Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Şehrin gürültüsü ve teknolojinin patırtısı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Temas edilmekten parçalanmış ve yıpranmış birçok kitabın bulunduğu zengin bir kütüphaneye sahip eski bir profesörü zaman zaman ziyaret ederim. Zira kendisi üniversiteyi “kütüphaneler” konusunda uzmanlaşmış biri olarak bitirdi. Kitabın ödünç verilmemesini kitabın heder edilmesi ve ona yapılan bir suikast olarak değerlendirir. Bu sade ve dingin mekâna dönüş, insanı eskilere, karışık hülyalara ve değişimin gülünç planlarına, kentin sükûnetine geri taşıyor. Yeni nesil için gün yatsı namazıyla bitmiş oluyor. Gürültü ve patırtıdan bir süreliğe de olsa uzak kalmak, geleneksel köklü şehir mirasından kalan tek şey…

Günümüz dünyasında yaygın olan gevezeliklere, şöhrete ve söz fırtınalarına yüz çevirmek artık nadir bulunan bir örnek haline geldiği gibi bu fenomenle çatışmak da zor hale geldi. Bütün bunlar insanın otantikliğini ve onu var eden asli unsurları yok etti ve çarpıttı. Artık kendi karakterini inşa edemiyor, bilakis kitleler neredeyse birbirlerinin kopyası haline geldi. Birbirine benzeyen bu kitleler aslında bu dünyanın sefaletini yansıtıyorlar.

Teknoloji, adeta bir dinamit gibi her şeyi parçaladı, heyecanı yok etti, karakteri öldürdü, aklı ve tefekkürü hapsetti ve cehaleti açığa çıkardı.

Büyük filozof Heidegger, teknolojinin varlık üzerindeki etkisinden korkmuş, ses getiren teknoloji seminerleri vermiş ve teknolojiyi ”Asrın metafiziği” olarak değerlendirmiştir. Ve bunun sırlarını ve tehlikelerini araştırmaya koyulmuştur; “Teknolojiye/Tekniğe yönelik Soru” adlı seminerinde “merak/sorgulama fikri güçlendir” der. Ona göre bu merak teknolojiyi ve teknoloji de insanlığa bir cevher bıraktı ve insan tek başına bunu kontrol edemez, bilakis onun esiri olacak ve hastası haline gelip bağımlısı olacaktır. Burada Heidegger, 1940’lardaki teknolojinin başlangıcından bahsediyor. O zaman için basitçe optik teknikler, atomik silahların geliştirilmesi ve bilgisayarların ilk ana çekirdeğinden bahsedilebilir. Teknoloji, ilk başlangıcında idi. Ancak Heidegger, teknolojik aletlerin sonraki dönemlerde “varlık üzerindeki etkilerini” -bugün yaşadığımız şekliyle- öngörebilmiştir. Bu aslında korkunç bir girdap ve işin ilginç yanı bunun dışında kalan kişi kendini gurbette, vahşette ve cehaletin içinde görüyor. Hepimiz bu teknoloji cezaevinin mahkûmları olduk. Ama neden bu mahkûmiyetten zaman zaman çıkmıyoruz? Benim yaptığım da işte budur.

Heidegger’i, teknolojik olaylar ve aşamalarına karşı çıkma ve tepki vermede örnek bir model olduğu için tercih ettim. Gerçekten kendisi bu konuyu derinliğine araştırmış bir şahsiyeti temsil ediyor. Bu nedenle, tüm hayatı kendi felsefesinin bir ifadesiydi ve elinde olan her şeyi teknolojinin kavramlarını oluşturmak için kullanmıştır. Onun öğrencisi Hans George Gadamer, Heidegger’i “Heidegger’ın Yolları” ve “Felsefi Müritlik” adlı iki kitapla genişçe anlatır. Bu kitaplar adeta onun yaşamı, felsefesi, anlayışı ve mücadelesinin bir tarihi mesabesindedir.

