Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Ramazan şahsiyetleri: Sürgün dehası | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Beyrut, sürgün zulmüne uğrayan her Arap asilzâdenin misafir edildiği yere dönüşmüştü. Ama makalemizin konu edindiği kişi uzun boylu esmer, kır saçlı ve her daim gülümseyen kişi sürülenler arasında özel bir yeri olan bir kişi…

Zira, sürgünlerle anılmayan, tersine, adı efsaneler, kaleler, limanlar ve geceleri kapıları kapanan şehirlerle anılan bir yerden geliyordu; Yemen’den…

Cenbiyesinin (hançerinin) belinde olduğu bir kişiden bahsettiğimizi düşünmeniz normaldir, tabii ki, ne de olsa Yemenliydi.

Ezherli olduğunu da hesaba katarsak dindar olduğunu da düşünmemiz de normaldir. Ama Ahmed en-Numan, Arap şiir ve makamlarının anlatımlarında geçen kişileri fazlasıyla andırıyordu. Davalara, çatışmalara ve ihtilaflara yüksek bir kuleden bakar gibi bakıyordu.

Hiçbir politik görüş alış-verişi veya tartışma gülümsemesini kendinden almazdı ne de açık görüşlülüğünü veya geniş bakış açısını kendinden mahrum etmezdi. Sanki hiçbir düşmanı yoktu, ne karşı çıktığı Yemen’in İmamlık rejimini ne de 1 numaralı zindanda kendisine bir yıl hapis hayatı yaşattığı Cemal Abdülnasır’a, ne de fıkıh, edebiyat ve şiirde kendileriyle ihtilaflı olduğu yoldaşlarına düşman veya hasım gözüyle bakmadı. Bu üç konuda da uzmanlaşmış ve berrak bir hafızaya sahipti. Ne zaman fıkıh, edebiyat ve şiir konularında konuşsa konuştuğu yerin üstatlığını yapar ve hasımların silahlarını elinden alarak kendisini dinlemelerini yeğlemelerini sağlardı.

Ahmed en-Numan sürgünler arasında taşındı, sürgün yerleri kendisi için yeni vatanlar oldu ve bu yerlerin insanları kendisine ve kültür ve bilimine hayran bıraktı. Bir Arap atasözü kitabın en iyi arkadaş olduğunu söyler, Ahmed en-Numan da bulunduğu toplulukları kendine hayran bırakan büyük ve her daim hazır olda olan kapsamlı bir kütüphaneydi. Ahmed en-Numan’ın sürgün yerleri değişti, Beyrut, Kahire ve ardından Cenevre.

Hiç bir sürgün yerinin yabancısı olmadı ama Beyrut sürgünü onu can evinden vurdu. Bazı sözümona Arap devrimcileri büyük oğlu ve edebiyat ve bilgide eşdeğeri olan Muhammed’i suikastla öldürdü. Büyük oğlunun ölümü milli giysiler içinde vakarlığını hiçbir zaman kaybetmeyen annesini derinden sarstı. Muhammed’in öldürüldüğü gün dönemin Lübnan Cumhurbaşkanı Süleyman Franjiye Lübnan emniyetinin sarsılması yanı sıra ünlü Arap barış aktivistinin oğlunun hunharca öldürülmesi çifte hüznünü yaşadı. Hocamız Cumhurbaşkanına taziyesi için teşekkür ziyaretine gittiğinde el-Numan Cumhurbaşkanına: ‘Lübnan Hükümeti ve halkının başı sağolsun, sayın Cumhurbaşkanım, ben oğlumu kaybettim, ama Lübnan emniyet ve istikrarını kaybetti. Ziyaretimin sebebi oğlumu geri getirmek değil, zaten gelemez, sizden ricam, Lübnan’ın emniyetinin yeniden sağlanmasıdır’ dedi.

Beyrut ona ve Muhammed’in annesine yük oldu. Beyrut’ta onu bir tür entelektüel ve manevi öğretmen olarak gören bir takım arkadaşları tarafından kuşatılmıştı. Herhangi bir vesileyle hocayla görüştüğümüzde kendimizi yeni bir ders öğrenmiş olarak hissederdik. Zira; her buluşmamızda, fikirleri konuşmalarını ve görüşlerini işaretler, şakalar ve sertlikle bezenmiş nüktedanlıkla bezerdi.

Üstadımız Beyrut’un boş devrimci söylemiyle oğlunu öldüren ortamını bırakıp Cidde sahilinde ikamet etmeye gittiğinde Beyrut, önemli Araplara sığınak olma vasfını tamamen yitirdiğini hissetmiştik.