Son iki haftada kadın, erkek, çocuk ve yaşlılardan oluşan 300 bin sivil yürüyerek ülkelerinden kaçmaya zorlandılar. Geri dönmemeleri için köy ve şehirleri yakıldıktan sonra yanlarında taşıyabildikleri tek şey, dünyada sahip oldukları şeyler oldu. 300 bin Rohingyalı, insanların birbirlerine merhametsizliğini temsil ettiği uğursuz Rakhine eyaletinden Bangladeş’e geldi. Myanmar hükümetinin kendilerine savaş ilan ettiği Müslüman çiftçilerin ev ve köyleri toplu bir şekilde yakıldı. Aslında Myanmar içerisinde ölen, yaralanan ve tehcir edilen Müslümanların sayısı çok fazladır. Müslümanların trajedisi ise, iki hafta önce Myanmar’da askeri rejimin kendilerine karşı yürüttüğü çatışmayla başlamadı. Aksine bu trajedi, Rohingyalıların yıllardır kenara itilmesinden kaynaklanan bir krizdir. Rohingya halkının 1,3 milyondan fazlası, toplu tutukluma kamplarına benzeyen çadırlarda yaşıyorlar. Ayrıca on binlerce kişi, geçmiş yıllarda ülke içerisinde yerinden ve yurdundan çıkarıldı. Hükümet, herhangi bir insani yardımın Rakhine’ye ulaşmasını yasakladığını duyurdu. Aynı zamanda bu durum kuzey vilayette insani ve uluslararası örgütlerin çalışmasını engelledi.
Rohingyalılara karşı tekrarlanan bu saldırı, Burma hükümetinin iddia ettiği gibi terör eylemlerine karşılık vermekle alakalı değildir. Tam tersine bu saldırı, Rakhine ve Rohingya vilayetinin durumuyla ilgili soruşturma komisyonunu yönetmekle görevlendirilen Birleşmiş Milletler (BM) eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın raporuna doğrudan bir tepkidir. Komisyon, geçtiğimiz Ağustos ayının sonunda yayınlanan 63 sayfalık raporda, Rakhine eyaletinde zulmün ve insan haklarını ilgilendiren bir kriz olduğunu söyledi. Ayrıca rapor, ırkçılığın ve Rakhine halkının haklarının tanınmamasının söz konusu krize sebep olduğunu ifade etti. Bununla beraber, Rohingyalıları etnik olarak tanımayan Naypyidaw’ın tepkisinden endişe duyulduğundan dolayı Rohingya, isim olarak raporda belirtilmedi. Bilindiği üzere dünyada herhangi bir ülkenin vatandaşlığını taşımayan en büyük grup Rohingyalılardır. Bugün öldürme ve zulüm eylemleri, Myanmar’ın Rohingyalıları tanımayı ve kendilerine kimlik vermeyi reddetmesiyle devam ediyor. Bu da sorgulamadan öldürme eylemlerini kolaylaştırıyor. Komisyon ise, hiç kimsenin dinine, etnik kökenine ve uyruğuna bakılmaksızın, Rakhine’de ikamet eden herkesin özgür bir şekilde hareket etmesine izin verilmesini önerdi.
Rohingyalıların 1700’den beri Myanmar’da olduklarını gösteren delillere rağmen, Myanmar hükümeti ve askeri yönetim, Rohingyalıları tanımayı reddediyor. İsraillilerin Filistin halkının varlığını tanımayı; hatta, “Filistinli” kelimesini telaffuz etmeyi bile uzun yıllar reddettikleri gibi, Rohingyalılar da etnik ya da dini grup olarak yıllardır kabul edilmediler.
Dün BM, Rohingyalılara karşı yapılanların toplu bir soykırım uygulaması olduğunu açıkladı. Fakat bu soykırım, dün ortaya çıkmadı. 2013 yılında gazeteci unvanıyla Myanmar’ı ziyaret ettiğimde Rohingya krizi devam ediyordu. Ancak, uluslararası toplumunun onları tanımak gibi bir maksadı yoktu. O yıllarda Myanmar açılımına odaklanılmıştı. ABD Eski Başkanı Barack Obama yönetimi, Asya’ya stratejik anlamda yönelmek gibi çeşitli sebeplerden dolayı Myanmar açılımına önem veriyordu. Çabalarıma rağmen askeri hükümet, Rakhine eyaletini askeri bir bölge ilan ettiğinden dolayı Rakhine eyaletini ziyaret etmeme izin verilmedi. Rohingyalıların temsilcisiyle görüştüğüm zaman benden, hayatından endişelendiği için görüştüğümüzden bahsetmememi rica etti. Rohingya halkından pek çok kimseyle konuştum. Hükümet ve radikal Budist gruplar kendilerini tanımamasına rağmen atalarının Myanmar’da yaşadıklarını ve Myanmar’ı tek vatanları olarak gördüklerini vurguladılar.
