Hükümet kurma teşebbüslerinin sekteye uğradığı, dolayısıyla netice vermesinin zorlaştığı bir zamanda Lübnanlıların endişeleri daha da artıyor. Lübnanlıların yarısı mevcut durumu protesto etmek için parlamento seçimlerinde sandığa gitmedi, zira onların kanaatine göre hiçbir aday insanlara faydalı olmak için bu seçim yarışına girmemişti. İşte tam da böyle bir dönemde Suudi diplomasisi, hayal kırıklığı duygularını ortadan kaldırıp umut vermek için güven veren adımlardan biri olarak ortaya çıktı. Bu adımlar şu güzel sözle ifade edilebilir:
“İyilik düşünün ki iyilik bulasınız.”
Suudi Arabistan’ın güven veren diplomasisi, başkanlık seçimini takiben iki yıldan fazla bir süredir, büyük bir kararlılık ve sabırla gerekli adımları atmaktadır. Aşılması zor gibi görünen problemler aşıldı. General Mişel Avn, Taif Anlaşması döneminin dördüncü cumhurbaşkanı oldu. Bu dönemin diğer Cumhurbaşkanları ise; İlyas Haravi, Emil Lahud, Mişel Süleyman’dır. Lübnan’ın bağımsızlık döneminde onbir kişidir; Şeyh Bişara Huri’den başlayarak, başkanlar: Kamil Şamun, Fuad Şihab, Şarl Helu, Süleyman Frenciye, İlyas Sarkis, Emin Cemayil… Yemin ettikten hemen sonra Beşir Cemayil’e suikast düzenlenmemiş olsaydı sayı 13’e ulaşmış olacaktı. Ve aynı şekilde Röne Muavvad, başkanlık koltuğunda kalmasının Lübnan’ı nefretten uzlaşmaya götüreceği görüldüğünden dolayı öldürüldü.
Kral Abdulaziz’in seçkin sohbet arkadaşlarından Emin er-Reyhanî dönemi Suudi diplomasisinin en sıcak tarafını temsil eder. Şimdilerde ise yaptığı ziyaretler ile Suudi Arabistan’ın Lübnan Maslahatgüzarı Velid el-Buhari’nin şahsında bu diplomasi şekilleniyor. Kuzeyden güneye, oradan Baalbek’e, sedir ağacına kadar bütün Lübnan’da bu diplomasinin rengi hissediliyor. Çoğunlukla bu diplomasi kültürel ve ahlaki kodlar taşıyor. Büyükelçi Abdülaziz Hoca yazdığı şiir ve nesirler ve sıcak mesajları ile bu diplomasiye edebi bir renk katmıştır. Diğer büyükelçi Ali Avad Asiri ise başka bir zenginlik katmıştır, zira kendisi diplomatik tecrübesine askeri renk katabilmiş ender şahsiyetlerdendir. Velid el-Buhari, Lübnan’ın Üçüncü Cumhurbaşkanı Fuad Şihab Müzesine, daha önce bir Arap veya yabancı diplomatın gerçekleştirmediği bir ziyarette bulundu. Bu ziyaret geçtiğimiz hafta yapılan ve yine bir ilki temsil eden “Beyrut Evi” ziyareti sırasında söylediklerini sembolize ediyor. Bu müze/bina Savaş yıllarında –Allah bir daha göstermesin- Doğu Beyrut ile Batı Beyrut arasındaki “sıcak temas sınırını” temsil ediyor.
Suudi Arabistan’ın parlak yönetmeni Abdullah el-Muhaysini “Bir Şehrin Suikastı” adlı belgeselinde bu bina da yer aldı. Bu belgesel, Arap ve uluslararası film festivallerinde beğeni ve ödül kazandı. Belgesel Lübnan’ın yaşadığı dramı ve Taif anlaşmasıyla bu dramatik halden çıkışını ortaya koyuyor. “Kahve diplomasisi” artık bir diplomatik bir deyim haline geldi. Uyarmayı, uzlaşmayı ve iyiliği kötülüğe tercih etmeyi hedefleyen bir diplomasi tarzıdır. ABD-Çin arasında sürdürülen “hentbol diplomasisi” buna dâhil edilebilir. Her defasında yeni bir tarz ve özellik kazanarak devam ediyor.
Eğer “kahve diplomasisi” diye bir şey duyar ve Lübnan’ın bağımsızlığının kahramanları üzerinden bir yolculuğa çıkmak istersek bağımsızlığın ilk sembolü Bişara Huri’nin anıtının önüne çelenk koymamız gerekir. Lübnan’ın bağımsızlık sürecinin yoldaşları güvenlik ve istikrarı öne çıkarmışlardır. Her etnik gruptan bu tavrı temsil edenlerin olması Lübnan’ın en büyük şansıdır. Hepsini ortak sloganı; “Lübnan’ın bağımsızlığını korumaktan daha yüce bir amaç olamaz” şeklinde olmuştur. Bu anlayışı garipsememek gerekir, zira uzlaşmacı diplomasinin özü Lübnan için yararlı olan her şeyi tercih etmektir. Böylece risk çemberinden uzak kalınmış olur. Bu da bağımsızlık için çalışmakla gerçekleşir. Bağımsızlık ve onu korumak için halkın oynadığı rolleri ve ödedikleri bedelleri diğer insanlara hatırlatmak gerekir. Bu konudaki ihmaller hususunda uyarıda bulunanlara da kulak vermek icap eder.
Tarihsel olarak Suudi Arabistan, Kral Abdülaziz’in döneminden beri, bir uyarıcı, gözetleyen bir göz ve herkesi sinesine basabilecek bir yürek olmuştur. Velid el-Buhari Beyrut’un savaş yıllarının sembolü haline gelen binayı ziyaretinde şunları söylemiştir: “Bugün, “Beyrut Evi”nin duvarlarında savaşın izlerini olduğu gibi görüyoruz, Suudi Arabistan sadece Lübnan’ın özgür, bağımsız, güvenli ve refah sahibi bir devlet olmasını önemsiyor…” İşte bu sözler, birbirimizi daha iyi anlama ve yapıcı olmanın yapı taşları mesabesindedir.
Bize göre, Suudi Arabistan’ın güven veren diplomasisi farklı farklı şekillerde tecelli etmektedir. “Kahve Diplomasisi”, Fuad Şihab Müzesi’nin ziyareti, Büyükelçilik bahçesine Sedir ağacı ekimi, Dr. Selim Huss’un ziyaret edilmesi, duvarlarında savaşın izlerini taşıyan “Beyrut Evi”nin ziyaret edilmesini bu bağlamda zikredebiliriz. “Beyrut Evi”nin üzerindeki izler süs için bırakılmadı, bilakis o günlerin hatırlanması fayda verebilir düşüncesiyle bırakıldı. Böylece açgözlü insanlar o günlerle hesaplaşma yoluna girebilir, yeni hükümetin kurulmasına destek olabilir ve Allah korkusuyla hareket etme eğilimi gösterebilirler. İşte o zaman korku ve engeller kaybolup gider. Şeyh Bişare Huri ve Kral Abdülaziz döneminde temelleri atılan Suudi-Lübnan istişare günleri ne kadar da verimli günlerdi. Bu konuya sonraki yazımızda ışık tutalım.