Gadamer bir defasında Heidegger’ın kostümüne şaşırıp kalmıştı; felsefi bir ders öncesinde en sevdiği spor olan “buz pateni” kıyafeti giymişti. Gadamer kendisine: “Bu kostümle mi konferans vermeye gidiyorsunuz”? Dedi. Kendisi anlatıyor: ”Heidegger memnuniyetle güldü. O gece kayak hakkında bir seminer verecekti ve kayak dersine giriş mahiyetinde bir dersti. Heidegger’in semineri başlatma şekli de oldukça orijinaldi: ‘Kişi, yamaçlarda kaymak için sadece yamaçlarda kaymayı öğrenebilir.’ Bu, alışılageldik beklentilere güçlü ve ölümcül bir darbeydi ancak aynı zamanda yeni beklentilere kapı aralamaktı.” Heidegger daha sonra “Orman yolu” ve “engebeli yamaç, çok yönlü yollar” gibi kitaplar yazdı ve kayakla ilgili açıklamalarıyla meşhur oldu. Ancak Heidegger bu gürültüye karşı ne yapmıştır!?

Kendi metinlerine dönelim, “Yalnız kara orman bana esin kaynağı” der Heidegger… Ve “Labirent” (2005) adlı kitabı Hassune Misbahi iki kez tercüme etti ve son kitabını yeniden çevirdi: “Heidegger’e yaklaşmak” (2018). Heidegger bu kitabı, Eylül 1933’te kırsal kesimde, medeniyete bir tepki olarak, köylülerin arasında, 1150 metre yükseklikte bir kulübe içinde yazdı. Şöyle diyor: “Soğuk kış akşamında sert bir kar fırtınası vuruşlarıyla kulübenin etrafında kıyameti kopardığında ve her şey karla kaplandığında ve örtüldüğünde, o zaman felsefenin yüksek zamanıdır. Şehirlerde, gazete ve dergiler yoluyla hızlı bir üne kavuşabiliriz, ancak unutulma uçurumlarına hızla düşmenin kesin yolu da budur. Ve felsefi çalışma, bir münzevinin tuhaf uğraşı olarak yürütülmez. Felsefi çalışma köylülerin yaptığı çalışmanın tam ortasına aittir. Genç köylü ağır kızağını sürükleye sürükleye yamaca çıkardığında ve kızağı hemen orada akgürgen kütükleriyle tepeleme yükledikten sonra tehlikeli bir bayırdan evinin avlusuna doğru yönelttiğinde; o zaman benim çalışmamla aynı türden bir çalışma yapmaktadırlar. Köylülerle birlikte, şöminenin önünde veya köşedeki bir masanın etrafında bir bankta otururum ve genellikle onlarla konuşmam, onlar da konuşmazlar. Sadece pipoyu sessizce içiyoruz ve zaman zaman ‘ormandaki odunların kesilme zamanı nihayet yaklaştı… Dün gece Samur, tavuk kümesine saldırdı ve çoğunu telef etti… Ve ineğin doğum yapması muhtemel… Geçen sene…’ şeklinde sözler söyleniyor.”

Benim varoluşsal konumum Heidegger tarafından şöyle hatırlatılıyor: “Bütün haftalarımı evde yalnız başıma geçirmiştim. 83 yaşındaki bir kadın, benimle görüşmek için engebeli yamaca tırmandı; Hala var olduğumu ve hırsızların benim yokluğumda evimi çalmaya gelip gelmediğini doğrulamak istedi. Ölümünün gecesinde yani diğer dünyaya gitmeden yarım saat önce ailesinin üyeleriyle yaptığı bir tartışmada aile üyelerini “selamlarını ona(Profesör) söylemeleri” konusunda görevlendirdi. Benim fikrime göre, bu türden bir hatıra, dünyadaki ünlü herhangi bir gazetede -iddia edilen felsefem hakkında- yayınlanacak bir röportajdan -iyi olsa bile- daha değerlidir.”

Bu deneyimler varlığın asaletiyle içi içe olmayı öngörüyor. Yaşadığımız onca gürültü ve patırtının kirini hafifletmek ve temizlemek için bu duyguyu tekrar yakalamalıyız. Aksi takdirde, bu karışıklıktan kurtulmak imkânsızdır. Ancak her selim fıtrat tüm bu bariz ve açık sahteliğe karşı zaman zaman tavır koymalı ve karşı çıkmalıdır. Heidegger, “gereksiz merak”, “gevezelik”, “demagoji” ve “bayağılık” gibi asrın hastalıklarının en büyük eleştirmeniydi. Günümüzde Heidegger’in arzuladığı bir dünya ancak Allah tarafından kurulabilir.