Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kısa hayatta uzun bir gün! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bu başlık benim değil elbette, Arap ve Arap olmayan biyografi kitaplarının başlıklarında sıkça tekrar edilir. Ancak burada zikretme nedenim, Dera kırsalındaki Rus hava saldırılarından, bombardımanlardan dahası varil bombalarından kurtulmak için üç küçük çocuğuyla Ürdün sınırına kaçmaya çalışan Suriyeli bir kadının, yaşadığı trajik hali uydu kanallarından birinin muhabirine anlatırken, dilinden dökülmüş olmasıdır. Kadın muhabire şöyle dedi: “Günümüz uzun sevgili oğlum! Eğer sadece benim hayatım söz konusu olsa köyde kalırdım. Hayat kısadır ve bu yorgunluğa değmez. Ama ben çocuklara ne diyeyim?” Muhabir sordu: ” çocukların babası, kocan nerede?” “Bizimle gelmedi ve dördüncü kez kaçmak istemediğini söyledi, savaşçılarla kaldı!”

Ben bu başlığı ilk kez merhum yazar Gali Şükri tarafından yazılan bir kitapta otuz yıl önce okumuştum, onunla tanıştığımda bu konuyu müzakere etmiş ve ona şunu söylemiştim: Bireylerin yaşamları gerçekten kısa ama ulusların ve devletlerin yaşamları kısa değil! Tereddütsüz şöyle dedi: Uluslar bireylerden oluşan topluluklar değil midir? Uluslarda bile hayat anlamını yitirebilir, bu yüzden de yok olmayı tercih edebilir! Dedim ki: Ama ölüm, insanoğlunun kolektif bir kararı olamaz!

Israrla cevap verdi: Bilakis İyi ve adil bir yönetimin olmadığı büyük yenilgi zamanlarında olabilir!

Dün, bugün ve yarın, özellikle Araplar söze “devlet” kelimesiyle başlarlar. Bu, özellikle kaosun hâkim olduğu Arap ülkelerinin karşı karşıya kaldığı tehlikeli bir durumdur. Maverdi ve Thomas Hobbes’un ikisi de mütevazi ve gerçekçi bir şekilde şöyle diyorlardı: “insanların birbirlerine zarar vermesinin önüne geçmek için iktidar gereklidir.” Refik Hariri’ye (Allah rahmet eylesin) bir vesileyle bu yorumdan bahsettim, biraz durakladı ve sonra şöyle dedi: “Onlar devletten değil iktidardan bahsediyorlar, devletler ve rejimler ise, yaşam koşullarını ve şartlarını iyileştirmek ve gençlere geleceğe dair umut vermek için insanoğlunun inşa ettiği bir mekanizmadır.”

Elbette ki bu düşündürücü söz Suriye ve Suriye halkının ve özellikle Filistin halkının durumu dikkate alınarak söylenmiştir. Filistinlilerin yaşam koşulları gibi, Suriyelilerin yaşam koşulları da kötüleşti, geleceğe dair umut zayıfladı ve hatta yok oluyor, belki de Suriye’de Filistin’den daha fazla! İki meslektaşımdan, Arap karışıklık vakalarını karşılaştırdıklarını duymuştum, onlar da aynı tahlili yaptılar. Mevcut yıkıma rağmen Libya ve Yemen’deki durumun daha iyi olduğunu söylediler. Libya’da iki ana rakip taraf var, ancak ülkenin birliği ve istikrarı söz konusu olduğunda aynı noktada birleşiyorlar. Libya’nın etrafındaki Arap tarafları da bu iki konuda fikir birliği içindedir. Aynı şekilde Libya’nın göç için bir geçiş koridoru olacağından korkan Avrupalı taraflar da aynı fikirde oldukları söylenebilir. Bu nedenle, çok sayıda silahlı ve mezhepçi örgüt olmasına rağmen, Libyalılar, Araplar ve Avrupalıların -yıllarca süren çıkmazlara rağmen- Libya’yı uyum ve istikrara kavuşturmayı başaracaklarına dair umutlar var. Yemen’de günden güne güçlenen meşru bir hükümet ve Arap koalisyonu tarafından desteklenen çözüme yönelik bir proje var. Bu koalisyon aynı zamanda Yemen halkıyla beraber kontrolü yeniden sağlamak için kabile ve mezhebe dayalı silahlı milislerle savaşıyor. Yemen, çalkantılı ülkeler arasında durumu en iyi olan ülke, çünkü Araplar, İnsanları kurtarmak, Arap dünyasının stratejik deniz sınırlarını muhafaza etmek ve Körfez ülkelerini Yemen üzerinden gelebilecek İran müdahalesinden korumak için zaten yardım edebiliyorlar.

