Geçen yıl 4 Mayıs’ta Astana–4 Konferansı’nda garantör üç devlet Rusya, İran ve Türkiye arasında Suriye’de ‘gerilimi azaltma’ bölgelerine dair bir anlaşma imzalandığında birçokları sandı ki bu bölgelerin inşası, 7 sene önce başlayan trajediyi bitirecek barışçı çözümlere hazırlık mahiyetinde olabilir.
Gerilimi azaltmanın daha şiddetli bir gerilime dönüşeceğini kimse düşünemezdi. İşin sonunda şu bölgelerdeki sosyal ve mezhepsel dokuyu bozmak için yapılan geniş demografik değişimlere kapı aralayacağını da: Doğu Guta, Kuzey Humus bölgesinin bazı bölümleri, Suriye’nin güneydoğusunda bazı bölümler, Der’a ve Kuneytra, İdlib bölgesi ve Lazkiye, Hama ve Halep bağlantılı kesimler.
Garip olan, bu bölgelerin tanık olduğu (İdlib hariç) tüm savaşların rejim ile müttefikleri arasında, kuşatma ve bombardımandan sonra terörist gruplara güvenli sığınaklar sağlamak ve başka bölgelere taşınmayı kabul ettirmek üzere imzalanan şaşırtıcı anlaşmalarla sonlanmış olmasıdır. Bu anlaşmalara göre teröristlerin taşınacağı bölgelere, oraya getirilen radikal cephenin deposu olan İdlib ya da en son DEAŞ’ın Yermuk kampları ile Tedamun, Haceru’l Esved ve el-Kadem semtinden oraya taşındığı Suriye Çölü örnek gösterilebilir.
Şu sorunun ardından iş önce garip daha sonra da kuşkulandırıcı bir hal alıyor: Savaşçı terörist gruplar nasıl oluyor da himaye ediliyor ve sorgu sualsiz başka bölgelere güvenli bir şekilde çıkarılıyor; yeşil rejim otobüsleri de üç garantör ülkenin rejim ile yaptığı anlaşmalardan sonra onları aileleri ile birlikte başka bölgelere taşıma görevini üstleniyor!
Bununla alakalı şu soru da öylece duruyor: Silahlı teröristler, Lübnan ordusu tarafından kuşatıldıktan sonra Lübnan’ın kırsallarından nasıl çıkarıldı ve klimalı yeşil otobüsler onları Deyru’z-Zor ve İdlib’e kadar nasıl taşıdı? Üstelik Amerikalılar onları yollarını kesmek ve kafilelerini bombalamak ile tehdit etmişken! Tüm bunlar, onların tutuklu olarak mahkeme önünde çekilmiş bir tane bile fotoğrafları yokken nasıl oldu ve oluyor?
Sonra, DEAŞ arasından 1600 kişi on gün önce organize olmuş bir şekilde 32 tane otobüsle Yermuk kampından Şam Çölü’ne aileleri ile birlikte nasıl gidebildi? Üstelik o sırada rejime bağlı medya, DEAŞ unsurlarını kovduğunu ilan ediyordu!
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), söz konusu tahliye operasyonunun ardından, rejim güçleri ile DEAŞ arasında imzalanan bir ateşkes anlaşmasının ‘teröristleri bu bölgelerden çıkarmak’ üzere imzalanan bir anlaşmanın hazırlığı olduğunu ve ateşkesin rejimin saldırısından önce yapılan bir anlaşmaya dayalı olarak DEAŞ savaşçılarını Suriye Çölü’ne getirmek için bir ön adım oluşturduğunu duyurdu. Gerçekten garip!
Bazen Ruslar bazen de İranlılar ve Türkler tarafından desteklenen teröristler ile rejim arasındaki tahliye ve taşınma anlaşmalarının nasıl yürütüldüğüne dair sorulan sorulara net bir cevap bulamayacağız. Adı geçen destekçiler de, oraya getirilen teröristler üzerinden İdlib deposunu işletiyor. Bununla birlikte Suriye’nin mevcut demografik yapısına panoramik olarak baktığımızda savaşın, tahliye dalgalarının, Suriye dışından getirilen yeni unsurların yerleştirilmesinin ve Şam bölgesinde olup bitenlerin Suriye’de yeni bir nüfus haritası ortaya çıkardığı hemen göze çarpar.
