Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Riyad ve Londra arasında ortaklık ve gelecek hayalleri | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Riyad ve Londra arasındaki diplomatik ilişkilerin durumunu niteleyen en iyi ifade şudur: İngiltere’nin meşhur Başbakanı Winston Churchill’in Suudi Arabistan’ın kurucusu Kral Abdülaziz Al Suud’un misafirperverliğinde Mekke-i Mükerreme’nin soğuk suyundan bir bardak içtiğinden, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Londra ziyaretine kadar diplomatik ilişkiler, dostane ve eşit temellere dayanmaktadır.

ABD, uluslararası sahnede ortaya çıkmadan önce İngiltere, uzun yıllar boyunca Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nda temel ve gelişmiş bir oyuncu olarak varlığını sürdürdü. Ortadoğu’da uluslararası sahnenin karışık olduğu bir ortamda Ortadoğu’nun problemlerini ve Avrupa Birliği’nden (AB) ayrıldıktan sonra İngiltere’nin yeni realitesini anlamak için; tarihi, coğrafi ve demografik olarak İngiltere, şahsiyetleriyle ve yönetimleriyle Arap bölgesine yakın kalmaya devam edecektir.

Batı ve Arap medyasının ve diplomatik kaynakların işaret ettiği gibi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Londra ziyareti, zamanlama, amaç, vizyon, beklenti, ümit ve her şeyden önce Suudi Arabistan Krallığı’nın ve daha sonra da yanan Ortadoğu’nun olumlu ve parlak geleceği için tarihi bir ziyarettir. Bunun için İngiltere’deki herkes, Suudi Arabistan’ın stratejik ağırlığını idrak etmeye başladı. Suudi Arabistan, dünyanın buluşma ufuklarına intikal ederek ve korkmadan, çekinmeden güçlü bir şekilde dünyayla etkileşim içerisine girerek parlak bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Çünkü bu hırslar, son derece cüretkâr olmayı gerektiriyor.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’da iki ayakları sağlam bir şekilde elleri değişim dümenini tutarak ve 2030 Vizyonu ile netleştirdiği gelecek konusunda umutlu Suudi Arabistan’ın yeni neslinden yüzde 74 destek alarak Londra’ya gidiyor. Buradaki rakam, Ipsos Araştırma Merkezi’ne aittir.

Bütün dünya, Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile birlikte Suudi Arabistan’ın yaşadığı ‘kültürel etkileşim’ sürecini görüyor. Bu ifade, The Washington Post gazetesindeki ABD’li yazar David Ignatius’a aittir. Söz konusu kavram, ister Londra’da isterse Washington’da olsun Batı’nın ilerlemeci bir şekilde anladığı işaretleri ve manaları taşımaktadır. En önemli kavram, değişim iradesinin gerçek ve isabetli olmasıdır. Değişim iradesi, doğan güneşe doğru ilerliyor ve kendisiyle imparatorlukların ve kalıntılarının batan güneşi arasından uzaklaşıyor.

Bugün Suudi Arabistan’da Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Birleşik Arap Emirlikleri’nde Şeyh Muhammed bin Zayed, Mısır’da Abdülfettah Sisi, dostlarıyla birlikte başta İran olmak üzere bilindik devletlerin temsil ettiği Arap olmayan projelere karşı koymak hedefiyle hikmet ve ılımlı güçler üçgenini temsil etmek için gün yüzüne çıkıyor. Zira İran, Ortadoğu’yu kendi perspektifine göre çizmeyi ve çıkarlarına göre kartlarını düzenlemeyi istiyor. Bunun için uluslararası bu üçgenin başarılı olmasında özelde İngilizlerin genelde ise Avrupalıların büyük bir çıkarı var. Bu üçgen olmaksızın geçmişle acı tecrübeleri ve gelecekle uzak dilekleri arasında askıda kalmış bu bölgedeki kaos, Avrupa kıtası için bir musibet olabilir. Sahte Arap baharıyla birlikte meydana gelenleri değerlendirmek yeterlidir.

Şunu abartmadan ve küçümsemeden ifade etmek gerekir ki Avrupalılar, hâlihazırda Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a takdir ve beğeni gözüyle bakıyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, radikallerin ve teröristlerin yok ettiği ılımlı İslam’ı tüm bölgeye geri getirmeye çalışıyor. Bunu da radikalizm, aşırılık ve günümüzde insan vücudunu zayıflatan devasız terörizmle mücadele ederek yapıyor. Bundan dolayı İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Muhammed bin Selman’ın desteği hak eden bir reformist olduğuna atıfta bulunduğu zaman doğru söylemişti.

Tarih, geriye dönmeyebilir. 20. yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi İngiltere, Ortadoğu’nun efendisini tekrar feda etmeyecektir. Fakat bu durum, pragmatik anlamda da olsa onun aktif ve etkili bir rolünün olma ihtimalini geçersiz kılmıyor.

Her şeyden önce dünyadaki herhangi bir devleti en çok ilgilendiren şey, vatandaşlarının güvenliği, selameti ve asrın vebası olan terörün önünü kesmektir. Bu bağlamda İngilizlerin kendi itiraflarıyla Suudi Arabistan istihbaratı, terörizmle mücadelede önemli bir rol oynadı. Hatta Londra ve Suudi Arabistan istihbarat servisleri arasındaki işbirliği nedeniyle birçok İngiliz’in hayatı kurtarıldı. Bu da uluslararası güvenliğe bizatihi yansıdı.

Bazılarının küresel kaos çağı olarak nitelendirdiği bu zamanda Suudi diplomasinin bütün gelişmiş uluslararası merkezlerle kartları yeniden düzenlemeye ve çıkarları yeniden değerlendirmeye çalışması güzel bir şey. Suudi Arabistan-Rusya ve Suudi Arabistan-ABD ilişkileri iyi ve etkin olduğu zaman İngiltere, yaşlı kıtanın en önemli sütunlarından birisi olarak kalmaya devam edecektir. Uzun süre önce miras olarak aldığı nüfuzunun, dünya ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerde stratejik gücünün yanı sıra İngiltere’nin uluslararası sahada hala aktif siyasi, iktisadi ve askeri bir varlığı var. Bu durumun, Suudi vatandaşların ve bölgedeki diğer Arapların yaşamına sağlıklı bir şekilde yansıması gerekiyor.

İngiltere’nin siyasi tutumlarını gözden geçiren birisi, İngiltere Başbakanı Theresa May’in 2016 Manama Zirvesi’nde dile getirdiği ‘Güvenliğiniz güvenliğimizdir’ ifadesiyle uyumlu olduğunu idrak edecektir. Bunun için İngiltere’nin tutumu, İran’ın özellikle de Yemen’de problem çıkarıcı rolünü reddetmektedir. Genellikle Londra, DEAŞ’ın genişleyip yayılmasından endişe duyarak Suriye halkının maruz kaldığı şeylerin durdurulmasına yönelik çağrıda bulundu.

Ekonomik ortaklıklarla ilgili olarak ise İngiltere, bölgeye, Avrupa’da kaybettiği çoğu şeyi mali ve beşeri anlamda telafi edecek bir arka platform olarak bakıyor.

Özetle Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın öncülüğünde aydınlık yolculuğu destekleyerek daha iyi bir yaşam için Riyad’dan Londra’ya gerçek bir ortaklık ve gelecek hayalleri öneriliyor.