Filistin de en az Libya ve Yemen kadar sıkıntı çekiyor. İsrail işgali sona erene ve Filistin devleti kurulana kadar savaşacağını söyleyen silahlı yapılar ve bir devlet otoritesinin olduğu doğrudur, fakat toprakları yerleşimci baskısı altında günden güne eriyip duruyor. Siyonistler barış istemiyorlar ve ABD her zaman olduğu gibi İsrail devletinin tarafını tutuyor. Filistinliler yirmi yıl süren bir mücadele sonunda yoruldular. Arapların artık adil bir çözüm ya da barış dayatma güçleri kalmadı. Çünkü Filistin meselesi uluslararası arenaya terk edilmiş durumda ve İsrail işgalcisinin garantileri dışında herhangi bir garantisi de yok! Bağımsız Filistin Devletinin öngörülebilir bir gelecekte inşa edilmesi olası değildir. Bu devlet kurulmuş dahi olsa, Yerinden edilmiş ve sığınacak bir ülke dahi bulamayan milyonlarca Filistin halkının sıkıntıları ve çileleri bitmeyeceği gibi Siyonist varlığın ve genişlemeci hırslarının biteceği anlamına da gelmemektedir. Suriye’deki durum aynı derecede bozuktur, hatta daha da kötüdür. Rejimin kendisi, İranlı ve Rus işbirlikçileri, nüfusunun üçte birinden fazlasını göçe zorladılar, kentsel alanın yüzde 40’ını yok ettiler ve yarım milyondan fazla insanı öldürdüler. Gelecek için umutlar zayıflamaktadır ve bunun nedeni rejim ya da muhalefetin uygulanabilecek ulusal bir projesi olmadığı için değil, bilakis rejim uzlaşma adına hiçbir şey vaat etmediğinden dolayıdır. Esed ve yardımcıları insanları taciz etmeye, köleleştirmeye devam ediyorlar. Sonra, yerinden edilme ve iltica krizleri nasıl sona erecek ve rejim, ondan ve onun egemenliğinin kaçanların geri dönüşünü nasıl kabul edecek? Ayrıca İranlılar Suriye’de doğrudan Hizbullah’la iç içe geçtiler. Suriye devletinin sürekliliği ve toprak bütünlüğü için Suriye rejiminin yanında duran Arap taraflarının bazıları, rejimin halkına olan kötü muamelesinden dolayı gerekli yardımı yapamıyorlar. Yöneticiler zaten mezhepçi bir güruh ve iki farklı mezhepten destek alıyorlar, ayakla kalmaktan başka hiçbir şey de düşünmüyorlar.

Rönesans ve aydınlanma düşünürleri, devleti, insan aklının olgunluğunun semerelerinden biri olarak görürler. Alman filozof Kant, bu varlığın işlev ve vizyonuna ahlaki boyut veya “görev ahlakı” eklemek istedi. Adalet Teorisi adlı kitabında (1971) John Rawls,-yeni Kantçı- devletin ana gayesinin, dinlerin görevi olan iyilik yapmak değil, bir adalet sistemi kurmak olduğu görüşündedir. Bırakın iyilik yapmayı adaletin esamesi okunmuyor! İnsanlar öldürülüyor ve topraklarından ve yaşamlarından ediliyorlar, çünkü yöneticilerini değiştirmek istemişlerdi!
Libya, Irak ve Suriye’deki kaostan önceki rejimler de adalet arayışında değillerdi. Ancak bu, büyük kırılmalar yaşayan Arap ulus devletinin, başarısız modellerden başka bir şey sunmadığı anlamına gelmez. İşte Suudilerin yaptıkları ortada, günümüzü ve geleceği garanti altına almak için radikal değişimler yapıyorlar. BAE, hoşgörü ve mutluluğu sağlayabilecek bakanları tayin ediyor, bu yüzden sadece adaleti sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda iyilik sunan bir devlet oluyorlar. Sayıları çok olmasa da, iktidardan devlete geçiş yapma, bağımsızlıktan sonra bir dizi Arap ülkesinde gerçekleşti. Ancak, bazı ülkelerdeki ulusal devlet deneyiminin başarısızlığı, devleti, yukarıda sözü edilen bazı vakalarda olduğu gibi, halkını vahşice parçalayan bir canavara dönüştürmeyi gerektirmez.

Max Weber (o da Kantçı), Meşru otorite, “gücün aklına” değil “aklın gücü” ne sahip olduğu için, gerektiğinde güç kullanma hakkına sahip olduğunu söyler. Resulullah’ın (sav) buyurduğu gibi: “Fayda isteyen külfetine katlanır.” İktidar yüküne katlanan bir vatandaş, karşılık olarak insani özgürlük, istikrar ve yeterlilik bekliyor. “Yevm” (Gün) kelimesi Arapça’da bildiğimiz anlamda kullanılır. Ancak bu kelimeyi çoğul olarak yani “eyyam” olarak kullandığımızda bununla büyük imtihan ve zaferlerin yaşandığı günler anlaşılır. Kur’an’da geçen “Allah’ın Günleri/Eyyamullah” ifadesi de benzer bir anlama gelmektedir. “Arap günleri” dediğimizde ise “savaşları” anlaşılır.

2010’dan bu yana beş veya altı Arap ülkesi benzer dönemlerden geçmişlerdir. Aklın gücüne dayalı Arap ulus devletine dönmenin ve güç ve baskı aklını terk etmenin vakti gelmiştir. Bu iş Dünyanın her yerinde bilinen bir husustur. Demokrasi yokluğundan ötürü Araplar hep istisna olarak kalmış ve onlardan hep bu şekilde bahsedilmiştir. Rejimler ve halkları arasındaki şiddetin aşırı kullanımı ile yine istisna olarak devam etmekteyiz. Ve dünyada bu şekilde kalan ülke sayısı oldukça azdır.

Suriye krizinin patlak vermesinden yedi yıl sonra çocuklu bir kadının Ürdün sınırına doğru kaçmaya çalışması ve buna dair vermiş olduğu mücadele Arap ulus devletini yeniden inşa etme adına bizler için itici bir güç olmalı ve talep ettiğimiz yönetim şekli adaleti ve iyiliği temsil etmelidir. Önceki yazılarımda zikrettiğim iki önceliğe -dinde huzuru sağlamak ve dünyayla olan ilişkileri düzeltmek- yeni bir şey ilave ettim; Kısa bir hayatta uzun günlerin devam etmemesi için hep beraber çalışalım!