Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Seçimlerden sonra… Hangi Lübnan’a hangi yönetim şekli gelecek? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Lübnan’daki son parlamento seçimlerinin sonuçlarını bölgesel ve uluslararası iklimden bağımsız analiz etmek isteyen biri varsa, ona daha yararlı işlerle uğraşmasını tavsiye ederim.

Aslen, “gerçek işgal” döneminden önce gelen “hayali uzlaşma” döneminden beri, Lübnan’da ittifak ve politik taktiklerden yararlı bir analiz çıkması imkânsız olmuştur. Bugün bir ülke düşünün ki, siyasi rejimi saçma, politik sınıfının “felsefesi” ve buna dair fırsatların değerlendirilmesi kuruntuların pazarlanması üzerine kurulmuş olsun.

Bu bağlamda, bu yazının çerçevesini belirlemeden önce dün Lübnan’da basılan gazetelerden birinin yorum sayfasını gözden geçirmek istedim. Aynı sayfadaki çelişkili analizler dikkatimi çekti, belki de pazarlanan bu kuruntuları en güzel şekilde yansıtıyordu. Bir tarafta yaşanan acı ve kederin gerçekliğinin abartılı bir analizi var, diğer tarafta ise; ‘Hizbullah ve “Suriye-Lübnan güvenlik aygıtının” takipçilerinin son seçim savaşını kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştiğini iddia etmeleri, savaşı kazanmış oldukları anlamına gelmemektedir… Bilakis İran bir kriz yaşamaktadır ve saatin akrebi geriye doğru gitmeyecektir’ analizini görüyoruz.

Her halükarda, aynı gazetenin bir görüş sayfasındaki bu analiz farklılığı karşısında şöyle bir gerçekliğin olduğunu kesin bir kanaatle iddia ediyorum; ‘Lübnan büyük bir denizde küçük bir balık gibidir ve öyle de kalmaya devam edecektir. Gerçek bir siyasi, partizan ve kurumsal yaşamın yokluğunda ülke, belirsizliklerin hâkim olduğu bir konuma evrilecektir ve bölgenin rüzgârları tarafından havaya uçurulmaya devam edecektir.’

Açıkçası, Hizbullah’ın pratikte Lübnan üzerindeki hâkimiyetini İran’ın dış politika projesinden ayırmanın imkânı yoktur, özellikle de Hizbullah bu projenin ayrılmaz bir parçası ise…

2006’dan bu yana geçen günler, hangi bağlamda kullanılmış olursa olsun “direniş” kelimesinin “Tahran rejiminin ve projesinin çıkarları” anlamına geldiğini gösterdi.

Bu parti, Lübnan’dan önce, Hafız Esed yönetimi boyunca Suriye’de kurulan bir hegemonyanın sonucuydu. Baba Esed, Tahran’daki sözde “reformcu” gruplar gibi, düşmanlarını kamufle etme, sersemletme ve etkisiz hale getirme kabiliyetine sahipti ve bu konuda oğul Esed ve iktidarın anahtarını elinde tutan Devrim Muhafızlarından daha kabiliyetliydi. Hizbullah’ın fiili anlamda ilk defa gelişip serpilmesine beşiklik edilmesi baba Esed döneminde olmuştur.

Ayrıca, Şam rejimi güçleri 2005 yılında Refik Hariri suikastının ardından Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldıklarında, Şam rejiminin İran rejimi için bir “beşikten” başka bir şey olmadığı gayet net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Hizbullah’ın Lübnan arenasındaki gerçek yüzünü ortaya koyan en açık kanıt, Hariri suikastının uluslararası bir mahkemede görülmesini reddetmeleridir. Sonra onlarla işbirliği yapmayı da reddettiler. Daha sonra, partinin beş elemanı bu suça karışmakla itham edildi, Suriye ise onları iade etmeyi ve onlarla ilgili herhangi bir müzakereyi reddetti. Aynı Suriye İsrail ile –üçüncü taraflar aracılığıyla dahi olsa- esir askerler ve askerlerin cesetlerinin iadesi ile ilgili görüşme yapmayı kabul etti.

