yetki verilmesi için düzenlenecek olan konferansın devam eden hazırlıklarını ‘tehlikeli’ olarak değerlendirmesine ise şu yorumda bulundu: “Bunu neden tehlikeli bulduğunu bilmek istiyorum. Yetki verecek ve bu sakıncalı silahların kullanımını sorgulayabilecek bir mekanizmanın varlığında herhangi bir tehlike göremiyorum. Bu, dünyayı daha güvenli bir yer kılar zira bu, gelecekte bu silahları kullanmaya teşebbüs eden başka insanları caydırıcı bir unsurdur. Bu, seçeneklerden biri olan Güvenlik Konseyi’nin yetkisinde olmak zorunda değil. Yetki belirleme meselesini çözümlemek için kimyasal silah anlaşmasını kullanmak gibi bir başka seçenek daha var. Kimyasal silah anlaşmasının tarafı olan ülkelerin Haziran’ın sonunda gerçekleştireceği toplantının hedefi budur.” Sözlerinin devamında Rusların veto hakkını sahip oldukları Güvenlik Konseyi’nin rolünü neden kısıtladığını sorguladı.

Batı ülkelerinin Suriye’de Esed’siz bir çözüm hedefinden vazgeçmediklerini vurguladıktan sonra şu sözleri ekledi: “Biz, dünyanın gerçekliğine göre iş tutuyoruz. Siyasi sürece ön koşullar dayatmanın işe yaramayacağı son derece açık. Dolayısıyla biz, siyasi süreci ilerilere taşımak için Ruslarla, başkaları ile ve BM ile çalışmaya hazırız. Bu sürece taş koyacak herhangi bir ön şart öne sürmeyeceğiz.”

Gazze’deki gerilim

Pierce, Filistin-İsrail çatışması ve Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’un aralarında bulunduğu BM organlarının tanık olduğu son çekişmeler hakkında da konuştu. Gazze’de yaşanan son gerilim ve özellikle Filistin halkı için uluslararası koruma talep eden ve İngiltere’nin oylamada çekimser davrandığı metne ilişkin olarak İngiltereli temsilci şu ifadeleri kullandı: “Ülkem, kendi lehine oy kullanabilmek için bu metinlerin dengeli olmasını bekliyor. Genel Kurul için hazırlanan metin, dengeli değil. Zira Hamas Hareketi’nin hatalarını görmezden geliyor. İstenen koruma mekanizmasına ulaşmak için belirsiz kalan işaretler başka zorluklara sebep oluyor. Ben, iki devletli çözüm yoluyla Ortadoğu’da barış sürecini şekillendiren ve İsrailli ve Filistinlileri bunu görüşmek için müzakere masasına davet eden makul ve dengeli bir karar çağrısında bulunuyorum. Bu, teorik olarak mümkün. (…) Ancak bunu eyleme dökebilmek oldukça zor. Hala, Amerika’nın barış önerilerini bekliyoruz. Umarım yakın zamanda gelir. Zira her iki tarafı da müzakere masasına oturmaya ikna edecek böylesi bir karara yön verecektir.”

Libya hakkında da şu değerlendirmede bulundu: “Paris toplantısı verimliydi. Nitekim tüm meseleleri ele aldı ve ilerlemek için mümkün olan yolu belirledi. Ancak önümüzdeki iki ay boyunca Güvenlik Konseyi’nin çabalarını en iyi şekilde desteklemek ve tüm tarafları bir araya getirmek hedefiyle BM Genel Sekreterinin özel temsilcisi Gassan Selame ile daha derinlikli bir diyalog yürütmesi lazım.”

Çıkar çatışması, Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırıyor

Ortadoğu’nun daha da istikrarsızlaşma yolunda ilerleyip ilerlemediğine dair sorulan bir soruyu ise şöyle cevapladı: “90’lardaki Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından yenidünya düzeni hakkında çok konuşuldu. Bu, Balkanlar gibi birçok bölgede bir süre istikrarsızlığa sebep oldu. Ancak genel anlamda belirli bölgelerde sakinlik hüküm sürdü.

Şu anda ön plana çıkan şey, daha modern ve ekonomik, güvenlik ve siyasi çıkarlara sahip ülkelerin küresel sahneye çıkmasıdır. Ancak Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi herhangi bir çerçeve söz konusu değil.

Bu ülkelerin, kendi bölgelerinde ve dünyada ekonomik ve güvenlik açısından mevzilendiğini görüyorum. Bence bu durum, daha önce görülmemiş bir şekilde çıkarların daha çok çatışmasına sebep oluyor. Zira Ortadoğu ülkelerinin çoğu, daha önce küresel planda bir oyuncu olmadı. Yeni sayılabilecek G-20’ye bakacak olursak o, birçok ülkenin nasıl ani bir şekilde önemli ekonomik ve siyasi oyuncuya dönüştüğünü bize anlatır. Çıkarların çatışması çok normal.

Biz henüz, böylesi bir çıkar çekişmesini yönetmemizi sağlayacak bir çerçeveden yoksunuz. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile Avrupa Meclisi’nin yanı sıra Doğu-Batı ile G-7 ülkeleri arasındaki çalışma çerçevelerinin birçoğu da dâhil olmak üzere Avrupa bu çerçeveye sahip. BM ve G-20 hariç dünyanın geri kalanı ise buna sahip değil. Tüm bu çıkar çatışmalarını istikrarsızlık ve çekişme tehlikesinden uzak bir şekilde yönetebilmek için daha kapsamlı bir diyalog ve tartışmaya ihtiyaç var.”

ABD’nin lider rolünün küresel sahneden geri çekilmesi hakkında ise şu yorumda bulundu: “Bence bir dönemece girdi. Geri dönecektir. Zira Amerika’nın sınırları ötesinde birçok çıkarı bulunmaktadır. Amerika, en kısa sürede tutumunu değiştirmekle işe başlamalıdır. Ancak Birleşik Krallık, Fransa, Almanya ve Suudi Arabistan’ın aralarında yer aldığı yeni bazı ekonomik güçlerin istikrar için farklı bölgelere daha fazla yardım etmesi şart. Suudi Veliaht Prens Muhammed b. Selman’ın oldukça etkileyici bir reform paketi var. İslam Konferansı Örgütü, bölgedeki iç meselelerin yönetilmesine yardımcı olmak için Avrupa’da olduğu gibi bir takım mekanizmaların geliştirilmesine destek olursa çok daha ilgi çekici olacaktır. Örneğin Avrupa’da, Rusya, Batı ve AGİT arasında imzalanmış Helsinki Nihai Senedi var. Ve bu anlaşma ile ulusal azınlıklar ile nasıl başa çıkılacağı, bölgesel düzeyde sosyal ve ekonomik meseleler ve anayasal değişiklikler hakkında istişarelerde bulunuyor. Ancak Ortadoğu’da sizin böyle bir standardınız yok. Daha çok Afrika Birliği üzerinden Afrika’da mevcut olduğunu biliyoruz.”

Son olarak, Ortadoğu’daki asıl güçlerin söz konusu çıkar çatışmasını idare etmeye yardımcı olacak kurumsal sistemler isteyip istemediğini sorguladı ve şöyle bitirdi: “Ben şahsen, İran ve Suudi Arabistan arasında Helsinki benzeri bir anlaşmanın olması gerektiğine inanıyorum.”