Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Oslo’dan uzlaşma sürecine ‘Filistin’ | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Filistin mi zamanı yordu, zaman mı Filistin’i yordu? Dünya varlık alemine kanlı manevi ikiziyle geldi, Filistin efsanesi… Semavi dinlerin nurları burayı çepeçevre sardı ve inançlar, akıl ve bilek gücünü kullanarak birbirleriyle bu topraklarda mücadele ettiler. Filistin bazen dillerde ve kulaklarda kaybolmuş olsa da vicdan ve gönüllerde her daim canlı kaldı. Her ne kadar yüzyıllar boyunca halklar ve dinler arasındaki sıcak ve soğuk savaşların ateşi sönmemiş olsa da Filistin, çatışmanın zor tutuşan ateşi olarak kalmaya devam etti.

İnsanoğlunun yaşadığı dönemlerin her aşamasında hassas zamanlar vardır, akıl ve vicdanlar oraya odaklanır. 1950’lerin başından beri, Vietnam meselesi dünyanın doğusundaki ve batısındaki devler arasındaki soğuk savaşın sıcak çatışmaya dönüşmesini sağlayan bir ateş oldu. ABD’nin, Çin Halk Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği tarafından desteklenen Ho Chi Minh liderliğindeki komünist Kuzey Vietnam güçleri olan Vietcong’a karşı vurucu askeri güçleriyle müdahale etmesiyle hem askeri hem de insani düzeylerde küresel bir patlamaya dönüştü. Bu savaş, dünyanın politik ve medya kulaklarını çınlatan bir çığlık oldu ve dünyayı ABD’ye karşı harekete geçiren insani bir mesaj haline geldi. Bu çığlık, ABD’nin içinde de kuvvetli bir şekilde yankılandı.

Günler ve aylar sonra, ABD kuvvetleri Güney Vietnamlı kuvvetlerle birlikte geri çekildi ve Vietcong güçleri Güney’in başkenti Saigon’a doğru akmaya başladı. ABD barışın fırtınalarına yenik düştü ve savaşı bitirdi. Vietnam Komünist Partisi’nin liderliğinde kuzey ve güney birleşti ve Doğu ile Batı arasında korkunç bir kanlı savaşın geniş bir sayfası dürülmüş oldu. Ama tarih ve insan, vicdanın satırlarında konuşmalarını sürdürdü. Bu, tarihte yaşanıp geçmiş bir hadiseydi. Bununla birlikte bütün dünyadan milyonlarca insanın duygularının yoğunlaştığı bir odak haline geldi. Ancak yine de Mao Zedong ve ABD Başkanı Richard Nixon arasındaki tarihi el sıkışmaya katkıda bulundu ve Doğu ile Batı arasında bir barış safhasının kapısını aralamış oldu. Cezayir’in uzun Fransız sömürgesine karşı devrimi, coğrafi, ulusal ve dini sınırları aşan, insan aklının ve vicdanının bir ayaklanmasıydı. Cezayir’in bir milyondan fazla şehit verdiği bu devrim, birçok Afrika ülkesinin bağımsızlık kapısını aralayan bir anahtar oldu.

Medya çekici ile her gün vicdanları yaralayan bir siyasi mesele vardı ki Güney Afrikalıların ırkçılığa karşı mücadelesi patlak verene kadar hiç kimsenin ciddi anlamda ilgisini çekmedi. Nelson Mandela, sonradan belli bir duyarlılık kazanan medya aracılığıyla evlere ve vicdanlara giren isim oldu.

Filistin sorunu 20. yüzyılın beşiğinde Balfour Deklarasyonu ile doğdu ve sessizlik ile gürültüler arasında büyüdü. Kanlı hadiseler patlak verdi, siyasi ve askeri haritalar değişti. Çıkarlar, dengeler, eksenler ve ittifaklar arasındaki çatışmalar, askeri güçler kullanılarak devam etti. Birinci Dünya Savaşı ile başlayan bu çatışmalar İkinci Dünya Savaşı’na dönüştü. Bu savaşların dünya çapında politik, askeri, mali ve kültürel yansımaları oldu. 1947’de Filistin’in Yahudilerle Araplar arasında bölünmesi, adı konmamış bir savaşın fitilini ateşledi. Yahudiler bu anlaşma ile harita üzerindeki alanlardan çok daha geniş bir alana sahip oldu. BM kararı Kudüs’ü uluslararası bir alan haline getirdi ve Yahudiler batı bölümünün idaresini devraldı. Ancak radikal Yahudiler, bölünme kararını reddetti, gözlerini ve zihinlerini Doğu Kudüs’e dikti. Zira Mescid-i Aksa ve Beytu’l-Makdis bu kısımdaydı ve Süleyman mabedinin bunun altında olduğuna inanıyorlardı. 1948’den 1967’ye kadar, Filistin meselesi uluslararası siyasetin fırtınaları arasında kaybolup gitti. Fakat Filistin davası, Filistin ve Arapların zihninde, vicdanlarında ve konuşmalarında hiçbir zaman kaybolmadı.

