Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar seçilmesinin üzerinden altı hafta geçti. Türk lirası ise daha önce benzer görülmemiş korkunç bir düşüş yaşıyor. Yıl başından itibaren yüzde 40’tan fazla düşüş yaşadı. Tüm bunlar son yıkıcı darbe olan ABD yaptırımları uygulanmadan önce yaşandı. Buradan, Türkiye’den ithal edilen alimünyum ve çelik ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin yükseltilmesinin Türk ekonomisini vuran krizin gerçek sebebi değil bir parçası olduğunu hatırlatmak isteriz.
Başta Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu olmak üzere Türk yetkililerin bu yaptırımlara karşılığı gecikmedi ve hepsi de komplo suçlamasında bulundu. Ayrıca Türk ekonomisinin düşmüş olduğu bu durumunun nedenin de bu komplolar olduğunu iddia ettiler. Oysa Türk ekonomisi zaten yüksek bir dış borçlanma, keskin bir şekilde yükselerek yaklaşık yüzde 15’e ulaşan enflasyon ile mücadele ediyordu. Standard & Poor’s kuruluşu gelecek 4 ayda enflasyonun yüzde 22 ile zirveye ulaşacağı beklentisinde olduğunu açıkladı.
Tabi ki komplo bahanesi, Ankaralı yetkililer için gerçeği itiraf etmek yerine sunulabilecek en kolay bahaneydi. Bu hassas dönemde zaten zayıf olan Türk ekonomisinin, en son ihtiyaç duyacağı şeyin ülkeyi uçuruma götüren düşüncesiz politik kararları olduğunu kabul etmek onlar için zordu.
2002 yılında iktidara gelen ve o günden bu yana 5 genel seçim, 3 yerel seçim ve 2 cumhurbaşkanlığı seçimi ile referandum kazanan Erdoğan, tüm bu geçmiş başarılarını ekonomide gerçekleştirdiği büyük gelişmeye borçluydu. Ülkesinde gerçekleştirdiği bu ekonomik gelişim politik alanda yıldızının parlamasına neden oldu.
Parti içinde ve dışındaki tüm düşman ve rakipleri yıkılırken o tek başına ayakta kalmayı sürdürdü. Kimi zaman başbakan ya da parti başkanı ve son olarak cumhurbaşkanı olarak O hep var oldu. Unvanlar değişse de O hep lider. Ekonomide kalkınmanın gerçekleşmesine ve yaşam kalitesinin yükselmesine katkıda bulanan Erdoğan, vakit gelip ülkesinin ekonomisinin yaşadığı balayı sona erdiğinde topu o çok yaygın olarak kullanılan komplo bahanesine atmaya çalışıyor. Bu şekilde, ekonominin yine gelişmesini sağlayan kişinin elinde gerilemesinin yükünden kurtulmaya çalışıyor. Unutmayalım ki kalabalıklar popülist söylemleri sever ve emperyalist Batıyı suçlamak kulaklarına hoş gelir. Türkiye’de geçmişte buna benzer şiddette bir ekonomik krizle karşı karşıya kalınmamış. Dolayısıyla mali ve finansal otoritelerin elinde çok da seçenek bulunmuyor. Hiçkimse krize, kemer sıkma ya da fiyatları arttırma veya az da olsa ekonomik büyümeyi durdurma gibi gerekli ekonomik çözümlerle göğüs germek istemiyor.
Son olarak, bazı gazeteler tarafından Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ekonomik krize karşı sessiz kalmakla ve ‘nankörlükle’ eleştirilmesinin ardından Katar’ın müttefiğini kurtarmak için hemen harekete geçip Türkiye’yi desteklemesinden bahsetmek istiyorum. Bu desteğe rağmen kötü haber şu ki, Katar’ın vaadettiği 15 milyar dolarlık yatırımın çok az şey yapabilir. Zira Türk ekonomisinin acil bir şekilde ihtiyaç duyduğu desteğin yaklaşık 150 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Buna bir de borçları 340 milyar doları aşan Türk şirketlerini ekleyelim. Dolayısıyla IMF haricinde ne kadar güçlü ve zengin olursa olsun dünyada hiçbir devlet bu büyük mali desteği bu kadar kısa bir sürede sunamaz. Ankara, hala IMF’ye başvurmayı reddediyor. Çünkü bu krizin hiçbirşekilde ekonomik olmayıp politik bir komplo olduğu görüşünde ısrarlı.