Suriye, Irak ve Lübnan olmak üzere üç Arap ülkesi, birliklerinin, kimlilerinin ve geleceklerinin tehlikede olduğu bir geçiş dönemindeler. Hatta denebilir ki son altı yılda maruz kaldığı yıkımlardan çok daha büyük bir tehlike…
Suriye, rejim ve onun muhalifleri arasında cereyan eden uzun süreli bir iç çatışma yaşıyor. İran ve Türkiye ile rejim güçleri ve bunlara bağlı milisler arasında bölünme durumuyla karşı karşıya.
Kürtler ise Doğu Fırat’ı kontrol ediyorlar ve bunu da ABD güçlerinin himayesinde ve denetiminde yapıyorlar.
Rusya, geri kalan kısımların çoğunluğunu üsleri, hava kuvvetleri ve milisleri ile kontrol ediyor. Geriye sadece iki bölge kalıyor, bunlardan birincisi İdlib bölgesi ve çevresidir. Silahlı grupların yaygın olduğu ve yerlerinden edilmiş insanların kendilerine akın ettiği bir alandır.
Rejim, İran ve Rus güçleri buralara sürekli baskı uyguluyorlar. Bir yönü Ürdün ve Irak sınırlarına, diğer tarafı ise İsrail’e kadar uzanan Şam’ın güneyindeki ikinci bir bölge var ki burada hâkimiyet silahlı örgütlerin, Ürdün, Rejim, ya da İsrail’li taraflarla anlaşmalı güçlerin karışımı bir yapıdadır.
Doğu Guta’daki kuşatma, öldürme ve yerinden etmenin tamamlanmasının ardından, İdlib ve Şam’ın güneyinin de, rejimin, İranlıların ve bunlara bağlı milislerinin hedefi haline gelmesi bekleniyor. Halkı yerinden edilenlerle nüfusu üç katına çıkan İdlib’e saldırı gerekçesi, ‘radikal örgütler’ olacaktır. Güneyde ise, ‘radikal örgütler’in varlığına ek bir gerekçe olarak, bir yandan İsrail’i, bir yandan da Irak sınırının diğer tarafında, Fırat’ın doğusundaki kırsal bölgelerin eteklerine uzanan yerlerde üsleri olan Amerika’yı sıkıştırmak olacaktır.
Suriye’de 2018’in önümüzdeki aylarında durum nedir? ABD ile Rusya arasındaki gerginliğin özellikle de Suriye’de artması, İran, Türkiye ve Rusya’nın ittifakının Suriye’de güçlenmesi bekleniyor. Bu nedenle İdlib ve komşu bölgelerinin Halep ve Humus gibi iki bölge tarafından tehdit edilmesi bekleniyor. ABD’nin koruması altındaki bölgelerde Türkiye’nin tacize maruz kalmayacağı yönünde sözler verilecek, Rejim ve İranlılar, Rus uçaklarının himayesinde İdlib’in eteklerinden sonra içeriye doğru konuşlanmaya başlayacaklar. Rejim güçleri ise her bölgede ilerliyorlar ve İranlılar Lübnan, Irak, Afganistan ve Pakistan’dan gelen milisleri ile birlikte, şimdi Guta’da olduğu gibi, İdlib’de ve daha sonra Irak sınırına doğru olan bölgelerde nüfuzlarını artıracaklardır.
Her ne kadar Suriye’deki durum bir çıkmaza girmiş gibi dursa da Irak ve Lübnan için durum çok daha tehlikeli ve berbat olabilir. Kırılgan bir istikrara sahip olan iktidarlar, İran’a ve onun sadık ya da bağımlı milislerine yarı-politik uzlaşmalar yoluyla boyun eğmiş durumdalar. Her iki ülke Mayıs ayında yapılacak parlamento seçimleriyle yeni bir geçiş dönemine girecekler. İran, Iraklı müttefiklerinin başarılı olacağına inanıyor. Bu durumda Şii ve Sünni muhaliflerin sesini yükseltmeleri söz konusu dahi olamayacaktır.
Sünniler daha zayıf hale geldi ve bunların üçte biri “DEAŞ” zulmünden dolayı yerlerinden edildiler. Ve Kürtler kendi bölgeleri dışındaki güçlerini yitirdiler. Kendi bölgelerinde, İran yanlısı iki Talebani bölgesine ve iki de -müttefiki kalmayan- Barzani bölgesine bölünmüş durumda. ABD ve Erdoğan onları terk ettikten sonra bu şekilde ortada kaldılar.
Şii bölgelerde bir bölünme olduğu doğrudur, fakat İranlılar, taraflara ve topluma her yönüyle nüfuz etmiş durumdalar. Amerikalıları Irak’tan çıkarmak için baskı var ve Irak’ın yeniden Şii çoğunluk tarafından yönetilmesini istiyorlar. İbadi, Amerikan varlığı hakkında sessiz kalırken, ‘çoğunluğun yönetime hâkim olması’ fikrine karşı sesini yükseltiyor. Uzlaşmayı öne çıkarıyor ve Irak’ın ancak bu şekilde yönetilebileceğine inanıyor. Böylece herhangi bir grup dışlanmamış ve herkesin çıkarı korunmuş olacak. Ancak yukarıda söylendiği gibi, Abadi Kürtlerle bir denge kuramadı, Sünnilerin seçim gücü daha da zayıfladı ve oy vermeleri daha da zorlaştı, böylece beyan edilen mutabakata rağmen istediğini destekleyemeyecek hale geldi. Örneğin, Sünni bölgelerdeki katliamlar, yerinden edilme, Vandalizm ve yağma olaylarından sonra, Irak yargı sistemi şimdi de ve seçimden önce, Binlerce Iraklının mallarına, “Baas” yasasının kalkması bahanesiyle el koyma kararı aldı. Bu mülklerin yarısı, 2003 ve 2005 yılları arasında Şii yetkililerin, grupların ve milislerin eliyle gasp edildi, dolayısıyla zorla kontrol ettikleri bu mülkler onlara (Şiilere) tekrar verilemez. Şimdi bu konuyu gündeme getirmeye dahi gerek yok. Ancak anlaşılan o ki Sünnilerin oy vermesi engellenecek ve susturulacak!
