“Suriye’deki askeri operasyonların başarıyla sona erdiği” yönündeki açıklamalarından 2 ay sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bölgedeki kazanımlarından vazgeçmeksizin savaşla parçalanmış topraklardaki varlığının hafifletme konusunda bir yol arayışına girdi. Zira analistler de Putin’in “kareleme yöntemi” olarak bilinen uygulamayı ortaya koyabileceği görüşünde.
Olası bir değişiklik işareti, Rusya’nın Doğu Guta’da 30 günlük ateşkesin gerçekleşmesi için Kuveyt ve İsveç tarafından sunulan tasarıya onay vermesiyle geçtiğimiz Cumartesi günü geldi. Zira Rusya, böylece 6 yıldır devam eden veto kararını sonlandırmış oldu. Nitekim en önemli işaret ise, Putin’in önümüzdeki Nisan ayında İstanbul’da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile bir zirve konusunda anlaşmaya varması oldu. Bu bağlamda zirvede, “Suriye savaşını sonlandırma” yollarının görüşüleceği belirtildi. Üç ülkenin dışişleri bakanları da söz konusu zirveye hazırlık amacıyla Mart ayında Kazakistan’ın başkenti Astana’da bir araya gelmeye karar verdi.
Putin, Suriye’deki iç savaşa katılmasından sonra elde ettiği 4 kazanımı sürdürmeyi umuyor. Bu çerçevede ilk kazanım, Akdeniz kıyısına paralel olan Suriye topraklarına iki askeri üs kurmak için Beşşar Esed rejimiyle anlaştığı kira sözleşmesi. Zira bu iki üs, Rus hava kuvvetlerine doğu Akdeniz boyunca uçuş izni verirken, Rusya’nın Karadeniz’in kuzeydoğusunda Kırım’da yer alan Azak Denizi’nin arka sularında faaliyet gösterebilecek bir donanma filosu kurmasını da sağlayacak.
Putin’in ikinci kazancı, Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan boşluğu doldurmak için Ortadoğu’ya bölgesel bir oyuncu olarak geri dönüşü…
Üçüncü kazanım, İran İslam Cumhuriyeti’nin Esed rejiminin ana yabancı destekçisi ve Suriye’nin geleceğini belirleyen en güçlü ses olarak vasıflandırılmasının önüne geçilmesi.
Nitekim dördüncü kazanım ise, Abhazya, Güney Osetya ve Kırım’ın ilhakı ve doğu Ukrayna’daki varlığının devamlılığı da dahil, Rusya’nın son zamanlarda yayılmacı hareketleri konusundaki açıklamaların tonunun değişmesi.
Rusya’daki bazı eleştirmenlere göre, Putin’in övünmeleri kampanyanın vaktinden önce başarıya ulaşmasıyla geldi. Ancak eleştirmenler, bu durumun kazanımların geçici olduğunu gösterdiğini söyledi.
Rusya’da yayınlanan Kommersant gazetesine göre, Rus kamuoyunda giderek artan bir kesim, Suriye’deki Rusya varlığının hem can kaybı hem de maddi maliyet açısından etkisini incelemeye başladı. Rusya medyası tarafından yayınlanan yakın tarihli bir kamuoyu araştırması, katılımcıların yalnızca üçte birinin Rusya’nın Suriye’deki varlığını sürdürmesini desteklediğini ortaya koydu. Nitekim bu da seçim hazırlığındaki Putin’e gerçek bir mesaj iletti.
Öte yandan Suriye’deki Rusya rolünün popülaritesi nedeniyle Rusya Federasyonu nüfusunun yüzde 20’sini temsil eden Müslümanların sayısındaki düşüş, bu durumun en kötü sonucu olarak nitelendirildi. Zira bu düşüş, Dağıstan, İnguşetya ve Yekaterinburg’un tanık olduğu silahlı İslamcı radikallerin saldırılarının artışıyla yaşandı. Bu bağlamda yakın tarihli bazı olaylar, Putin’in kazanımlarının tehlikede olabileceğini ortaya koydu.
Diğer taraftan şu an Moskova’daki Savunma Bakanı, geçtiğimiz Aralık ayında Hmeymim’deki Rus üssüne yönelik gerçekleşen ve savaş uçaklarının yüzde 20’sinin tahrip olmasıyla, 9 Rus askerinin de ölmesiyle sonuçlanan saldırıların “terör saldırısı” olduğunu açıkça itiraf etti.
Az bir yatırımla Suriye savaşına katılmasına rağmen, bu durum Rusya’nın bölgeye 4 bin savaş uçağı konuşlandırmasıyla sonuçlandı. Nitekim Rusya ayrıca, Suriye’ye özel kuvvetlerin yanı sıra, özel şirketler tarafından gönderilen belirsiz sayıda sözleşmeli savaşçı ve paralı asker gönderdi. Rusya’nın beşeri kayıp dengesi ise şu ana kadar alenen ortaya konulmadı.