Sonra en güçlü kanıt, İsrail ile Hizbullah tarafından kışkırtılan 2006 savaşında geldi. Bu savaşın en önemli stratejik meyvesi, onu güney sınırından uzak tutmak, onu ve silahlarını 2008’de Lübnan içlerine, daha sonra 2011’de Suriye iç kesimlerine yönlendirmek ve daha sonra İran’ın bölgesel stratejisinin uygulanması için Yemen’in işlerine bile müdahale etmekti. Yemen ve Suriye’ye müdahalesinin İsrail’e karşı direniş veya Filistin’in kurtuluşu ya da Kudüs ile uzaktan yakından alakası yoktu.

Son Lübnan seçimlerinde Hizbullah, yeni seçim yasasının uygulanmasının katkıları ile büyük bir zafer kazandı. Uluslararası toplum, orantılı temsilin -yeni seçim yasasına göre- Şii blok dışında, çeşitli mezhep bloklarında büyük çatlaklar meydana getireceğini çok iyi biliyordu. Hizbullah ağır silahları elinde bulundurduğu ve kendisiyle Emel hareketi arasında bir uzlaşı olduğu sürece bu durum bu şekilde devam edecektir. Bu uzlaşı, diğer toplulukları rahat kontrol etmesini sağlamakta ve kendisi ile diğer oyuncular arasında bir amortisör görevi görmektedir.

Tam olarak da bu gerçekleşti. “Şii ikilisi”, güney ve doğu Lübnan’daki (kuzey Bekaa) kalelerini rakiplerine karşı korumaya almış durumda. Şii kotasındaki tüm sandalyeleri silip süpürdüler, yakın zamana kadar “Suriyeli vesayet döneminin yetimleri” olarak adlandırdıkları takipçilerini diğer bölgelere nüfuz etmek için kullandılar.

Dün, Emel hareketinin lideri olan Nebih Berri, Meclisi Başkanı olarak altıncı kez seçildi. Berri’nin seçilmesi zaten kesindi, zira “Şii ikili” mecliste Şii temsiliyetini etkin bir şekilde tekellerine almış durumdalar ve ayrıca Berri birçok tarafça kabul görmektedir. Başkan yardımcısının seçilmesi ise kritik bir meseleydi. Seçilen Elie Farazli (daha önce 2005’ten önce görev yapmıştı), Esed hesabına çalışan ve şu anki Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın akımından birisidir. Ayrıca Hizbullah’ın stratejisiyle de uyumludur. Farazli’nin “Olanlar, 2005’teki tarihi bir hatanın düzeltilmesiydi” demesi gerçekten ilginçti.

Bu, Lübnan’ın bugün, Hizbullah-Avn koalisyonunu dayatan 2005’ten önceki döneme geri döndüğü anlamına geliyor. Bu durum “İkinci vesayet dönemine” girildiği anlamına gelmektedir. İran projesine uluslararası toplumun tavrı –en azından bir sonraki aşamaya kadar- farklı olsaydı bu mümkün olmazdı. Bu konuda Şam’ın resmi duruşu ile Tahran’ın duruşu arasında açıktan bir çelişki yoktur.

Tahran’la tarihi anlaşmasını yapan Barak Obama, Suriye halkını feda ettiğini biliyordu, ancak imzalamakta tereddüt etmedi. Uluslararası toplum ve özellikle Tahran’ı razı etmek ve onunla sözleşme yapmak için birbiriyle yarışan Batı Avrupa ülkeleri, ne Lübnan halkını ne Suriye ve ne de Irak halkını umursuyorlar. Rusya’nın kan göllerinin ortasında bölgesel bir yer edinmeden başka bir derdi yok.

İsrail ise ne istediğini biliyor, parçalama ve mezhepsel düşmanlık ile bağırıp -ama harekete geçmiyorlar- geri çekilen “sınır muhafızları” ile işi rahat…

Karar verici başkentler Tahran’a “Davranışını değiştirmesi” şartını ortaya koymadığı sürece ve Şam rejimi kendi halkı dışında herkes ile anlaşma yapabildiği sürece bugünkü Lübnan’ın kaderi dünkü Lübnan’ın kaderi gibi olacaktır. Ama bir sürpriz olur ve Tahran rejimi ortadan kalkarsa Lübnan’a ne olacak?