Rusya-Batı çatışmasındaki izlenimlerimiz aracılığıyla bugün farklı bir şekilde yeni bir soğuk savaş meydana geliyor. Rus istihbaratının Batılı devletlerdeki servislerin ve örgütlerin içine sızıp bu devletlere sığınan Rusları takip etmesi, bizi soğuk savaş dönemine götürüyor. Aynı şekilde Rusya’nın Batılı başkentlerde pek çok seçim sürecine müdahale ettiği konuşuluyor. Rusya’nın Donald Trump’ın seçilmesindeki rolüyle ilgili ABD’de meydana gelen tartışmalar, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Putin’in Avrupa Birliği’ni(AB) parçalama planı hakkında konuşması ve Rus rublesinin İngiltere’de Brexit yanlılarının kampanyasını desteklemedeki rolü, Batılı ülkelerin içişlerine müdahale edip onların çıkarlarını tehdit etmeye yönelik Moskova’nın artan rolünün sadece birer örneğidir.
Faşist fikirlere ve köklere sahip sağ hareketlerin baskısı altında Batı rejimlerinde cereyan eden çatışmalar, Avrupa kıtasının istikrarını tehdit ettiği ve İngiltere’nin Brexit bataklığına gömüldüğü bir zamanda Vladimir Putin, istikrarı sarsmak ve kendi emellerine uygun bir şekilde Avrupa haritasını yeniden çizmek için Batılı ülkelerde kitle imha silahları kullanıyor.
Putin, soğuk savaşın bir ürünü olup Berlin kentinde Sovyet istihbaratındaki rolü aracılığıyla Avrupa’nın bölünmesine katkı sağlayanlardan birisidir. Berlin ise 40 yıl boyunca bu bölünmenin adresiydi. Çünkü Putin, askeri teçhizatının Batı-ABD ittifakıyla mücadele edemeyeceğini biliyor. Putin, iyi bildiği silaha yani İngiltere’den Macaristan ve Yunanistan’a kadar Avrupa sahasında hareket etmeye hazır istihbarat silahına sarılıyor. Hollandalılar ise Lahey’de Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’ne ait bilgisayar sistemine sızmaya çalışırken suçüstü yakalanan grubun İsviçre’de de saldırı yapmaya hazırlandıklarını dile getiriyor.
Putin, Batı’yla doğrudan çatışmanın sonuçlarına katlanamaz. Buna rağmen o, sürekli gücüyle övünüyor. Rusya’nın askeri harcamaları gerilediği belirtiliyor. Yani bu, ABD’nin askeri harcamasının onda birine denk geliyor. Bu oran, Batılı ülkelerin gayri safi milli hâsılasıyla karşılaştırıldığında Rusya, askeri harcama yönünden ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi devletlerin gerisinde yer alıyor.
Tabi Rusya Federasyonu’nun Batılı demokrasilerde meydana gelen dönüşümlere ve iç çatışmalara kıyasla istikrarlı bir rejime sahip olduğu söylenebilir. Vladimir Putin, Kremlin’de 2000 yılından bu yana tek başına hüküm sürüyor. Rusya’da iç ve dış politikalarla ilgili son sözü Putin söylüyor.
Fakat aynı zamanda Putin, zayıf noktalarının da farkında. Bunun için o, dolaylı çatışma planını kullanıyor. Örneğin; Putin, AB’den ayrılmayı savunan en radikal sağ hareketleri destekleyerek AB’yi zayıflatmaya çalışıyor. Bu da AB’nin parçalanmasına neden olabilir. AB’den ayrılma sloganları atan İngiltere’deki muhafazakâr gruplara karşı da aynı yol izleniyor. Medya, Muhafazakâr grupların yürüttüğü kampanyaların Rusya tarafından desteklendiğini belirtti. Bu, Rusya’nın Demokrat Parti’nin cihazlarına sızarak Başkan Donald Trump’ın kampanyasını desteklediği konusunda ABD’de meydana gelen tartışmalara benzemektedir. Ayrıca Batı medyası, Putin’in desteklediği kişiler arasında Macaristan Başbakanı Viktor Orban, İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini ve Avusturya hükümetinde ikinci adam ve aşırı sağ Özgürlük Partisi’nin lideri Heins-Christian Strache’in yer aldığını ifade ediyor. Bu kişiler, şu an Batılı popülist hareketlerin en önemli sembolleridir.
