Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Petrol zengini ve su fakiri ‘Basra’ | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Artık bıçak kemiğe dayandı. Sabrı taşan Basra halkının yıllardır süren zulme karşı daha fazla sessiz kalması mümkün değil. Binlerce kişi, en temel hizmetleri bile karşılanamayan Basra’daki zorlukları protesto etmek için sokağa döküldü. Irak’ın petrol açısından en zengin kenti olan Basra Körfezi’ne dayanan ve Dicle ile Fırat nehirlerinin birleştiği yerde bulunan Basra, susuzluk çekiyor. Şehir içme suyu eksikliğinden muzdarip. Öyle ki en temel ihtiyaçlar bile elde edilemiyor.

Gösteriler sırasında aralarında gençler ve güvenlik güçlerinin de bulunduğu 15 kişi hayatını kaybederken, onlarca kişi de yaralandı. Bu gösteriler, milyonlarca Iraklının art arda gelen krizlerden çıkma yönündeki ümitlerinin yıkılmış olduğunu gösterdi. Gösterilerin Bağdat’ta hükümeti kurmak için yürütülen siyasi istişare toplantıları ile aynı zamana denk gelmesi ise dikkat çekiciydi. Ama görünüşe göre sokaktaki halkın dertleri ile politikacıların dertleri arasında çok büyük fark var. Bu istişare toplantılarında, halka nasıl içme suyu tedarik edileceği, işsizliğin nasıl sona erdirileceği, ekonomi için kapsamlı bir plan hazırlanma ya da ülkenin stratejik hedeflerinin nasıl gerçekleştirileceği gibi konular ele alınmadı. Bilakis bu toplantılar, tarafların hükümetteki ‘payları’ ve kimin hangi makama getirileceği yönündeydi. Toplantılarda siyasi partilerin değiş tokuş ettiği ve pazarlık yaptığı ‘sandalyeler’ tiyatron oyununun perdelerini temsil ediyordu.

Irak Parlamentosu’nun başbakanı seçmekteki başarısızlığı, halkın temsilcilerinin, halkın ihtiyaçlarını karşılamaktaki başarısızlığını yansıtmasıdır. Şimdi ise görev süresi sona ermiş olan Haydar İbadi’nin yerine uygun alternatif bir isim tayin edilmeden istifa etmesini talep edenler var. Irak’ta daima yapılan siyasi açıklamalara dayanarak, ülkenin içinde bulunduğu krizde payı olanların üzerindeki baskının kaldırılması talebi, somut bir sonuca ulaşılmasını engelleyecektir. Çünkü asıl sorun, yeni başbakanın adını koymak ile sınırlı değildir. Bilakis asıl sorun, devletin uzun süredir kötü bir şekilde yönetilmesi, kamu çıkarlarını şahsi ve siyasi çıkarların önünde tutulmasından kaynaklanmaktadır.

Okuyucular, aslında Irak Su Kaynakları Bakanlığı adında bir bakanlığın olduğunu, bu bakanlığın iyi bir bütçeye, bakanın da dolgun bir maaşa, yetkilere ve korumaya sahip olduğunu duyduklarında kulaklarına inanamayabilirler. Bu bakanlık, geçtiğimiz 6 ay boyunca en önemli tatlı su kaynaklarından birinin (Dicle) su seviyesinin azaldığı ve en önemli şehirlerinden birinde (Basra) su kirliliğinin yaşandığı bir ülkede su kaynaklarından sorumlu olması beklenen bakanlıktır. Şehirde su kirliliği nedeniyle 20 binden fazla zehirlenme vakası yaşanmıştır. Milyonlarca kişinin sıkıntıları yaz aylarının yakıcı sıcaklığında daha da artmıştır. Irak Parlamentosu’nda Basra krizi ile ilgili düzenlenen acil oturumda ise kendisinden bilgi istenilen Su Kaynakları Bakanı Hasan Cenabi, şu sözlerle karşılık vermiştir, ”İçme suları ve arıtılmış sular diğer bakanlıkların alanına girmektedir.” Yani kendi bakanlığının sorumluluğunun dışında olduğunu söylemek istiyor. Bakan sözlerine şunu da ekledi, “Kirlenme ham su sisteminde gerçekleşmemiştir.” Görüldüğü gibi parlamento sorgulaması sırasında Bakan, öneriler sunup halkın sıkıntılarını azaltacak çözümler bulmak yerine sorumluluk üstlenmemesini haklı göstermeye çalışmıştır. Bu da yöneticilerin birçoğunun nasıl da sorumsuzca davrandıklarına, yolsuzluğa karışanlardan veya görevlerini yerine getirmeyenlerden hesap sorulmadığına açık bir kanıttır.

Yetkililerden hesap sorulmaması, devlet kurumlarına yayılmış yolsuzluk karşısında sessiz kalınması, Irak’ta bir biri ardına gelen krizlere neden olmuştur. Ülkenin bugün şahit olduğu yolsuzluk, geçmiş yıllar boyunca birinci dereceden hiçbir yetkiliden hesap sorulmamasının doğrudan bir sonucudur. Kamuya malları ile ilgili herhangi bir dava yürütüldüğünde veya Iraklı bir yetkili hakkında soruşturma başlatıldığında sonuç her zaman aynı olmuştur. Ya sanık bir başka ülkeye kaçar ya da nadiren de olsa düşük rütbeli yetkililerden biri feda edilir. Yüksek rütbeli hiçbir yetkili devlet hakkında işlediği bir dizi suçtan dolayı ne hapsedilmiş ne de cezalandırılmıştır. Ki bu suçlar genellikle; tarihi eser kaçakçılığı, 2012 yılında yapılan 4.2 milyar dolar değerindeki silah anlaşması, 2014 yılında Musul’un DEAŞ’ın eline geçmesi ve Basra’da 20 binden fazla kişinin zehirlenmesi gibidir… Liste çok uzun ve ayrıntıları farklı ama sonuç hep aynı. “Ülkeyi asıl koruması gerekenler onu soyuyorlar.”