Mülteci kamplarının sefaletinde doğan yeni bir Filistinli nesil var. Filistin’in kurtuluşu adına sloganlar atıldı, hamasi konuşmalar yapıldı ve ezgiler bestelendi. Ancak bu yeni neslin Arap ordusuna yönelik ümitsizliğine çare olmadı. İşgal altındaki topraklar ve dışarıda çeşitli silahlı eylemler gerçekleştirdiler. Birçoğu bu eylemleri tenkit etti. Ama Filistin diye bir trajedinin varlığını ilan etmiş oldular. Yaser Arafat’ın liderliğindeki Fetih Hareketi silahlı ve siyasi mücadelenin öncülüğünü yapmış oldu. Golda Meir, “Filistin ya da Filistin halkı diye bir şey yok” dedikten sonra dünya politik haritasında bir direniş kaçınılmaz hale geldi. Medya Filistin meselesini daha sempatik bir şekilde konuşmaya başladı ve hatta meseleyi desteklemeye başladı.

Madrid Konferansı’ndan Oslo’ya, İsrail ile yürütülen müzakereler bu direnişin bir aracı haline gelirken, hadiselerin yoğunluğu arasında iyi bir alternatif oldu.

İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki Oslo Anlaşması, ABD himayesinde imzalandı. İsrail, FKÖ’yü tanıdı. Örgüt de İsrail Devleti’ni tanıdı. Anlaşmanın içeriği çok da net değildi. Öne çıkan temel meseleler şunlardı;

‘Filistin devleti, mülteciler, Kudüs, yerleşim ve sınırlar ve sözde nihai çözüm…’

Filistinlilerin başarı ve zafer olarak gördükleri tek şey, Gazze ve Batı Şeria’da Filistin Ulusal Yönetimini kabul ettirmeleriydi.

Ardından seçimler gerçekleşti, Hamas kazandı ve hükümeti kurdu. Ancak Fetih ile Hamas arasındaki çatışma çok çabuk patladı ve Ulusal Yönetim Gazze’den ayrıldı.

Şimdilerde ise Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul ettikten sonra Filistin’e olan mali desteği askıya aldı. İsrail ise yerleşim yapısını bir sınırlama olmaksızın genişleterek, ‘Yahudi Ulus Devlet Yasası’nı kabul etti ve böylece Oslo ölüme terk edilmiş oldu. Netanyahu’nun nazarında Filistin yönetimi, Batı Şeria’daki güvenliği kontrol eden, Filistinlilere yönelik hizmetleri idare eden bir formalite belediyesinden ibarettir. Batı Şeria’daki Filistin toprakları, haritada, bir kaplanın derisine yayılmış yara berelere benzemektedir. İsrail bu toprakları Ramallah Belediyesi’nin himayesinde belediye başkanları tarafından yönetilen küçük beldeler olarak görüyor.

Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze ise Ramallah’taki hükümet ve rejimi tamamen reddediyor ve onunla uzlaşma ya da anlaşmaya hiçbir açık kapı bırakmıyor. İhvan (Müslüman Kardeşler) ideolojisini benimsediği için ‘denizden nehire kurtuluş’ sloganı üzerinden yürüyor. Ve İsrail Devleti’ni tanımayı da reddeder.

İsrail’in ABD ile birlikte açık bir stratejisi var, o da; mali yardımları keserek Ramallah’taki iktidarı bitirmek, Filistin yönetiminin uluslararası politik faaliyetlerini kuşatmak, Filistinliler arasındaki ihtilafı körüklemek ve onları zamanla dermansız düşen bir beden gibi güçsüz kılmak. Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas, Filistin liderliği tarihindeki son şahsiyettir ve İsrail’in bakış açısına göre ondan sonraki sürece belirsizlikler hâkim olacaktır. Yahudileri ve Arapları Filistin topraklarında eşit haklar ve görevler üzerinden bir araya getirebilecek tek demokratik devlet, zamanın toprağına gömülmüş gözükmektedir. ABD Başkanı Donald Trump’ın bir sözüne karşılık olarak bir Arap alaycı bir şekilde yanıt vermişti; “Bu durum, İsrail’in başbakanının birkaç yıl sonra Muhammed olacağı anlamına geliyor.”

Gazze için sunulan son ekonomik reçete, her ne kadar insani renge sahip olsa da Batı Şeria ve Gazze’nin arasındaki ayrımı kurumsallaştırmayı amaçlıyor. Gazze’nin yaşadığı dayanılmaz acılar istismar edilmek istenmektedir. Reçeteye göre buraya yatırımlar yapılacak ve Gazze Şeridi serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde müreffeh bir alan haline getirilecek ve böylece Filistinlilerin yıllardır hayalini kurduğu gelişmiş devlet modeli oluşturulmuş olacak. Ve nihayetinde İsrail’e yönelik saldırılar da azalmış olacak.

Filistin halkının bu iki tarafı arasındaki uzlaşma yolculuğu uzundur. Mekke’den Hartum’a oradan Kahire’ye uzanmaktadır. Son durum ise gerçekleşmesi hayal olan bir şeyin arkasından koşulduğunu göstermektedir. İki tarafı birbirinden ayıran şeyler, bir araya getiren ortak noktalardan çok daha fazladır. Kanlı çatışma noktasına ulaşan ihtilafın taşları birikmiştir. Ve iş Gazze’ye yaptırımı uygulama noktasına gelmiş, Hamas ise Filistin yönetimini İsrail’le ittifak yapmakla itham etmiştir. İsrail ile Hamas arasında uzun vadeli bir ateşkes anlamına gelen uzlaşma, Gazze şeridini müreffeh bir bölge kılacaktır. Yani güçlü ekonomik yapıya İslami renk verilmiş olacaktır. Bu, İsrail’in desteklediği nihai çözümdür. Filistin tarafları arasındaki bu keskin düşmanlık, Filistin yönetimi ve Hamas arasındaki ayrılık duvarının taşlarını örüyor.