Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Rejimin ümitsizliği ile sokakların sabrı arasında İran | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İran’ın büyük şehirleri, Velayet-i Fakih rejiminin devlet ve halk arasında bir aracı olarak tarihi ve medeni görevine nokta koyarken ekonomik, siyasi ve ideolojik bakımdan bir laboratuara dönüştü. İki taraf da (iktidar olarak rejim ve sokakla temsil edilen halk) onları, hedefleri ve bunları gerçekleştirmenin nasıllığı için kıyaslama birimi olarak kullanmakta. Rejimi korumak uğruna zulüm uygulamaktan uzak durmayı yeğleyen iktidar, (devlet ve devrimin) doğası arasında artık ayrım yapmayan ve silkinip kendine gelmiş bir sokakla karşı karşıya kaldı. Böylesi bir durumda, tıkanmış bir sokağın kuşatmasındaki sıkıntısından kurtulmak için tüm araçlarını kullanmaya doğru aşamalı bir şekilde yaklaşan iktidarın, aciz kaldığına dair işaretler mevcut. Halk, her türlü ihtimale açık hale gelen haklarını geri almak adına yüzleşme yöntemlerini geliştirme biçimiyle iktidar önünde kaybettiği önceki tecrübelerinden çok şey öğrendi. Bugün İran’da yükselen sokağın gücü ve şehirlerin gücü, ülkenin ekonomik ve sosyal durumu ile bağlantılıdır. İçe dönük yapısı ile bilinen İranlı karakteri, İran’ın sessiz kent bileşenine mensuptur. İran’ın durumundaki sessizlik, stratejik olarak nitelenebilecek sabrının boyutunu ve duygularını yönetebilme yetisinin bir ifadesidir. Bu özellikler, sessizlikten çıkmak için en uygun zamanı belirlemede onu eşsiz kılıyor. O zamanda gerçekleşmesi halinde kendi gücü ve dayanıklılığı ne noktada olursa olsun her şeyi yerle bir edecek yıkıcı bir deprem çizgisi üzerinde olduğu varsayımından etkilenir.

Rejim, açık bir şekilde yapısını koruyacak yeni bir nükleer anlaşmaya varmaya dair ümidini kaybetmiş bir hale geldi. Bunun için yeni bir taktik olarak diretme seçeneğine sığındı ve mevcut Amerikan yönetimi ile müzakereye hiçbir şekilde sıcak bakmadığını; nitekim bu yönetime karşı güvenin ortadan kaybolduğunu ve sözlerine sadık bir ortak olarak onunla iş tutulamayacağını açıkladı. Ancak İran rejiminin şimdiye dek Donald Trump yönetimi ile önceki Başkan Barack Obama döneminde her zaman olduğu gibi esnek bir müzakere kanalı açmayı başaramamış olması daha muhtemel. Bunun sonucu olarak ekonomik kriz ve mevcut yaşam koşulları ile hükümetin ekonomik krizi çözmedeki başarısızlığı arasında bir bağlantı kurdu ve yaptırımların etkisini en aza indirmeye çalışarak iç cephesinde ipleri sıkılaştırmak için içeriye dönmeye karar verdi. İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in resmi internet sitesinde yayımlanan son konuşmasında da altını çizdiği üzere rejimin bakış açısından “ülkenin ekonomik sorunları, yalnızca Amerikan baskılarından kaynaklanmayıp içerideki kötü yönetimin eseridir. Şayet yetkililer uygun zamanda daha güçlü ve tedbirli bir şekilde davranabilseydi yaptırımlar bu denli etkili olmayacaktı”. “Dini Lider” uygulamada yaşam koşullarını düzeltme konusundaki başarısızlığın sorumluluğunu ekonomi ekibine atarak Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin düğmesine basmış oluyor. Hamaney’e göre Ruhani’nin diplomasi takımı da İran lehine sağlam şartlarla bir nükleer anlaşmaya varma konusunda başarısız oldu. Hamaney’in nükleer anlaşmaya yönelik tutumunda dikkat çekici olan şey, kendisinin iki hata yaptığını kabullenmesidir: Bunlardan ilki müzakereyi kabul edişi; ikincisi de müzakere konusunda hükümeti hoş görmesi ve İran yönetiminin koyduğu kırmızıçizgilerin aşılması.

Şimdiye kadar İran rejimi, İranlı çoğunluğu kazanmayı ve ulusal egemenlik ve güçlü eğilimi sürdürmeyi beceremedi. Komşusu Türkiye’yi dikkatli bir şekilde takip ediyor. Nitekim Ankara’da iktidarı elinde bulunduran partinin popülerliği, Erdoğan’ın içeride ve dışarıda yürüttüğü hatalı politikalara rağmen Türk sokaklarını Washington’a karşı seferber etti. Türkler, gerileyen ulusal paraya destek olduklarını göstermek adına dolar yaktı. İran sokakları ise o esnada rejimi düzeltmek ve ulusal servetini dış projelere harcamakla onu itham etmekte ısrar ediyordu.

İran rejimi ümitsiz bir şekilde duruyor. Şu iki etkenin baskını altında içeriye dönmekten başka seçeneği de yok: Birincisi mevcut Amerikan yönetimiyle geçici müzakereler ve savaşsızlık durumunu tam anlamıyla sömürerek kaçınmaya çalıştığı sert müzakere koşullarına bağlı Amerikan yaptırımları. İkincisi ve istikrarı adına daha tehlikeli olan ise artık itaat çizgisine dönmesi imkânsız olan İran sokaklarındaki muhalefetin genişlemesi. İtaat artık imkânsız hale geldi zira sloganları, rejimden bekledikleri ve siyasi ve ideolojik bileşenleri sınırı bir hayli aştı.

İran’ın bu sıkıntılı durumu, Arap Filozof İbn Haldun’un 7 asırdır söylediği şeyle örtüşüyor: “İktidar ailesinin hayatı, şehrin hayat tarzı ile benzeşir”. Rejim, bir dizi yapısal zorlukla boğuşuyor. Bu da hâkim rejimin zorluklarından doğrudan etkilenen şehirler ve toplumlarının istikrarına yansıyor. Bu zorluklar, rejimin seçeneklerini daraltarak şu iki ihtimale hapsediyor: Ya zorla bir devrim ya da Kuzey Kore modeli. Her ikisi de rejimin ümitsizliği stratejik intihar düzeyine erişene kadar stratejik sabrı benimsemiş bir toplum için zor.