Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Putin’in dördüncü döneminde Suriye ve Ortadoğu | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Rusya’nın Ortadoğu siyaseti daha etkin ve ustaca olacaktır. Bazı meselelerde genel olarak anlaşmazlıklar artsa da tırmanan bir hatta bölge ülkeleri ile ilişkilerin geliştirileceği öngörülebilir. Ama elbette kıvrımlı olacak dosdoğru değil.

Neden mi?

Öncelikle ve beklentinin aksine Başkan Vladimir Putin’in (uluslararası gözlemcilerin sorgulayamadığı) başkanlık seçimlerinde seçmenlerden aldığı oy yüzde 76.69 ile oldukça yüksek. Katılım oranı ise daha önce görülmemiş bir düzeye ulaştı: seçme hakkı olanların yüzde 67.54’ü oy kullandı. Putin oyların çoğunu kazandı. Hatta Avrupa ve ABD dâhil olmak üzere yurtdışında yaşayan vatandaşların oylarını da elde etti. Tabi ki seçmenler aday listesinde dördüncü dönemi için aday olan Başkan ile rekabet edebilecek parlak şahsiyetlerin olmasını da istiyorlardı. Öte yandan Putin’in yedi rakibinin de mevcut başkan hakkında eleştirel ve alternatif tutumlarını ifade etmek için geniş fırsatlara ulaştığını, hele ki geçmişteki duruma kıyasla inkâr etmek pek yakışık almaz. Bununla birlikte seçmenlerden herhangi bir destek göremediler. Öyle ya da böyle Putin’in desteğin büyük kısmını kazanması, dış politikada daha aktif ve kendinden emin adımlar atmasını sağlayacaktır. Özellikle de ülkesinin çıkarlarına uygun bir yola götürecek işaret levhalarını takip edecek.

İkincisi Batı ülkeleri ile Moskova arasındaki ilişkilerde krizin şiddetlenmesi ikincisini güneye ve doğuya yani Asyalı ortaklarının kucağına itiyor. Rusya’nın bölgedeki varlığında yeni etken askeri varlıktır (Rusya’nın tarihte ilk defa olarak Akdeniz’in doğu sahilinde uzun vadeli olarak konuşlanmasının yanı sıra Ortadoğu’yu askeri operasyonlar için aktif bir sahne haline getirmesini sağlayacak yeni silah türleri de ortaya çıkmıştır.). Ve bu, her ne kadar Batı’nın yaptırımları ve enerji pazarındaki kötü durum ile alakalı olarak Rus ekonomisi ciddi sorunlarla yüzleşse de en önemlisi olan ekonomik etkeni de tamamlayıcı bir unsurdur. Rusya ve Batı arasındaki ilişkiler her karmaşıklaştığında Ortadoğu’daki büyük devletler için Rusya ile olan ilişkilerinde ekonomik ve ticari ayrıcalıkları artırma fırsatı doğuyor. Gerçekten büyük pazarı, geniş alanı, muazzam ham madde kaynakları (hidrokarbonlar, mineraller vd.) ve gıda ürünleri, tahıllar, bitkisel yağlar vd., sınırlı da olsa ileri teknoloji endüstrisinin birçoğunda (uzay teknolojisi, askeri silahlar ve cephaneler, atom enerjisi vs.) rakiplerine olan üstünlüğü ve bir de rekabetçi fiyatlar; tüm bunlar ileriye gitmek için eşsiz bir temeldir.

Üçüncüsü, Rusya da Ortadoğu ülkeleri de uluslararası terör ve petrol fiyatlarının düşmesi gibi ortak zorluklar ve tehditlerle mücadele etmeye odaklıdır.

Dördüncüsü, bölge ülkelerinin tümü, geniş ölçüde siyasi ve dış ekonomi ilişkilerini çeşitlendirme ihtiyacı içindedir. Zira özel deneyimleri sonucunda tek güçlü bir oyuncunun egemenliği ile alakalı tehlikeleri ve kendi çıkarlarına uygun kararları dayatmak için o gücü kullanmaya yönelik eğilimini anladılar. Bu ilişkilerin Moskova ile Ortadoğu ülkeleri arasında devam eden yakınlaşmayı engellemede bir çıkarı olan üçüncü tarafların çabaları ile engellenmesi mümkün değildir. Elbette bölge ülkeleri genel anlamda ABD ve Batı ülkeleri ile olan ilişkilerini çıkmaza sokmak istemezler. Bununla birlikte öncelikle bu ülkelerin siyasi ilişkilerinde baskın eğilim, ulusal çıkarları ile uyumu artırmaya ve dış baskılara boyun eğmemeye çalışmaktır. İkincisi, Rusya ile ortaklığı ilerilere taşımak bu ülkelere bir yük ve sorumluluk yüklemenin aksine daha iyi bir işbirliği elde etmek amacıyla Batılı ortaklarına baskı uygulamak için bir araç olarak kullanılabilir. Rusya (potansiyelinin sınırlarını ve dış politika önceliklerinin Avrasya başta olmak üzere başka bölgelerde olduğunu kabul ederek) hiçbir zaman önüne üçüncü devletleri ortadan kaldırmak veya değiştirmek gibi bir sorun getirmedi. Rejimleri kendi egemenliğine boyun eğdirmeye ya da daha ileri giderek değiştirmeye de uğraşmadı. Evet, Ortadoğu’daki bazı hükümetler, Rusya ve ABD’nin bölgede karşılaşmasının geleceği hakkında oldukça endişeliler. Bununla beraber bu varlığın iki taraf için çekişmesiz hatta bölgede asimetrik olması özellikle de tarafların karşılıklı çıkarlarını temsil eden birçok ortak meseledeki (terörle mücadele ve Suriye meselesinin çözümü) işbirliği, bu tehditlerle başa çıkmada tamamen uyum gösterir.