Rusya’nın amacı, Batı kamuoyunu iç sorunlarıyla meşgul edip kendisi için önemli sayılan bölgelerde yani Balkanlardan Baltık Denizi’ne kadar(Batı Avrupa’nın doğusunda yer alan bölgelerin çoğu) nüfuz haritalarını yeniden çizmeye çalışmaktır. Bunun için Putin, baştan beri NATO’nun Rusya’nın nüfuz bölgelerine doğru genişlemesine karşı çıktı.
Bu askeri kampanya Ukrayna’da başarılı bir şekilde yürütüldü. Şu an Ukrayna, doğu bölgelerinde yaşanan sorunlarla ve Putin’in dünyanın dalgınlığından yararlanarak işgal ettiği Kırım Yarımadasını geri alma hayaliyle meşgul. Ancak Batı’nın planlarından uzakta başka gelişmeler meydana geliyor. Moskova, etnik yönden daha homojen bölgeler kurma hayalini gerçekleştirecek şekilde (Rusların müttefiki)Sırbistan ve (Müslüman çoğunluğa sahip)Kosova arasında haritaları yeniden çizmeye çalışıyor. Böylece (Sırp kökenlilerin ya da Ortodoks mezhebinden olanların yaşadığı) Kosova’nın bir bölümü ayrılıp Sırbistan’a yeniden katılacak. Bu tür bir plan başarılı olursa istediğini yaptırabilecek şekilde Putin’in Bosna’daki nüfuzu güçlenebilir. Zira Slobodan Milosevic ve Ratko Mladic gibi Sırplı radikalleri desteklemek suretiyle Moskova’nın 1990’ların ilk yarısında Balkan savaşlarının çıkmasında önemli bir rolü vardı. Ayrıca bu plan, Dayton Anlaşması’nın kabul ettiği barış sürecini de tehdit etmektedir ki bu anlaşma sayesinde söz konusu bölgeler, 20 yıldır devam eden bir istikrara kavuştu.
Nüfusunun çoğunluğu Ortodoks ve -varsayıldığı üzere- Rusya’yla dini ve kültürel benzerlik olmasına rağmen Makedonya da Rus müdahalesinden kurtulamadı. Öyle ki son zamanlarda Moskova, Makedonya’nın Yunanistan’la yaşanan problemi çözmek ve “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” adını almak için yaptığı referanduma baskı uyguladı. Rus müdahalesi nedeniyle seçmenlerin üçte ikisinin oylamaya katılmadığından dolayı referandum başarısız oldu. Tabi bu durum, Yunanistan ve Makedonya arasında uzun süreden beri yaşanan çekişmenin çözümünün gecikmesine yol açtı. Bu çözüm, Makedonya Cumhuriyeti’nin AB’ye ve NATO’ya üyeliğini kolaylaştırabilirdi.
Rusya Devlet Başkanı’nın dünyadaki en eski meslekler arasında gördüğü istihbarat müdahalesi ve Batılı demokrat rejimleri istismar edip çelişkilerle oynamak, Putin’in şu an Batı’daki ölümcül silahlarıdır. Zira Putin, Suriye, Hindistan ve diğer yerlerde yaptığı gibi gelişmiş füzeleri Batı’ya ihraç edemez. Elektronik ya da siber savaşı küçümsememek gerekiyor. Öyle ki Batılı gazeteler, siber savaşı ABD’nin 1945 yılında Japonya’ya yaptığı nükleer saldırıyla kıyaslıyor. Diğer bir ifadeyle Batılı devletler, siber savaşa yönelik önlem alıp karşı koymazsa bu savaş, Avrupa kıtasının haritalarında uzun vadede stratejik bir değişiklik meydana getirebilir.