Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Radikalizme karşı ılımlı İslam | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman tarafından başlatılan ‘ılımlı İslam’ çağrısı, gündemi belirlemeye devam ediyor. Suudi Veliaht Prens 24 Ekim 2017’de yaptığı açıklamada, “Tüm dinlere açık, ılımlı İslam’a geri döneceğiz” ifadelerini kullanmıştı. Veliaht Prens, “Hayatımızın 30 yılını radikal fikirlerle uğraşmakla geçirmeyeceğiz. Bu konuda net adımlar attık. Yakın gelecekte aşırıcılığın tüm kalıntılarını ortadan kaldıracağız. Bunun bir meydan okuma olduğunu düşünmüyorum. Burada doğru, ılımlı ve hoşgörülü değerleri temsil ediyoruz. Karşılaştığımız her zorlukta Allah bizledir. Aşırıcıları bugün ve derhal yok edeceğiz” şeklinde konuştu.

Veliaht Prens, artık bu tozlu ve çarpık düşüncelerden kurtularak, ılımlı ve hoşgörülü İslami değerleri ortaya çıkarmalıyız.

Büyük kalkınma projesinin açılışında yaptığı konuşmada, açık bir şekilde, ılımlılığın güçlendirilmesinin tereddütsüz, mutlak bir zorunluluk olduğunu vurgulayan Veliaht Prens, radikalizmin istikrar ve kalkınma önünde büyük bir engel teşkil ettiğini belirtti.

Suudi Arabistan’dan aşırılıklarla mücadelede öncü çabalar

Aslında son üç yıldır Suudi Arabistan, ‘Vizyon 2030’ çerçevesinde birçok büyük kalkınma politikalarının yanı sıra, yeni kurulan birçok araştırma merkezinin aracılığıyla, aşırılıklarla mücadele politikasının bir parçası olarak, ılımlılığı güçlendirme çabalarında büyük bir sıçrama yaptı. Ülkenin önünde büyük bir engel olan yolsuzluk ve aşırılık yanlıları ile mücadele başlattı.

Aşırılık ve terörle mücadele, büyük çabalarla , yeni bir aşamaya doğru ilerleme sağlayacak. Bu çabalar, danışma komitelerinin kurulması, huzur operasyonu, aşırıcı söylemlerin eleştirilmesi gibi işlemlerle verimli olmaya devam ediyor.

Usame bin Ladin’in konuşmalarında Suudi Arabistan sık sık yer alan bir maddedir. Kasım ayı başında ortaya çıkan belgeler, Ladin’in en büyük isteği ve takıntısının, 2011 olayları ile birlikte Arapların ayaklanması olduğu ortaya çıktı.

Suudi Arabistan, El-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin literatüründe baş düşman olarak gösteriliyor. El-Kaide’nin 1990’larda gerçekleştirdiği ilk saldırıların Suudi Arabistan’a yönelik olduğunu hatırlayalım. El-Kaide lideri Usame bin Ladin, 2003 yılında kendi topraklarında El-Kaide’nin Afganistan dışındaki ilk üssünü kurma konusunda oldukça ısrarcıydı. Henüz ilk operasyonlarını gerçekleştirmeye hazır olmamalarına ve el-Kaide’nin ilk lideri olan Yusuf el-Ayiri’nin öldürülmesine rağmen Mayıs 2003’te unsurlarını buna zorladı.

Mart 2003 ve 2011 yılları arasında Suudi Arabistan onlarca terör saldırısına maruz kaldı. Ülkenin istikrarına ve vatandaşlarına yönelik karşı düzenlenen yaklaşık 98 terör saldırısı, 90’dan fazla sivilin ve 65 güvenlik görevlisinin ölmesine, 608’den fazla sivilin ve 360’dan fazla güvenlik görevlisinin yaralanmasına sebep oldu. 2012 ve 2017 yılları arasında Suudi Arabistan, DEAŞ’ın terör hücrelerinin saldırılarına tanık oldu. Özellikle kutsal alanların hedef alındığı saldırılarda, onlarca insan öldü, onlarcası da yaralandı.

