Arap dünyamızda o kadar çok çözümü zor problem var ki herhangi bir uluslararası meselenin tartışılması ortaya çıktığında, bununla karşı karşıya kalmamak için bir kaçma eğilimi var.
Fakat önümüzdeki günlerde Hindistan’da olması muhtemel hadiseler, Arap ve İslam dünyalarının karşı karşıya olduğu zorlukların bir parçasını oluşturabilir. Bu yazıyı yazma nedenimiz, Hindistan’ın bağımsız, demokratik ve partizan olmayan demokrasisinin adresi haline gelen Nehru-Gandi ailesinin soyundan gelen Rahul Gandi’nin Hint Kongre Partisi liderliğini devralmasıdır… Bu aile dünyanın en büyük demokrasi bağımsızlık mücadelesini yönetti. Olayın üzerinde durma nedenimiz, daha en başından itibaren dini slogan ve afişler altında “Müslüman bir devlet” olarak kurulan Pakistan’da radikal unsurların yükselişinin arka planını öğrenmenin öneminden kaynaklanmaktadır… Aynı durum, Hindistan içinde geçerlidir. Zira tarihi geçmişi radikal unsurlardan uzak Kongre Partisi, ulusal ve dini radikalizmi temsil eden mevcut Başbakan Narendra Modi liderliğindeki Hindu Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) önünde gerilemiştir. Burada en büyük çelişki Hindu milliyetçiliğinden beslenen BJP’nin lideri Narendna Modi’nin Arap ve İslam dünyalarına en yakın Mahatma Gandi’nin doğum yeri olan Gujarat eyaletinin lideri olmasıdır.
1947’de Hindistan’ın bağımsızlığı, ‘siyasal İslam’ın klasik sömürgeciliğin gerilemesi ile üçüncü dünya ülkelerindeki modern siyasal kurumlarla ne ölçüde var olabileceğinin ilk modern testiydi. Aynı zamanda Müslüman nüfusun çoğunluğunu oluşturmadığı bağımsız yapılarda, diğer dinlerle bir arada yaşama hususunda yaşadığı ilk tecrübe idi.
Hindistan’ın alt kıtasında, ‘Filistin’in talihsizliği’ ve İsrail Devleti’nin kurulması tarihinden bir yıl önce tarihi bir tercih yapıldı. Çoğulcu devlet kavramı ile ‘dini devlet’ arasındaki tercih. Irk, din ve dil engelleri aşılarak bir arada yaşama imkânına ulaşma ihtimali konusunda iyimserlik ile… Birçoklarının daha gerçekçi olarak gördüğü şüphecilik arasında tercih. Hindistan’da durum bu haldeydi. Birçok Müslüman yarı-kıtada şüpheciliği daha gerçekçi gördü. Zira Müslümanların azınlık olduğu yerlerde onlarca dil ve yüzlerce lehçe ve aynı zamanda da yüz milyonlarca kişi vardı. Müslümanlar o zaman bölündü ve İngiliz Krallığı’ndan bağımsızlık mücadelesine öncülük eden Hindistan Ulusal Hareketi de parçalandı.
Geride tepkiler, tereddütler ve soru işaretleri bırakan zor karar hala günümüze kadar bizimle beraber yaşamaya devam ediyor. Belki de bu durum, gelecekte daha da büyüyecek. ‘Tüm Hindistan Müslüman Birliği’ lideri Muhammed Ali Cinnah, Müslümanların kendi varlığını koruyarak bağımsız olması konusunda ısrar etti. Bu durum Mahatma Gandi ve Cevahir lal Nehru gibi entelektüeller ve Ebu’l-Kelam Azad ve Zakir Hüseyin gibi bazı Müslüman liderlerin zihninde hayal olarak görülüyordu.
1947’de olanlar oldu, Hindistan ve Pakistan bağımsızlığını elde etti…
O zamanki Pakistan iki Pakistan’ın doğmasına neden oldu; Pencap eyaletinin, en büyük yapıyı temsil ettiği ve Hindistan’ın geri kalan bölgelerinde yaşayan Sindiler, Afgan, Peştun ve muhacir Müslümanların bulunduğu batı Pakistan ile çoğunluğunu Bangladeşlilerin oluşturduğu doğu Pakistan.