Rusya’nın Ortadoğu’ya bölgesel bir oyuncu olarak geri dönüşüne dair ise, Putin ufukta net bir son olmaksızın Suriye bataklığında tökezleme ihtimaline karşı, gücünü bölgedeki herhangi bir alanda uygulamaya izin vermedi. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura da Moskova’ya “Afganistan’da Sovyet tecrübesi” çağrısında bulundu.
Diğer taraftan Putin’in üçüncü kazancı, yani Tahran’ın Esed’in ana destekçisi olarak vasıflandırılmasının önüne geçilmesi, zehirli bir kadeh olabilir. Zira İran resmi medyası, Rusya’nın Esed’i Şam’da tutmak için faturanın bir bölümünü ödemek zorunda olduğu konusunda bir ton takınmış durumda. Bu bağlamda İran Devrim Muhafızları’na bağlı Fars Haber Ajansı, geçtiğimiz hafta internet sitesinde “Suriye’nin bağımsızlığını ve hükümetin birliğini korumak isteyen herkes, zorlu kampanyanın bedelini ödemek için katkıda bulunmak zorunda” ifadelerine yer verdi.
Nitekim İran, Rusya’nın arkasına saklanırken, yavaş yavaş Suriye’deki kayıplarının boyutunu da azaltmaya başladı. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, geçtiğimiz hafta Londra’da yaptığı açıklamada, “Suriye’de askeri bir zafer elde edilemez” şeklinde konuştu. Açıklama, Rusya’nın yardımıyla Suriye toraklarının her karışını kurtarma” konusundaki gurur dolu açıklamaların tam tersi niteliğinde. İran ve Rusya arasındaki anlaşmazlık, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un İran’ın “İsrail’i yok etmek” konusundaki açıklamalarını alenen kınaması sonrasında açıkça görülmeye başlandı. Raja Haber Ajansı’nın da aralarında bulunduğu İran medyasının iddiasına göre, Moskova’nın İsrail’in güvenliğine verdiği destek, Tahran’da büyük bir öfkeye neden oldu. Nitekim söz konusu ajans da Suriye’deki İran ordusunun mevzilerine yönelik İsrail saldırılarının, Rusya’nın örtülü desteğiyle yaşandığı savundu.
Öte yandan Avrupa Birliği (AB), Gürcistan bölgelerinin yaklaşık yüzde 20’sinin ilhakı konusunda Rusya’ya baskı yapmaya çalışıyor. Aynı şekilde Washington’daki ABD Başkanı Trump’ın yönetimi, Rusya destekli saldırılara karşı kendisini savunması için Ukrayna’ya yeni silah sağlama kararı aldı.
Halep ve Doğu Guta’ya yönelik devam eden bombalı saldırılar benzeri operasyonlar da Moskova karşıtı bir duruş sergilemesi istenen popüler bir Batı desteğini arttırabilir.
Ayrıca Türkiye’nin Suriye’de kendi stratejini yürütmesi, Rusya’nın Suriye’deki gündemini şekillendirici rolünün sınırlarının da bir göstergesi haline geldi.
Moskova, Ankara ve Tahran’ın takip ettiği denklem, ABD liderliğindeki demokratların, özgür bir dünya ve Sovyetler Birliği tarafından yönetilen komünist blok arasındaki eşitlik ilkesini kabul etmesiyle ortaya konulan 1975 Helsinki Anlaşması’nın daha sıcak bir kopyası olarak nitelendirilmekte.
Nitekim Rus diplomatlar tarafından, Münih’te son düzenlenen güvenlik konferansı sırasında yeni bir “Helsinki Anlaşması”’nın hazırlanma ihtimalinden övgüyle söz edildi. Zira bu kez anlaşma kapsamında Rusya, Ortadoğu’nun en azından bir kısmında önemli bir oyuncu olarak görülecek. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif de konuya dair kapsamlı açıklamada bulunmuştu.
Öte yandan Moskova, Türkiye’de yapılması planlanan zirvenin diplomatik bir girişim haline getirilmesi, ayrıca barışı sağlama ve savaşla parçalanmış ülkenin yeniden inşa edilmesi amacı taşıyan çeşitli ülkeleri kapsayacak şekilde “Suriye Dostları Grubu” olarak adlandırılan bir mekanizmanın kurulabilmesi düşüncesinin başarılı olmasını umuyor. Putin, bunların gerçekleşmesi halinde Suriye’deki varlığını hafifletmeye çalıştığı bir dönemde elde ettiği kazanımları elinde tutmayı başarabilir. Nihayetinde de Esed’in kazandığını ve Suriye’nin kaybettiğini fark edebilir.