Basra İl Meclisi’nin bu konudaki sorumluluğu da azımsanmayacak kadar fazladır. Zira Irak’ta 2003 yılında kabul edilen siyasi sisteme göre il meclisleri geçmişte olduğundan çok daha geniş yetki ve sorumluluklara sahip olmuşlardır. Basra’da ise İl Meclisi, Bağdat hükümetini ihmalkarlıkla suçlarken, Bağdat’ta ise İl Meclisi’ni görevlerini yerine getirmemekle suçluyor. Halkı çeşitli etnik gruplardan oluşan ve her bir ilinin farklı sorunları bulunan bir ülkede, federal yönetim biçimi başarılı olduğunda en iyi yönetim aracı haline gelir. Ama federalizm; yerli ve federal tarafların sorumluluktan kaçması için bir bahane haline geldiğinde işte o zaman bir felakete dönüşür.

Zaman zaman politikacıların, bir Basra bölgesi kurulması yönünde taleplerinin olduğu kulağımıza çalınıyor. Basra’nın bilhassa petrol ve tarım açısından zengin olması bu taleplerin en önemli nedenleri. Bu kriz sırasında da bu sesler yine kendini duyurmaya başladı. Ama bu öneri yine Basra halkının bu projeden ne gibi kazanımlar elde edebileceğini açıklamak yerine genellikle sadece kendi politik çıkarlarını düşünenler tarafından dillendirilmektedir. Zira yerel düzeyde yolsuzluk ile birlik düzeyinde yolsuzluk arasında çok da fark yoktur. Denetleyici hukuki yolları güçlendirmek gibi kamu kaynaklarını korumak adına mekanizmalar geliştirilmedikçe, bu krizin her boyutu ile tekrarlanacağı anlamına gelmektedir.

Gösteriler sırasında protestocular, üzerlerine ateş açılmakla tehdit edildi ve onlarca kişi gözaltına alınarak tutuklandı. Aynı şekilde bu halk hareketinden yararlanmaya çalışan taraflar da vardı. Bu da gösterilerin amacına ulaşamamasına neden oldu. Ama bu insanların içinde bulundukları durumu kabul ettikleri ya da bir daha ayaklanmayacakları anlamına gelmiyor. İran’a bağlı bazı milis güçlerin ve unsurların bu tehditlerin arkasında olduklarına dair kanıtlar bulunuyor. Çünkü göstericilerin Tahran’a karşı öfkeleri çok açık ve haklıydı. Gösterilerde, İran bayrağı yerine Irak bayrağının kullanılması, halkın, İran’ın Basra’ya el uzatmasını istemediğini gösteren bir işarettir.

Tabi ki bir diplomatik temsilciliğin yakılması hiç bir şart altında hoş görülemez. Ancak bu temsilcilik, ülkedeki olumsuz müdahalelerin sembolü haline gelip ülkenin zarar görmesine katkıda bulunduğunda halkın öfkesinin kendisine yönelmesi doğaldır.

Irak’ta sokaklar, mezhepçilik iddialarının bir yalandan ibaret olduğunu defalarca ispatlamıştır. Bugün, Şiileri temsil ettiğini iddia eden İslami partilerin ülkede iktidarda olmasının, nüfusunun büyük çoğunlu Şii olan bir şehre hiç bir fayda getirmediğine bir kez daha şahit oluyoruz. Yine bu nedenle partilerin gerçek bir telaş halinde olduklarını görüyoruz.

Mevcut durumun tehlikesi, Basra’nın ekonomik ve stratejik açıdan Irak için taşıdığı önemden kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak, mevcut siyasi duruma halkın ne kadar tepkili olduğunu da yansıtmaktadır.

Geçtiğimiz senelerde iktidara ortak olan hiçbir siyasi gücün, hata yapmadığı veya durumun kötüleşmesinde az da olsa pay sahibi olduğu inkar edilemez. Buna rağmen, sayılı olsa da halka hizmet etmeye çalışan yetkililerin bulunduğunu itiraf etmeliyiz. Ama onlar, yolsuzluk yapan ve kamu mallarını israf etmekten kaçınmayan bir akıma karşı savaşmak zorundaydılar. Bu kişilerin ve parlamentoya ilk defa girenlerin önünde, görevlerini yerine getirmek ve ciddi anlamda harekete geçmek için bir fırsat bulunuyor.

Siyasi eylemler ve politik mekanizmalar aracılığıyla etkili çözümler üretmek, tartışmasız en iyi yöntemdir. Yoksa Basra’da şahit olduğumuz sokak hareketi, bıçağın kemiğe dayandığı bu süreçte Irak’ın tamamına yayılacak geniş bir halk ayaklanmasının fitilini oluşturabilir.