En önemlisi de Rusya Ortadoğu’daki birçok eğiliminde kendi yöntemlerini uygulamaya devam edecektir. Doğrusu bu, bölgedeki büyük devletlerin de bizzat yaptığı şeydir. En çok da bu sebepten ötürü Rusya’ya bir uyarı yöneltmeyecekler. Üstelik bu ülkelerin yöneticileri, her zaman Moskova’nın arabulucu rolü oynamasını istemezlerse düşmanların Moskova ile olan doğal ilişkilerinin anlaşmazlıkları körüklemeyi engellemek bir yana düzeltilmesine yardımcı olacağını fark edemezler.

Rusya’nın Ortadoğu siyasetinde çok yönlü çerçevelerin daha etkin rol alması bekleniyor ve bu, Suriye meselesi gibi önemli sorunların Rusya, Türkiye ve İran’dan oluşan kefil üçlü ile çözümünde kullanılabilir. Sorunun çözümünde taraflar, birçok yönden farklı tutumlara sahip olsa da (bu yazıda Doğu Guta ve Afrin’deki duruma değinmeyeceğim) sağlam bir işbirliği ve ortaklığa yönelik eğilimin baskın geldiği ortada.

Bu Üçlü’nün liderlerinin eylemleri ve dönemsel açıklamaları yanlış anlamalara maruz kalıyor ve bu da gerginliğe sebep oluyor. Örneğin; Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun konuşmasından sonra bazı analizciler Üçlü’nün dışişleri bakanlarının yakın bir zamanda Soçi’dekinin benzeri olarak İstanbul’da daha sonra da İran’da Suriye Ulusal Diyalog konferansı düzenlemeye karar verdikleri sonucuna vardılar. Bu, Moskova’nın diğer ortaklarını ve BM’yi endişeye sürükledi. Böyle bir karar, Soçi ve Viyana’da yapılan anlaşmalara aykırı olacaktır. Ancak Sergey Lavrov, 16 Mart’taki basın toplantısında gazetecilerin sorularına cevap olarak şu açıklamada bulundu: “Bu tercümede yapılan bir dikkatsizliktir. O konuşma, Soçi’deki bir konferans ile alakalı değildi. Rusya, İran ve Türkiye liderlerinin 22 Kasım’da düzenlenen Soçi Zirvesi ve bunun tek konuşma olmayacağı hakkındaydı. Önümüzdeki zirve 4 Nisan’da Türkiye’de yapılacak.”

Suriye Ulusal Diyalogu için Soçi’de yapılan konferanstan Cenevre sürecine aktarılan ve BM gözetimi altında olacak bir anayasa komitesi oluşturma konusunda henüz her şey açıklığa kavuşturulmadı. Bugüne kadar krizin tarafları ile onların koruyucuları arasındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelinemediği bir sır değildir. Ancak Lavrov’un açıklamasına göre BM’nin, oynadığı koordinasyon rolüne rağmen (üç kefil ülkenin sağlayacağı katkılar temelinde çalışmak zorundadır) yine de ‘Suriye’nin etnik, dini ve siyasi tüm toplumunun katılımı açısından tam olarak temsil edici ve kapsamlı bir anayasa komisyonu oluşturması gerekir.’

Herkesin bu görüşe katılması mümkün mü? Eğer cevap hayırsa, anlaşmazlıkların üstesinden gelinmesi için zamana ve arzuya sahip olmanın önemli olduğu bilinmelidir. Hükümet ve muhalefete düşen görev, ortak bir çözüm için siyasi irade göstermektir. Vakit tükeniyor ve ne yazık ki Suriye’de ölümler hala devam ediyor. Aynı şekilde Rusya’da, Riyad platformu, Kahire platformu ve Rusya platformu gibi üç karşıt platformun birleşmesi gibi basit görünen bir sorunu çözmek için bile Moskova’nın ortaklarının birkaç aya ihtiyacı olduğunu görüyorlar.

Anayasa komisyonu oluşturulduğunda bu kanlı krize son verecek geniş bir siyasi sürecin yolu açılacak.