Psikolojik Savaş

Radikal gruplar, başkalarının bırakabileceği boşluklar dışında genişleyemezler. Dürüstlük ve hoşgörünün olmadığı yerde, aşırıcılık ve aşırılık vardır. Hoşgörü yoksa radikalizm ve fanatizm vardır. Bir ülkenin güvenlik kabiliyeti gerilerse, bu aşırılık yanlıları için sığınabilecekleri limanlar, sıcak yuvalara dönüşmesi demektir.

Ilımlı İslam ve ılımlılığın güçlendirilmesinin ötelenmesi, radikal ve terör gruplarının fikirlerine itilmektir. Militanlık, aşırılık ve radikallik… Bunların arasında hiçbir fark yoktur.

Tıpkı devletin kendi politikaları ve kapsamlı algıları olduğu gibi bu totaliter gruplar kendilerini alternatif olarak sunarak, bütün hoşgörüsüzlük ve nefret araçlarını veya aşırılık ve şiddet temellerini kullanarak algılarını ve politikalarını empoze ediyorlar. Bağlantıları ve tarihleri ne olursa olsun, hedeflerini meşrulaştırmak ve ulusal yapıya karşı eylemler gerçekleştirmek için çeşitli hikayeler, komplo teorileri ya da aşırı övgü içeren öykülerle insanların algıları üzerine oynuyorlar.

Radikalizm, zamansal ve tarihsel bir yoksunluktur. Ancak kendisinin nüfuszlu ve tüm sorunları çözme becerisine sahip olduğunu iddia ediyor. Teorik yeterlilik iddiasının sahibi, bir süre sonra herhangi bir insani değerin bulunmadığı bir yolun kılavuz rehberi haline geliyor.

Aşırılık yanlılarının kopardığı yaygaraya rağmen, sadece hakim olan ılımlılık ve çoğunluk bunların üstesinden gelecektir. Çekici duygusal sloganları, etkili ve ideolojik ifadeleriyle, çoğunluğu kendisine zorla uydurmaya çalışması, toplumu ve iktidarı kendi lehine çalması, zafer gibi görünse de daha sonra mutlaka yenilgiye uğrayacaktır. Çünkü bu tarihsel bir gerçektir.

Farklı tezahürleri olan aşırıcılık, terör uygulamaları ile otorite kurmak dışında bir şey bilmemektedir. Onun, büyükleri tarafından verilen bu mirastan başka bir şeyden haberi yoktur. Bir arada yaşama ve ılımlılığı sağlamak için yapılan her türlü çabaya karşı savaşır ve savuşturmaya çalışır.

Son on yılda pek çok alanda denetimi mümkün kılmak ve denetimi teşvik etmek için ılımlılık politikaları güçlendirildi. Yasaların ihlali, vatan hainliği suçları ve terörist gruplar sınıflandırmasının kapsamları genişletildi. Teröristlerin internet aracılığı ile örgütlere eleman sağlaması ve interneti bu konuda bir kaynak olarak kullanmasına dikkat çekilerek, bu alanda gerekli tespitlerin yapılması ve terör örgütlerinin internet üzerinden yaptığı propagandalarının engellenmesi için çalışmalar başlatıldı.

BAE Hükümeti, 11 Kasım 2017’de, teröre karşı farklı açılardan mücadele etmek için uzmanlaşmış çok sayıda araştırma merkezi, uzman evleri, komiteler, kampanyalar ve programlar kurarak, sanatın da radikalizmle mücadele aracı olduğunu ilan ederek, işsizlik sorunlarına çözümler getirerek, sosyal ve kültürel bağlamlara odaklanarak teröre karşı savaş açtı. Ayrıca Birlemiş Milletler misyonunu ülkeye davet ederek, terör kurbanlarının trajik hikayelerinin herkes tarafından duyurulmasını ve bunun aşırıcılıkla mücadelede etkili bir yol olduğunu belirtti.

Şüphesiz, acilen kalkınmanın gerçekleşmesi, kurumların güçlendirilmesi, güçlerin ayrılması, yolsuzlukla mücadele, gelişmelere dayanan bir güvenlik sistemi, sistem organlarının ahlaklı ve tarafsız olması, sosyal güvenlik ve güvenli sosyal ağların kurulması denetimi mümkün kılmak için önemli tedbirlerdir.

