Suriye’de yedi yıldan fazla süredir kesintisiz devam eden bu yıkıcı savaşın bir Rus savaşı olduğu artık şüphe götürmez bir gerçek.
Rusya’nın politik, askeri ve istihbarat müdahalesi olmasaydı, çatışma çok daha “erken” sona ermiş olacak ve bu rejim bugüne kadar “kararlı” bir direnç gösteremeyecekti.
Suriyeliler ise karşılıklı anlayış ve tavizlerle sorunlarını çözmüş olacaklardı. Tunus Eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali’nin yurt dışına kaçmaya zorlanması ve hepimizin bildiği şekilde –ki yıllar geçmiş olmasına rağmen hala hafızalarımızda canlı- kaçışından sonra işler nasıl yoluna girdiyse burada da aynı şekilde girmiş olacaktı.
Elbette, Tunus ile Suriye arasında birçok temel farklılık olduğu bilinen bir gerçek. Bu Arap-Afrika ülkesi, Suriye’de olduğu gibi etnik, mezhebî ve ulusal bileşenlere sahip olmanın yükünü az veya çok taşımamakta.
Suriye’deki Sünni Arap çoğunluğa ek olarak, Hristiyanlar (Ortodoks), Aleviler, İsmaililer, Dürziler, Kürtler, Türkmenler ve Çerkezler var. Bütün bu dış müdahalelere kapıları açan şey işte buydu ve “muhalefet” bundan dolayı parçalanmıştı. Karar almada önderlik yapabilecek bir ana yapının ortaya çıkmasını engelleyen bu mozaik yapı, Cezayir’deki kurtuluş savaşı sırasındaki ve Güney Yemen’de İngiliz sömürgeciliğiyle mücadele edildiği esnadaki kararlı tutumun oluşmasını da engellemiştir.
Rusya, sadece bu bölgenin değil, tüm dünyanın yeni ana enerji rezervlerinin olduğu kanıtlanmış olan Akdeniz kıyılarına yerleşmek için büyük çaba sarf ediyor. Sovyetler Birliği’nin Afganistan gibi stratejik bir ülkeden aşağılayıcı bir şekilde çekilmesi, 1949’da General Hüsnü Zaim döneminde, Suriye’ye yönelmelerini sağladı. Sovyet döneminin sona ermesinden sonra azalan nüfuzunu geri kazanma fırsatı ortaya çıkmış oldu ve 2007’de bunu gerçekleştirildi. Şimdiye kadar da bunun mücadelesini vermeye devam ediyor.
Belki de bu görüşü destekleyen olgu, Rusların, bu Arap ülkesinde askeri üsler kurduktan ve burayı ordularının merkezi haline getirdikten sonra, artık kısır döngü haline gelen bu krizin çözümüne yönelik ciddi ve dengeli bir öneri getirmemeleridir. Yaptıkları tek şey otoriter rejime sıkı sıkıya sarılmak olmuştur. Bu bölgedeki varlığını daha da güçlendirmek için vakit kaybetmeden İran’la birlikte “stratejik” bir ittifak başlattılar. Rusya onu, Uluslararası denklemde olmasa da Ortadoğu denkleminde çok önemli bir bölgesel güç olarak görmeye başladı.
Buradaki esas sorun, Amerikalıların Irak devletini “yıktıktan” ve Irak ordusunu “dağıttıktan” sonra Irak’ın doğu sınırlarını İran’a açmalarıdır. Etnik ve mezhep temellerine dayanan İran nüfuzunun Mezopotamya’ya aktarılması amaçlanmış gibi duruyor. Elbette İran bununla yetinmedi. Buradan başlayarak Suriye ve Lübnan’a, aynı zamanda “Ayatullah” olarak adlandırılan Şii hilaline ulaşmak için Yemen’e uzandı. Arapların büyük bir çoğunluğu bunun, İran’ın eski ihtişamının yeniden kurulmasını amaçlayan bir Pers hilali olduğunu düşünüyorlar.
Hiç şüphesiz Ruslar, İran’ın Arap meselelerine olan tüm müdahalelerinin arkasında bu hedefin olduğunun farkındaydı. Ancak, İran’ı büyük bir bölgesel güç olarak gördükleri için ittifak başlattılar. Suriye’de daimi bir Rus varlığına ulaşmak için de onlara dayandılar. Bu işgalin mevcudiyeti, Türkiye’nin NATO kalıbından çıkmasına ve Rusya ile müttefik olmasına neden oldu. Daha büyük adımların atılacağı da çok açıktır.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Beşşar Esed rejimine ve Suriye’deki Rus işgaline başlangıçta sert bir tutum sergilediği bilinmektedir. Zira bu tutumunu fiilen de ortaya koymuştur. Her şeyden önce, Suriye muhalefetinin fraksiyonları ve ana oluşumlarına sınırsız bir destek sağladı ve ‘bu Arap ülkesinde bu Suriye rejiminin yaşamasının mümkün olmadığı’ sloganını sürekli yineledi. İkinci olarak da, Eylül 2015’ten sonra Rus işgali ile mücadeleye girişti. Türk topraklarında bir Rus bombardıman uçağını düşürdü. Eğer bu eğilim devam etmiş olsaydı, işler bu kerteye gelmemiş olacaktı.
