Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Rejiminin doğası ve bekası arasında İran | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Tahran’a on yıllardır ideolojik, siyasi ve jeopolitik bir örtü sunan rejimin doğasını politikalarından ayırmak mümkün değildir. Zira rejim Tahran’a; başta komşularının iç işlerine karışma olarak ortaya çıkan, son on yılda ise zirveye ulaşarak yayılmacı bir görüntüye bürünen bir politika takip etme izni vermiştir. Bu sayede Tahran, dört Arap başkentinde siyasi karar mekanizmalarını kontrol etmekte ve Akdeniz ile Kızıldeniz kıyılarında konumunu güçlendirmekte başarılı olmuştur. İmparatorluk emellerini gerçekleştirebilmesi için bu gerekliydi. Şimdi ise imparatorluk emelleri ve sürekli genişleme ilkesi üzerine kurulu rejiminin doğası arasındaki bağı çözmek artık imkânsız. Zira dışarıda genişleme siyaseti rejim için içerideki meşruiyetini oluşturan bir temele dönüştü.

Kuruluşundan itibaren rejim, liderlik doğasından yola çıkan ve birbirine bağlantılı bu denklemi korumayı başardı. Tahran’ın kendine biçmiş olduğu liderlik görevi, yayılmacı politikalarının önünü açmış ve imparatorluk emellerini belirginleştirmiştir. Tahran, iki etken sayesinde Batının ve özellikle de ABD’nin baskılarından kurtulmayı başarmıştır. Bunlar: Coğrafik konumu ve bağlı olduğu mezheptir. İran bu etkeni, bölgesel nüfuzunu sınırlama çabalarının birçoğunu boşa çıkaran bir kıskaç gibi kullanmıştır. Aynı şekilde, 11 Eylül saldırılarından Barack Obama idaresinin genişlemeci emellerine sınır koymadan kendisi ile nükleer anlaşma imzalama yanlışına kadar, ABD’nin Büyük Ortadoğu bölgesinde yaptığı bir takım hatalardan da istifade etmeyi bilmiştir. Bu da sonuç olarak bölge ülkelerinin istikrarının bozulmasına neden olacak şekilde İran’ın genişleme politikalarını sürdürmesine izin vermiştir.

ABD Başkanı Donald Trump nükleer anlaşmadan çekilinceye kadar İran, bölgedeki rolünün kısıtlanmasının ya da nüfuzunun gerilemesinin artık mümkün olmadığı konusunda ısrarcıydı. Derin değişimlerle dolu bir bölgede genişlemeci planlarını uygulamayı sürdürdü. Kendisinin bu değişimlerden etkilenmeyeceğine inandı. Barack Obama’nın ABD’nin Oratadoğu’dan çekilme kararından sonuna kadar yararlandı. Eski ABD yönetiminin arkasında bıraktığı boşluğu hiçbir yeni yönetimin dolduramayacağına inandı. Karşılıklı siyasi ve ekonomik çıkarlar üzerine kurulu ilişkiler ördüğü Avrupa’ya yatırım yaptı. Böylece uluslararası toplum, Irak’ta siyasi sürecin yıkılmasına, Lübnan’ın tamamen kendi kontrolü altına girmesine, Suriye’nin yıkılmasına ve halkının göç etmesine, Yemen’in başkenti Sana’nın Husi milisler tarafından işgal edilmesine neden olan İran’ın yayılmacı politikalarını görmezden geldi. İran’ın yayılmacı politikalarının Yemen’e kadar uzanması, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Kararlılık Fırtınası ve Umut operasyonları ile buna hızlı bir karşılık vermesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Bu operasyonların, bugün artık Beyaz Saray’ın şartlarının oluşturduğu duvara çarpan İran’ın yayılmacı projesine bir son vermekten başka amacı yoktur. Görünüşe bakılırsa Beyaz Saray, İslam Cumhuriyeti’nin 1979 yılındaki kuruluşundan beri ilk defa birçok iç etken aracılığıyla Tahran ile doğrudan yüzleşme kararı almış görünüyor. Bu etkenlerin başında tekrar uygulanmaya başlanan ekonomik yaptırımların İran’ın iç siyasetinde yaratacağı yankılar, 4 Kasım’da uygulanmaya başlanacak ikinci yaptırım paketinin etkilerinden duyulan endişe, Ahvaz’daki saldırının ortaya çıkardığı güvenlik zaafıdır. Bu saldırı; İran güvenlik güçlerinin aşırıcı ve ayrılıkçı grupların yaygın olarak bulunduğu Türkmenistan, Afganistan ve Pakistan ile yarı açık sınırları kontrol etmekte zorlandığını ortaya çıkardı. Bu nedenle rejimin sınır bölgelerini hedef alacak yeni bir şiddet ve baskı operasyonu düzenlemesi bekleniyor.

Ahvaz saldırısı, İran’ın güvende olmadığını ve komşularını hedef alan şiddet olaylarının kendisini de hedef alabileceğini ortaya çıkardı. İranlı olmayan halklara karşı yürüttüğü etnik ve dini ayrımcılık, ülkesini bu şiddet davetçileri için verimli bir yere dönüştürdü.

Şüphesiz eski nükleer anlaşmada bulunan stratejik boşluklar, Tahran’a bu politikasını sürdürmesine izin vermiştir. Ama bugün Beyaz Saray’ın kendisine dayattığı bir dizi şart, politikalarını ve tutumlarını aşarak rejiminin doğasını sorgulamaya başlamıştır. Bu da rejimin hayatta kalma şartları ile ilgili tartışmaların önünü açmıştır. ABD’nin İran Özel Temsilcisi Brian Hook ülkesinin, geçen Mayıs ayında ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun koymuş olduğu 12 koşula dayanan ve İran’ın nükleer, balistik füze programını kapsayacak bir anlaşma imzalamak istediğini açıkladı.

ABD’li yasa yapıcılara göre, kongrenin şartlarına tabi olan anlaşma, devlet başkanlığı tarafından onaylanan anlaşmadan çok farklı. Yine bu anlaşmanın çok daha uzun süreli olacağını ve Beyaz Saray’ın konuğunun politikalarına göre değişmesinin mümkün olmayacağını da belirtiyorlar. Böylece İran, kongre üyelerinin kararlarını etkileyen birçok lobi ve güç merkezlerinin koşullarına göre döşenmiş bir mayın tarlası ile karşı karşıya kalmış bir durumda. Bu da Tahran’ın savunmasız bir hale getirerek, sadece nükleer ve balistik füze programında gerçek tavizler vermeye zorlamayacak. Şüphesiz yeni anlaşma, İran’ın genişlemeci politikasını da hedef alacaktır. Yani İran’ın genişlemeci politikaları bu anlaşmanın ilk kurbanlarından biri olacak. Bu da bekasını sağlayan en önemli bahanelerinden birini kaybedecek olan rejimin doğasına doğrudan zarar verecektir.