Ancak fikri ve ideolojik taraf en önemli tehlike olmayı sürdürüyor. Gerçek dini bilgiler gizlenerek sanki dini kurallarmış gibi terörist söylemlerin öğretildiği dindar insanların (bunların çoğunun İslam’ın gerçek kuralları hakkında bilgisi olmadığı kanıtlandı) her zaman radikaller tarafından dini duyguları istismar edildi. Aşırılık yanlıları kendi ideolojik fikirlerini ve şiarlarını, henüz erken yaşlarda empoze edebilmek için okul öğrencileri ve çocukların İslam’a yatkın olanlarını hedef seçiyor. Özellikle DEAŞ’ın yüzde 25’ini temsil eden yabancılar bu yolla örgüte katılmış durumdalar. Ayrıca aşırılık yanlıları ideolojilerini olmayan bir gerçeğin üzerine inşa etmek için kavramlarını oluşturmuşlardır.

Nefret söylemleri ve benlik çatışmaları

Sünni ve Şii olmak üzere aşırılık yanlısı gruplar ve şiddetli radikalizm, diğerini ötekileştirerek, tıpkı Ebu Bekir Naci’nin bir gün yazdığı “Kabe’de dahil olmak üzere tüm evler ‘Küfr evidir’” ya da Ebu Meysara el-Garib’in yazdığı gibi, “Tüm sistemler ‘Tagut’tur” ifadeleriyle karşıt cephe oluşturmaya yatırım yaptılar. Aynı şekilde Sünni ve Şii Cihatçıların “demokrasi küfürdür ve dinde yeri yoktur” ifadelerini kullanması gibi, İran rejimini temsil eden Vilayet-i Fakih’in iradesiyle yazdıkları veya kısıtladıkları gibi. İran direnişi, başkalarının ürettiği emek ve sadakatin karşısında, iç hedeflerini gerçekleştirmek ve kendi ittifakının menfaatleri uğruna, kardeşleri ve direniş adına konuşanları umursamaz hale geliyor. Tıpkı Hizbullah’ın yanında olması veya İran nükleer programı için Obama yönetimi ile anlaşma yapması ya da 9/11 Komisyonu tarafından hazırlanan raporun açıklanmasının ardından  Usame bin Ladin belgeleriyle ortaya çıkan El-Kaide ile yakınlaşması gibi.

Dolayısıyla ılımlı, şiddet içermeyen ve düşmanca olmayan kimlik politikalarının, vatan ve vatandaşlık fikrinin farkındalığını sağladığını ve radikalizmle mücadelede ılımlılığın önemli bir yeri temsil ettiğini görüyoruz. İkinci olarak ise, Batı’da ve bazı ülkelerde marjinalize olmuş, azınlıkların ve Müslüman toplulukların kimlik krizlerinin her zaman düşmanlarına karşı şiddet eylemlerinde bulunmaları için kullanıldığını da görüyoruz.

Aşırılık yanlısı gruplar ve temsilcilerinin geçici mezhepler ve dinlere benzediği farklı bir zihin yapısı olarak radikalizmle ile uğraşılırken, aşırıcılığın altında yatan derin konuların ortaya çıkarılması önemlidir. İslami açıdan Şii ve Sünni aşırılığı büyük benzerlikler taşır. Tüm düşmanlıklarına rağmen, ortak nefret söylemleri ve uygulamalarında hedefin aynı olması onları bir araya getirebiliyor.

Ancak bugünkü İslami medeniyet ve toplumlarda ılımlılığın güçlenmesindeki en büyük sorun, kökleri çok eskilere dayanan tarihsel bir sorundur. Zira bu sorun vahyin kesilmesi sonrasında yaşanmış olan gruplar arasındaki görüş farklılıkları ile birlikte başlamıştır. Elbette yalnızca fikir çatışması yaşanan tarihsel bir sorunun devamı değil bugün yaşananlar. Ancak ne yazık ki çağımızın bazı dini kurumları, bu konulara dokunmaktan çekiniyorlar.