Ayrılık ya da boşanma kavgasız gürültüsüz olmadı. Uzun mücadelelerde birbirinin yoldaşları arasındaki temel bir anlaşmazlığın sonucuydu. Kısmi bir nüfus mübadelesinde katliamlar ve zulümler yaşandı. Bu durum her iki tarafta aşırı uçlar meydana getirdi. Yüz binlerce kurbanın ardından bağımsızlık paylaşımının bir sonraki kurbanı 30 Ocak 1948’de suikasta kurban giden Yüce Ruh olarak bilinen büyük lider Gandi idi. Gandi, genç radikal bir suikastçı tarafından vurularak öldürüldü. Öldüren genç ise, Gandi’yi Müslümanları memnun etmek için imtiyaz üstüne imtiyaz vermekle suçladı.
Ardından Hindistan ve Pakistan, birbirinden tamamen farklı iki ülke oldu. Pakistan, ABD’nin Güneydoğu Asya (SEATO) ve CENTO (eski adıyla Bağdat Paktı) paktına katılarak Soğuk Savaş ittifaklarına dâhil oldu. Çin-Sovyet ideolojik çatışması ve Ladah bölgesindeki Çin-Hindistan sınır anlaşmazlığı döneminde Çin ile özel bir ilişki içerisine girdi. Hindistan ise, bağımsız ve tarafsız bir rol oynamayı tercih etti. Daha ziyade İngiltere bloğunda yer aldı. Afro-Asya ailesine dâhil oldu.
Pakistan gerçek bir demokratik sistem kuramadı, ordu kışlalardan çıktı ve iktidarını devam ettirdi. Böylece, Pakistan siyasetinde, bölgesel ve İslami alanda temel bir figür haline geldi; bu bazen askeriyeden generallerin (Muhammed Eyyub Han, Yahya Han, Muhammed Ziya ül-Hak ve Pervez Müşerref) hükmü devralmasıyla aleni hale geldi ya da titrek demokratik deneyimler diyebileceğiz sivil yönetimler geldi. Onlar da yolsuzluk yapmakla itham edildiler. Öte yandan Hindistan, karmaşık etnik ve dilsel mozaiğe rağmen federal demokratik sistem kurdu. Bölücü ayrılıkçı hareketler içeren çatışmaları absorbe etmeyi ve nüfusu bir milyardan fazla olan dev bir ülkenin bileşenleri arasında minimum denge kurmayı başardı. Örneğin; Hindular, nüfusun yaklaşık yüzde 80’ini oluştursa da, Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi (BJP) yalnızca yüzde 31’lik bir oranla desteklenmektedir. Buna rağmen koalisyon ve ittifaklarla ülkeyi yönetebilmektedir. Bu durum hem bu parti hem de diğerleri için de geçerlidir.
Pakistan, olağanüstü coğrafi konumunu (Hindistan’ın batı ve doğusundaki kısımlarını ayıran mesafe 2208 km-1,372 mil) kötü yönetmesi ve Hindistan ile olan Keşmir anlaşmazlığında devam eden düşmanlık yüzünden 1971’de yüksek bir bedel ödedi. Hindistan, Pakistan’ın seçimleriyle ortaya çıkan iç krizden yararlandı ve doğunun batı’dan ayrılmasını isteyen ayrılıkçı milislere yardım amaçlı askeri müdahalede bulundu. Bu şekilde Bangladeş doğmuş oldu. Öte yandan Hindistan’da demokrasi, istikrar ve teknolojik gelişme olmasına rağmen, krizlerin birikimi ve tarihsel liderlerin olmamasından dolayı Kongre Partisi parlaklığını ve cazibesini kaybetti. Dini ve etnik aşırılık, kurucu tarihi partinin yaşlanmasından yararlandı… Günümüzde Hindistan’ın bir dizi komşusuyla olan ilişkilerini tehdit eden popülist radikal güçler, aynı zamanda iç çatışmalara neden olmaktadır.
Rahul Gandi, başarılı olursa, tehlike arzeden bölgesel ve küresel bahisleri gözden geçirmek ve durdurmak için bir fırsat olabilir. Din veya karşıtlığı adına ortaya çıkan radikal unsurları durdurmayı başarabilir. Ayodya Cami saldırısı, Bali patlamaları ve Rohingya felaketinin deneyimlerini bize göstermiştir ki Asya da artık bu türden problemlere uzak değildir.