Bütün bunlara rağmen, Irak sahnesinde, İran eksenine doğru giden Lübnan’ın aksine, bir tür dengenin oluşması umudu var. En azından Irak’ta, rasyonalitesi ve sorumluluğu olan bir seçim yasası var. Lübnan’da ise tam tersi bir durum söz konusu. Birkaç ay önce, Lübnan parlamentosu, mevcut hükümet, Özgür Yurtsever Hareketi ve Hizbullah’ın üzerinde uzlaştığı ve iki ana grubun çıkarına konu olan tuhaf ve garip bir yasa oluşturdu. Özgür Yurtsever Hareket (Cumhurbaşkanı Avn’ın damadı Cebran Basil tarafından yönetilen), Lübnan bölgelerinin çoğunda seçim bölgeleri oluşturmak suretiyle Müslümanları Hıristiyanlardan ayırmak istemektedir. Hizbullah ve Emel’in çıkarları, Şii temsili bu iki partiyle sınırlamak ve hâkim konumda oldukları bölgelerindeki Hıristiyan ve Sünni azınlıkları kendi listelerine dâhil etmekti. Böylece, 27 Şii, yaklaşık 20 Hıristiyan-Sünni bir ilaveye sahip olmayı arzu ediyorlar, Temsilciler Meclisi’nin yaklaşık üçte biri (yaklaşık 128 üye) kendilerinin olmuş oluyor. Eski kanuna şu eklendi: Göreceli ve tercihli oy; Şii ekip böylece muhaliflerini, rakiplerini çok sayıda genç adayı ve marjinalize edebilecek. Bu yüzden Sünni ana akım daha da zayıflayacak “Müstakbel Hareketi”, diğer siyasi partiler gibi seçim oyunları üzerinde hâkimiyet kuramayacak. Böylece rekabet farklı seçim listeleri arasında değil, bilakis her bir liste içinde (bizzat tercihli oy sebebiyle!) olacak.
Hizbullah ve müttefikleri, limanı, havalimanı, devlet kurumlarını ve orduyu yıllardır kontrol ediyor. ‘Özgür Vatansever Hareket’ (Hristiyanların ana Partisi) bunun dışında kalan yerleri kontrol etmek ve Hristiyanların haklarını! Sünnilerden geri almak için mevcut hükümet zamanında gerekli destekleri elde etti. Başbakanın bütün bunları kabullenme gerekçesi, istikrarı korumak ve müttefiki Başkan Mişel Avn’ı kayırmak. Bu hükümet nihayetinde bir uzlaşı hükümeti ve uzlaşmak taviz vermeyi gerektirir, ancak şimdiye kadar tek taraflı (Sünnilerin aleyhine) olarak işletilmiştir. Bütün bunlara ilave olarak, Başbakan kendisini zayıflatan bu yasayı neden onayladı?
Özgür Yurtsever Hareketi’nin amaçları yereldir ve Hristiyan nefretini yeniden tesis etmeyi amaçlamaktadır. Hizbullah ve müttefiklerinin hedefleri, partinin silahlarının “meşruluğunu” sağlamak ve Lübnan’ın ve rejiminin kimliğini değiştirebilecek yasalar üretme kabiliyetine sahip Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa sahip olmaktır. Birkaç gün önce, partinin genel sekreteri bir İran delegasyonuna Lübnan’ın aslını Şii çoğunluğun oluşturduğunu, ancak birçoğunun geçmişte savunmasız olmasından dolayı Hıristiyan veya Sünni olduğunu söyledi. Şimdi Şiiler, Velayet-i Fakih’in mübarek politikalarından ötürü! Lübnan ve bölgede güçlerinin zirvesindeler. Partinin (Hizbullah) terör örgütleri listesinde yer almasından dolayı üzerinde uluslararası ve Arap baskısı vardır ve onlara göre, partinin mecliste ve hükümetteki temsil oranı, onun gerçek gücünü yansıtmamaktadır. Şimdi ise, seçim sonrası hükümette kilit bakanlıkları elde etmek için seslerini yükseltiyorlar. Devletler, Hizbullah’ın dışişleri, maliye veya savunma bakanıyla nasıl anlaşacaklar?
Arap Suriye, aidiyeti, demografisi ve birliği tehdit altındadır. Irak’ın aidiyeti ve demografisi, içeride giderek tırmanan gerilim ve radikalizmin sürmesi nedeniyle tehdit altındadır. Mezhepsel farklılıklar nedeniyle zaten tehdit altında olan Lübnan, Şii ve Hıristiyan milislerinin baskın bir hal almasıyla durumu daha da kötüleşmiştir. Bu baskın güçle seçmenlerin iradesini yok eden bir sistem üretilmiştir. Bunun bir benzeri olmadığı gibi temsilde adaleti de hiçbir şekilde sağlamamaktadır. Arapların durumu ne halde!