Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye krizini “siyasileştirmeden” nasıl ele alabiliriz!? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Anladığım kadarıyla Arap dünyasındaki birçok insan uzun çatışmalardan bıktı ve gerçek bir çözüm olmasa bile bir çözüm bulmak için acele ediyor.

Yine anladığım kadarıyla bunun nedeni Atlantik kıyılarından Körfez sahiline uzanan bu geniş coğrafyanın büyük veya küçük, krizlerle dolu olmasıdır.

Çok şükür, yığınla krizimiz var!

Alışageldik Arap bölünmeleri -her zamanki gibi- arzu edilen bir dürüstlük ve gerçekçi bir tavırla çözüme kavuşturulmuyor. Aksine, kutuplaştırma, tuzak kurma, bencillik yapma her zaman olduğu gibi bugün de öne çıkıyor, yani bir nevi yangına benzin dökülüyor.

Filistin’deki kötü durumu anlatmaya dahi gerek yok, zira 1948’de İsrail Devleti’nin doğmasından sonra ilk Arap askeri darbesini ilan etmek için 1949’da Suriye’deki kışlalardan birinden çıkan ilk tanktan bu yana bu konuyu artık neredeyse ezberledik.

O zamandan beri, Arap dünyasında yaşanan krizlere müdahale etmede yeni bir unsur eklendi, o da askerin rolüdür. Bu yeni unsur bazen yeni bir problem olarak, bazen de bağımsızlık kapılarını açan yeni bir oluşum şeklinde karşımıza çıktı.

Genel olarak asker, üçüncü dünya ülkelerinde ve modern Arap dünyasında demokratik yönetimin ayrılmaz bir parçası oldu. Zamanla, sadece en güçlü “parti” değil, eski geleneksel partilerin ortadan kalkmasıyla gerçek bir “iktidar kurumu” haline geldi.

Ya da şöyle de diyebiliriz; Siyasal partiler, toplumun değişim ve dönüşüm dinamiklerini iyi okuyamadıkları için kendi kendilerini yok ettiler ve bunu bir fırsat gören ordular bu boşluğu doldurmuş oldu.

Bu geçiş döneminde, partiler, aşiret, mezhep ve bölge kökenleri zayıflatıldıktan sonra artık sıradan insanlar için pek fazla anlam ifade etmemeye başladılar.

Halk desteğini sürekli ve haklı kılacak iyi ilişkiler kuramadıkları gibi halkın taleplerini de karşılayamadılar.

50’li ve 60’lı yıllar boyunca yaşananlar bu şekildedir. 1967 Haziran’ındaki (6 Gün Savaşları) askeri yenilgiyle beraber, orduların “iktidar kurumları” olarak yükselişi sekteye uğramış oldu.

Bazı Arap sokaklarında, “Halkın Kurtuluş Savaşı” sloganları duyulmaya başlandı.

ABD liderlerinin Vietnam Savaşı’nda zafer olasılığına dair kuşkularının olduğu bir dönemden bahsediyoruz.

Eski ABD savunma bakanı ve Washington’un Hint-Çin politikasının mimarı olan Robert McNamara, 1966’da, Çin ve Sovyetler Birliği tarafından desteklenen komünist Viet Cong devrimcilerini ve Kuzey Vietnamlı isyancıları yenip yenemeyecekleri konusunda tereddütleri olduğunu açıkça ifade etmişti.

Gerçekten de ABD, Vietnam, Laos ve Kamboçya’da yenilgiye uğradı ve bu durum küresel solun en büyük askeri zaferiydi. Komünistlerin Çin’in kontrolünü ele geçirmesinden bu yana “Halkın Kurtuluş Savaşı” fikrinin de büyük bir başarısıydı.

Elbette, Washington, Çinhindi bölgesi tecrübesinden ve daha sonra Angola ve Etiyopya gibi dünyanın diğer bölgelerinden gerekli dersleri çıkardı ve karşı-devrimler için planlar hazırladı.

Ortadoğu’da, özellikle, “kızıl gelgit” ten sonra, kıyımlara Mısır’dan başladı (Sovyet uzmanları buradan ve Camp David’den kovdu) ve Afganistan’la (Komünistleri Afgan Mücahitlerinin silahları ile devirdi) devam etti.

Daha sonra, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin 1991’in sonunda çökmesiyle birlikte, Moskova ve Pekin’e bağlı sol çöktü.

Zira Moskova adeta yıkılmış, Pekin de büyük bir değişim yaşamıştı.

Arap dünyasındaki, İran, Türkiye ve Pakistan’daki “siyasi kutuplaşma”, solun ve sağın mücadelesinden, hem dini hem de askeri olarak kazanmış olan “sağ kanat” arasındaki mücadeleye kaymıştı.

Bunun tezahürleri ise, 2010’un sonları ve 2011’in başlarında Tunus, Mısır, Yemen, Suriye ve Libya’da “Arap Baharı” olarak ortaya çıkan ve her tarafı kasıp kavuran bir mücadele şeklinde ortaya çıktı.

