İran, başkent Tahran’da dâhil olmak üzere 30’dan fazla İran şehrinde geniş katılımlı büyük kalabalıkların protesto gösterilerine sahne olmakta ve bir haftadan fazla bir süredir de iç karışıklık içindedir. Rejimin Tahran’daki halk ayaklanmasını bastırmaya başladığı 2009’dan beri bu türden sahnelerler bu ülkede görülmemiş olmasından dolayı, bu olayların perde arkasına dair birçok soru ortaya atılmıştır.
Ortaya atılan birinci soru: Bu göstericiler kimler?
Her zamanki gibi, İran rejimi bu protestoları, Tahran’daki mevcut yönetim ile bir takım anlaşmalara varan Başkan Barak Obama’nın gidişiyle beraber ABD’nin komplolarının bir sonucu olarak Donald Trump yönetiminin rejimi değiştirmeye yönelik kararlı tutumu olarak analiz ediyor.
İran hükümetinin analizi o kadar çocuksu ki ciddi ve detaylı bir şekilde tartışmayı dahi hak etmiyor. Başkan Trump yönetimi İran rejimini değiştirmeyi tercih etmiş olsaydı, bu yönde hareket etmek için şimdiye dek hiç bir şey yapmadan durmazdı. Sanırım bu cevap yeterli olacaktır. Her halükarda, rejim o kadar kolay değiştirilebiliyorsa, ABD bunu Küba ve Kuzey Kore’de uzun bir süreden beri başarmış olurdu.
ABD yönetiminin en fazla yapabileceği şey, farklı bağlamlar ve diğer büyük güçler vasıtasıyla, herhangi bir rejime, hak etmediği halde vereceği meşruiyetle, ömrünü uzatmaya yardımcı olmak ve hayatta kalması için ihtiyaç duyduğu ekonomik ve politik yardımda bulunmaktır.
Tam da Nixon-Ford yönetiminin 1970’lerde Sovyetler Birliği’ne karşı yaptığı buydu.
Obama yönetimi, 2009-2017 yılları arasında İslam Cumhuriyeti’ne yapmış olduğu da buydu ve AB şu ana dek bu politikanın uygulanmasını hala sürdürüyor.
Ancak tam askeri istila dışında, herhangi bir dış güç, ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun, meydan okumaları ve zorlukları karşılamaya yetecek kadar kendine güveni varsa ve az da olsa iç destek geliyorsa bu rejimi düşürmeyi başaramaz.
Hiç şüphe yok ki, büyük güçler zaman zaman rejim değişiklikleri gerçekleştirmek için bazı bataklıklara girerek maceralara dalabilirler ancak çoğu kez mümkün olduğunca hızlı koşuya dönüşebilecek atlara bahis oynamak dışında bir sonuç göremezler.
İktidar rejiminin değiştirilmesi, ülkelerindeki iç olaylarla ilgili kendi halkının eseridir ve yabancı güçlerin yapabileceği tek şey, zalimleri desteklememek suretiyle değişim isteyen halka yardımcı olmaktır.
Fakat eğer son İran olayları “Amerikan komplosu” değilse, İran’da protesto eylemlerini kim yapıyor?
Bunun doğrudan cevabı: Karar verme gücünden memnun olmayan halktır. Takip edebildiğim kadarıyla İran’da sürmekte olan protestolar hemen hemen bütün İran eyaletlerinde yürütülmekte ve her seviye ve alanda başarısız olan egemen rejime karşı meşru şikâyetlerini ifade etmek isteyen genç, eğitimli, orta sınıf erkek ve kadınlar öncülük etmektedir.
Bu şikâyetlerin bazıları ekonomik bir nitelik taşıyor: İran’daki başlıca meselelerden biri toplu işsizliktir. Üniversite mezunlarının yüzde 25’i mezun olduktan sonra dört yıla kadar çalışamıyor. Resmi istatistikler, işsizliğin yüzde 12’ye yakın olduğunu ve büyük kentsel alanlarda oranların çok daha yüksek olduğunu söylüyor.
Sonra, ülkedeki ortalama ailelerin dar gelirlerinde ciddi bir erozyona neden olan, yıllık yüzde 13’lük enflasyon problemi var.
Yolsuzluk ve zimmete para geçirmenin büyük çapta yayılmış olması durumu daha da kötüye götürüyor. 2017’de tek başına, beş banka ve yatırım fonu çöktü ve en az 2,5 milyon orta ve alt-orta sınıf ailelerin tasarruflarını alıp götürdü. Çöken bu kurumlara ünlü mollalar ya da Kıdemli Devrim Muhafızları generalleri hâkimdi, bu kurumların başarısızlığı rejimin başarısızlığı sayılmıştır. Öğretmenlerin emeklilik maaşları da dâhil olmak üzere emeklilik fonlarının çökmesi, yolsuzluk skandallarının etkilerini daha da artırdı. İlginçtir ki, bu belirtilen başarısızlıklardan dolayı herhangi birisi tutuklanmadı. Bütün bunlardan sorumlu olan kişilerin Kanada’ya gönüllü sürgüne kaçmasına izin verildiği düşünülüyor.