Rohingyalıların durumlarıyla ilgili sorduğum sorular, Myanmar açılımına önem veren kesim tarafından ciddiye alınmadı. Washington’dan Pekin’e ve Myanmar’ın başkenti Naypyidaw’a kadar yanıt aynıydı: Reform için zamana ihtiyaç var. Ancak bu kadar uzun süre zulmü azaltmak için değil, artırmak için kullanıldı. Rohingyalılara karşı yapılan ihlaller siyasi zulüm çerçevesinde değerlendirildi. İhlallerin ortaya çıkmasını engellemesinden dolayı en büyük sıkıntıyı Ang San Su Çii yaşadı. Reformların ülkede var olan azınlıkları tanımayı ve insan haklarını iyileştirmeyi kapsayacağı tahmin ediliyordu. Fakat Ang San Su Çii, 4 yıl sonra baskıcı rejimin güzel görünen yüzü oldu. Su Çii, Rohingyalıların zulüm gören gruplar arasında sayılmasını reddetti. Dahası Nobel Barış Ödülü’nün sahibi olan Ang San Su Çii, siyasi çıkarlarının öncelikli geldiğini ve bu suçların terörle mücadele kapsamında addedilmesi gerektiğini belirtti.
Şunu kabul etmeliyiz ki; İslam İşbirliği Örgütü, Rohinyalılarla ilgili daha kararlı ve ciddi bir tutum sergilenmesi için dünyaya ve örgütteki üye devletlere yıllardır sesleniyor. Bundan dolayı sivillerin güvenliği garantileyecek bazı çözümlere ulaşmak için Myanmar’a çeşitli heyetler gönderdi. Fakat bu heyetler, güçsüz ve kuvvetsiz olan sivillere yardım etmek isteyen herhangi bir kesimle muhatap olamadı.
Obama yönetimi, sahadaki gerçeklere bakılmaksızın, Myanmar açılımının diplomatik başarısını duyurmaya özen gösteriyordu. Aynı üslubu İran ve Küba’ya karşı benimsediği tavırda da görüyoruz. Washington’la içerideki hesaplar konusunda iletişim kuruluyor ve açılım yapılıyor. Diğer yandan Çin’de Müslüman azınlık Uygurlar olduğundan dolayı, Çin sessiz kalmaya devam ediyor. Unutmamamız gerekir ki özellikle Çin için Myanmar’ı bölgede önemli kılacak nedenler var. Myanmar’da petrol gazı ve değerli taşlar olmak üzere büyük doğal kaynakları bulunuyor. Her şeyden önce Çin, yılda yaklaşık 5 milyar dolar doğal kaynak ithalatı yapıyor. Bu da Çin ve Tayland gibi komşu ülkelerin Myanmar’ın stabil kalmasında sorumluklarının olduğu anlamına geliyor.
Türkiye, Rohingyalıların durumunu ele almak için gelecek hafta New York’ta üst düzey bir toplantı düzenlenmesini talep etti. Bu toplantı, öldürme ve tehcir eylemlerinden Myanmar’ı vazgeçmeye zorlayacak ciddi kararların alınması için bir fırsat olacaktır. En azından insani örgütlerin sağlık ve gıda gibi basit yardımları ulaştırmalarına izin verilecektir. Aynı zamanda ülkelerinden kaçanları karşılamaları konusunda Bangladeş gibi misafir devletlere yardım edilmesi gerekiyor. Ancak Rohingyalıların tehcir edilmesi, bu kriz için bir çözüm olamaz. Başta Ang San Su Çii olmak üzere, Naypyidaw hükümeti, Rohingyalıların kaçışını emr-i vaki bir durum haline getirerek, onların aslında Bangladeş’ten olduklarını ve bundan dolayı Bangladeş’e kaçtıklarını göstermek istiyor. Bir grup halkı firar etmeye zorlamak, dünya ülkelerince tanınan bir hükümet tarafından organize bir politika haline getirildi. Eğer bu şekilde devam ederse dünyanın gözü önünde yeni bir zulüm ortamı oluşacaktır. Bunun için Myanmar’a karşı konulup bu politikasından vazgeçmesi için Myanmar’ın en katı yaptırımlarla yüzleşmesi gerekiyor. Çünkü bu konuda bir şeyler yapmamak, daha fazla kargaşaya ihtiyaç duyulmayan bir dünyada zorunlu göçün yeni şekilleriyle karşı karşıya kalacağımız anlamına geliyor.