AFP, yakın zamanda bir rapor yayımladı. Raporda, savaşın baskısı altında göçe zorlanan vatandaşları, kapsamlı göç anlaşmaları, mezhepçi tehditlerden korkarak kaçan azınlıkları, başka etnik noktalar ve kasabalar içinde çözülen etnik grupları ve insandan boşaltılmış şehirleri ile bu yeni nüfus haritası, ülke sakinleri arasında yürütülen anketlerin de gösterdiği üzere ufukta Suriye içinde ve dışında sayıları 11 milyonu bulan mülteci ve yerinden edilmişler için hiçbir geri dönüş ümidi barındırmıyor.
Raporda yeni haritanın detaylarına ilişkin ayrıca şuna da işaret ediliyor: Savaş yılları boyunca savaşlar ve tehditler, çoğunluğu değişik bölgelerden Sünni olmak üzere rejim muhaliflerinin sistematik bir şekilde kovularak farklı bölgelerdeki azınlıkların bir araya getirilmesine ve böylece savaşın trajedisi ve acı hatıraları gölgesinde bölgelerin tek mezhep rengine bürünmesine sebep oldu. Mezhepsel dokunun eski haline döndürülebileceğini düşünmek biraz zor.
Suriye uzmanları bir süreden beri, Suriye’nin savaş yıllarında demografik yapının siyasi ve etnik değişimlere maruz kaldığı ve siyasi ve mezhepsel bağılılıklara dayalı olarak muhaliflerin kovulduğu üzerinde görüş birliğine varmış durumda. Nitekim rejim, gelecekte yeni bir devrim başlatmalarından korkarak muhalif gördüğü herkesi kovmaya azmetti.
Aslında 2015 yılı mezhep temelli tehcirde tam bir dönüm noktasıydı. Rejim ve muhalif unsurlar arasında o dönemdeki anlaşmanın gereği olarak İdlib’te Sünni gruplar tarafından kuşatılan Şii Fua ve Keferya köylerinden binlerce kişi, Şam’ın banliyölerinde rejim tarafından kuşatılan Madaya ve Zebedani kasabalarından binlercesine karşılık olarak göç ettirildi.
Her ne kadar Beşşar Esed o gün bu operasyonun, ‘geçici bir süreliğine gerçekleşen zorunlu bir tehcirden başka bir şey olmadığını’ söylese de bu anlaşma dışı bile olsa başka bölgelerin de nasipleneceği bir program olacaktı. Suriye Uzmanı Fabrice Balanche da tüm tarafların bu asıl nüfus haritasının yıkımında yer alarak yeni haritayı dokuduğunu söylüyor ve muhalif grupların da değişik bölgelerde rejime dost gördükleri Alevi ve Hıristiyanları kovmaktan geri kalmadıklarına işaret ediyor.
Suriye’nin nüfus haritasının bozulması, savaş devam ettiği sürece devam edecek. Mesela Mart ayında Türklerin Kürt çoğunluğa sahip Afrin’e saldırmaya başlamasıyla 140 binden fazla kişi ya rejimin kontrolü altındaki yerlere yakın bölgelere kaçtı ya da doğudaki Kürt bölgelerine gitti. Onlardan boşalan 40 bin kişilik yere de rejim, Doğu Guta’dan getirttiği kişileri yerleştirdi. Bu bağlamda Kürtler, Türkiye’yi etnik tehcirle suçluyor ve yarın Guta’ya kimin yerleşeceğini sorguluyor!
Afrin Üniversitesi’nden Kobani’ye taşınan bir profesör, AFP’ye bir Arap-Kürt dalaşından korktuklarından bahsetti. Doğrudur, Suriyeli Araplar, tehcirin kurbanlarından. Ancak halkına rağmen Afrin’e yerleştirilirlerse bu nihayetinde ulusal bir çatışmaya kapı açacaktır.
Dışişleri Bakanı Velid Muallim, özellikle tamamen yıkılmış bölgelerden göç ettirilen Suriyeli nüfusa, müsadere tehdidi ile karşı karşıya olan mülkiyet haklarını ispat etmek için zaman tanıyan 10 no’lu yasaya ilişkin bir açıklama yapmıştı. Ancak buna rağmen etnik Suriye haritasının eski haline dönmeyeceğine dair endişeler katlanarak devam ediyor. Böyle bir şey parçalanmış Suriye toplumunun, her zaman sorunlara ve meşakkatlere açık halde kalacağı anlamına geliyor.