Bununla birlikte, protesto gösterileri, ülkedeki ekonomik ve politik meseleleri birbirinden tamamen ayırmanın imkânsız olduğunu gösteriyor. Nitekim herhangi bir toplumdaki tüm meseleler nihayetinde politik bir nitelik taşır. Çünkü politikalar hayatın her alanını etkiler.
Örneğin, birçok İran bankasının ve emeklilik fonunun mollaların veya Devrim Muhafızlarının önde gelenlerin kontrolünde olduğu gerekçesiyle şeffaflık ve hukuki hesap verebilirlik kurallarından muaf tutulması, öncelikle politik bir karardır. İran’da, iş piyasasında kullanabileceği gerçek bir beceriyi kazanamadan yüz binlerce erkek ve kadının üniversitelerden mezun olması kesinlikle politik bir kararın sonucudur.
Protesto gösterileri, sıradan vatandaşların dahi, İran’ın Suriye’deki tiranlarının, Lübnan ve Yemen’deki teröristlerinin işledikleri suçların ortağı haline getiren ikiyüzlü dış politikanın, ülkeye yüklediği muazzam maliyetlerin farkında olduğunu ortaya koydu. Suriye halkını adeta boğazlayan Beşşar Esed’ı ya da Beyrut’ta itaat edilen kral rolünü oynayan Hasan Nasrallah’ı desteklemenin İran açısından doğrudan hiçbir faydası yoktur.
Tüm İran protestolarında tekrarlanan sloganlardan birisi, ülkedeki tüm siyasi tutukluların derhal serbest bırakılması çağrısıydı. İslam Cumhuriyeti’nin 40 yıl boyunca, siyasi tutuklu sayısında, dünyanın ilk sırasında, idam durumları açısından ise Çin’den sonra ikinci sırada yer alması esasen ekonomik nedenlerden ziyade siyasi kararlardan kaynaklanmaktadır.
İran, rejimi değiştirme yolunda mı ilerliyor?
On yıl önce, rejimin değiştirilmesinin, İran’ı Humeyni ve yandaşlarının oluşturduğu tarihi çıkmazdan kurtarmanın tek yolu olduğu sonucuna varmıştım. Varmış olduğum bu sonuçları “Pers Geceleri” isimli kitabımda genişçe aktarmıştım ve bu durum Humeyni ve rejimini beğenip beğenmemekle alakalı bir konu değildir ve de ben gerçekten bu rejimi hiçbir zaman beğenmedim. Ayrıca, Humeyni rejiminin Kuzey Kore, Venezuela veya Zimbabwe’deki müttefiklerinden daha kötü olduğu fikrinden de kaynaklanmıyor. Bu konudaki kanaatim, Humeyni rejiminin –iyi veya kötü olsun fark etmez- artık modası geçmiş ve yürüyememeği inancına dayanıyor. Bu, aynı zamanda bu rejimin hâkim olduğu ülkede yaşayan çoğunluğun ulaştığı bir sonuçtur.
Yakın zamana kadar, rejim içinde çalışan veya yakın duran bir avuç insan, rejim değişikliği talepleriyle mücadele etmenin, sistemin kendi iç değişimiyle sağlanabileceğine inanıyordu. Bununla birlikte, Muhammed Hatemi ve nihayet Hasan Ruhani liderliğindeki bu konsept üzerine uzun yıllarca yaşanan deneyim, Humeyni rejiminin, iç reform ve değişimlerle düzeltilemeyeceğini göstermiştir. İran için rejim değişikliği en hikmetli, en rasyonel ve bedeli en az seçenektir. Bu, Tahran’daki bir rejim değişikliğinin, şimdi başlayıp yeni İran yılının başlangıcı olan Mart ayında muhakkak gerçekleşeceğini öngördüğüm anlamına gelmiyor. Bilakis demek istediğim, İran halkı ülkesini kaybedenlerin ve ezilen ulusların saflarından uzak tutmak istiyorsa, onlar daha iyi bir rejime ihtiyaç duyuyor demektir. İran’la uzlaşma zemini arayan dış güçlere gelince onlara diyorum ki: Bu boş hayallerden vazgeçmek zorundasınız. Halkıyla sorunlar yaşayan bir rejim elbette ki diğer ülkelerle de sorunlar yaşayacaktır.
Mollalar iktidara el koyduktan kırk yıl sonra, İran, iflas devriminin bir modeli olarak hareket etmeyi bırakmalı ve kendisini normal devletler olarak hareket eden bir ulus-devlet olarak yeniden keşfetmelidir. Bu da rejimin değişikliğini gerekli kılmaktadır.