Ruslar, Recep Tayyip Erdoğan’ın en zayıf noktasının, -bazı tahminlere göre bu ülkedeki sayıları 20 milyonu aşan- Türkiye’deki Kürtlerin dışarıdan desteklemesi olduğunu önceden bildikleri gibi hala da bunun farkındalar. Kürtlerin ayrılıkçı bir tutum takınmaları Türk devletinin parçalanması anlamına gelmektedir. Özellikle de diğer birçok azınlık, 1939’da Türkler tarafından ilhak edilen Hatay bölgesi de dâhil olmak üzere, bağımsızlık ve kendi ulusal devletlerinin kurulmasını isteyebilirler.
Devlet başkanı Vladimir Putin, Recep Tayyip Erdoğan’ı acıyan kolundan yakalamak istedi. Abdullah Öcalan liderliğinde, bir Rus-Suriye istihbarat bürosunda oluşturulan PKK’nın Türkiye sınırına ve iç hedeflerine yönelik operasyonlarını yoğunlaştırmasını sağladı. Türk yönetimi, pozisyonlarını ve ittifaklarını yeniden gözden geçirmeye zorlandı, NATO ve ABD’ye sırtını dönmesi gerektiği hissettirildi. Böylece Rusya Federasyonu’nun kollarına girmesi sağlandı. Moskova ve Tahran ile birlikte Ankara’yı da içeren üçlü ittifakın aktif bir üyesi olmak durumunda kaldı.
Sonra binlerce soru işaretine neden olan dramatik bir ABD düşüşü yaşandı. Bu arada en önemli başarısı Beşşar Esed rejimi tarafından kontrol edilen arazi alanını, bir yılda 185 bin kilometrekarelik toplam alanda, yüzde 19’dan yüzde 60’a çıkarmak olan “Astana” ittifakı var. Eğer işler bu şekilde devam edip gitseydi -Allah korusun- “devrim” tamamen başarısız olabilirdi ve bu Rejim uzun yıllar boyunca sadece bazı rötuş kabilinden işlerle uğraşmak durumunda kalırdı.
Ancak bu durum ortaya çıkınca Amerikalılar gaflet uykularından uyandılar ve çok geç olmadan duruma el koydular. İran’a karşı kısmen de olsa bazı tehditler savurmaya başladılar. Bunu Rusya’ya karşı da yaptılar. Birçok ülkeyi içerisinde barındıran bu bölgenin hamisinin Rus-İran ittifakı olmayacağı vurguladılar. ABD’nin, ödediği pahalı bedeli ödemeye devam etmeyeceği, zira Suriye krizinin başlangıcından bu yana büyük bedeller ödendiği belirtildi.
Rusların Suriye’de ne üslerinden ne de askeri varlığından vazgeçmeyeceği iyice bilinmelidir. “Akdeniz” ve doğu kıyılarında kalıcı olmak istediklerinden dolayı devam etmekte olan savaştan da geri durmayacaklardır. Zira yeni enerji kaynakları buradadır. Savaşmaktaki asıl amaçları da zaten budur. Aksi halde İranlı müttefiklerine ciddi bir darbe indirip, bedeli ne olursa olsun Suriye’den çıkarabilirler. Onları Suriye’den çıkarmak demek Mezopotamya, Lübnan ve Yemen’den de çıkarılacağı anlamına geldiği gibi Arap Mağrip bölgesine uzanmasına da engel olunacak demektir. Bütün bunları yapabilmek için, Türkiye eski haline getirilmelidir. Ve bu hamle üçlü ittifakın ayrılmaz bir kolu olmadan önce yapılmalıdır.
Binaenaleyh, net bir şekilde bilinmelidir ki, samimi ulusal pozisyonlara sahip Araplar, uluslararası alanda önemli ağırlığı olan Rusya Federasyonu ile bu derece ayrı düşmeyi istemiyorlardı. Zira Rusya ile iktisadi, politik, kültürel ve askeri alanda büyük ortak çıkarlara sahipler. Fakat uluslar arası ilişkiler karşılıklı çıkarlara ve arzulara dayalı olduğu sürece ne yapılabilir ki? Yine de, Rusların hak ve görevlerde eşit müttefikler istemedikleri açıktır. Bilakis ,bu bölgeden ve tüm dünyadan Beşşar Esed rejimine ve diğer rejimlere tabi olan ve iltihak eden müttefikler istiyorlar!