Sonrasında ise kolayımıza geldiği için her şeyin merkezine bu fenomeni koyduk.

Bu nedenle, siyasal İslam dışındaki her türlü değişim arzusunu ortadan kaldırdık!

Ordu ve güvenlik kurumunun dışındaki istikrar ve iç barışa yönelik bütün girişimleri ortadan kaldırdık.

Bu bağlamda, bir toplum olarak yaptığımız ve yapmakta olduğumuz hata, liberal entelektüellerin, sağcıların, ılımlı solcuların, şovenist olmayan milliyetçilerin, politikadan uzak duran bağımsızların, sıradan vatandaşların istek ve arzularını görmezden gelmek ve adeta onları yok saymaktır.

Bu gerçekten garip bir durum, çünkü biz her zaman, sürekli geleceğe bakan, dirayetli ve hoşgörülü bir “sivil toplum” ihtiyacını dillendirip duruyoruz.

Toplumlarımızı her zaman Avrupa, ABD ve hatta gelişmekte olan Asya ülkelerindeki gelişmiş toplumların seviyesine çıkarmayı hayal ediyoruz.

Burada, Suriye meselesine geri dönecek olursak, Suriye’ye ve daha sonra bir bütün olarak bölgeye dayatılmak ve uygulanmak istenen birkaç “senaryo” olduğu anlaşılıyor.

Şüphesiz, Suriye’deki Rus dalgasının önünde durabilecek, -özellikle de Washington’un örtülü ve kısmi onayına sahip olması durumunda- hiçbir Arap tarafı yoktur. Moskova ve Washington’un aşağıdaki noktalarda -en azından şimdilik- hemfikir olduğu açıktır:
1-Suriye’de kökünden sökülmesi gereken ilk düşman, siyasal İslam’ın radikal bazı unsurlarıdır. Hepimiz biliyoruz ki, Şam rejimi ve onun bölgesel ve uluslararası destekçileri, bunlardan bazılarının içine zaten en başından beri sızmıştı. Bunu yapmaktaki amaçları, daha en başından itibaren halk intifadasını perdelemek, bu halk devrimini içeriden çökertmek, imajını çarpıtmak ve bu şekilde tasfiyesini kolaylaştırmaktı.

2-Suriye topraklardaki bölgesel oyuncuların çıkarlarını korumak için “etki” alanlarının kurulması. Milyonlarca insanın yerlerinden edildiği ve kandan nehirlerin aktığı bu topraklarda “merkezi devlet” fikrini yeniden inşa etmek adeta imkânsızdır. Bu gerçeklik ışığında bu görüş benimsenmiştir.

3-İran etkisini azaltmak. Bir bütün olarak bölgesel düzeyde İran’la bir arada yaşamaya hazırlık bağlamında atılan bir adımdır. Bu durumda İran, tutum ve davranışlarını düzeltmesi gerekiyor.

Bölgede önemli bir oyuncu olarak Ruslar, Washington’a şantaj yapmak için İran’ı kullanmak istemiyorlar, Amerikalılar ve Ruslar onu Araplara karşı bir “korkuluk” ve Türklerin “sağlam bir müttefiki” olarak kenarda tutmak istiyorlar.

4-İsrail’in bölgesel hırslarından dolayı her iki taraf da endişe duyuyor. Hem Amerikalılar hem de Ruslar bu bağlamda uzun vadeli bir mutabakat formülü bulmak için çabalayacaklardır.

Suriye’deki 7 yıllık savaşın en büyük kazananı İsrail olmuştur.

Moskova, Cenevre sürecinin işlevini pratikte sona erdirdikten sonra, uzunca bir süredir Suriye’nin yeniden yapılandırılması dosyası bağlamında meselenin “siyasileştirilmemesi” çağrısı yapıyor.

Ondan önce de, rejimin yanında durmasının onu desteklediği anlamına gelmediğini, aksine, maksadının terörizmle mücadele etmek olduğunu!

İddia ediyordu. Ardından “gerilimi azaltma bölgeleri” fikri ile ortaya çıktı ve bu fikir esasında bölgedeki insanları yerinden etme stratejisinin bir parçası olarak rejimle yaptığı ittifakın tamamlayıcı bir unsuruydu. Bu hamleyi de aynı şekilde meseleyi “siyasileştirmeden” yaptı!

Moskova ve diğer taraflar şimdi de sınır geçişlerinin açılması fikrini, -yaptıkları kıyımı affettirmek için olsa gerek- yaymaya başladılar, ancak şu çok açık ki bu adımlar, rejim ile normalleşme sürecini daha da güçlü kılmak ve Esed’in iktidarını sağlamlaştırmak için atılıyor.

Bu fikri de meseleyi “siyasileştirmeden” yaydılar!

Eğer rejim ile normalleşme adına tüm bu adımlar meselenin “siyasileştirilmesi” değilse, bu “siyasileştirme” denen olgu nasıl bir şeydir?!

Biri de bize anlatsın Allah aşkına!