Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye mezhep ve etnik kimliğini gerçekten kaybetti mi? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD’li ‘Foreign Affairs’ dergisi son sayısında Suriye’deki Sünni çoğunluğu gündeme taşıdı. Esed rejiminin Sünnilere karşı uyguladığı zorunlu tehcir siyasetinden sonra ülkenin artık eski günlerine dönemeyeceği gerçeğinden önce demografik yapı esaslı bir şekilde değişmişti bile.

Özellikle de başkent Şam ve Suriye’nin Akdeniz kıyılarında bilindiği üzere bu demografi politikası yeni değil ve 2011 yılında başlayan son iç savaş ile birlikte de ortaya çıkmadı. Bundan yaklaşık 40 yıl önce yani 1970’deki Hafız Esed darbesinden sonra da yürürlükteydi. Ama Suriye meselesini sonradan takip etmeye başlayanlar belki şunu bilmiyordur:

1949’daki Hüsnü Zaim darbesinden sonra başarılı başarısız 17’den fazla darbe teşebbüsüne tanık olan Suriye, mezhepçilik olgusuna son vermişti. Belki nihai bir biçimde değildi ama 1970 yılında Esed’in Arap Baas Sosyalist Partisi’ndeki yoldaşları ile birlikte yaptığı darbeyle sona yaklaşmış gibiydi. Bu darbeyi, aralarında ‘Sünni’ dekor olarak Mustafa Talas, Hikmet eş-Şihabi, Abdulhalim Haddam ve Abdullah el-Ahmar’ın yer aldığı yüksek rütbeli subaylar ve partinin üst düzey yetkilileri tarafından gerçekleştirilmişti. Bu sebeple rejim salt Alevi/Nusayri rejimine değil de mezhep kimliklerinin tesmsil edildiği bir sisteme dönüştü ve 70’li yılların başından şimdiye kadar da böyle devam etti. Burada dikkate değer bir nokta da şu ki Suriye’nin tanık olduğu tüm bu mezhepsel dönüşümler 1958’de Mısır-Suriye birliğinin ve Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Kahire’de başladı. Kuzey ve güney bölgelerinden Baaslı birçok subay bu gelişmeye itiraz etti ve 3 Alevi/Nusayri ve 2 İsmaili Şii’nin de katıldığı gizli bir askeri komisyon kurdu. 3 Alevi/Nusayri, Muhammed Umran -ki en rütbelisi idi-, Salah Cedid ve Hafız Esed idi. Esas olarak Suriye’nin ortasındaki Hama yakınlarında yoğun olarak yaşayan İsmailiye Şiası’na mensup olan iki kişi ise Abdulkerim el-Cundi ve Ahmed el-Mir idi. Bunlardan el-Cundi, 1963’ten sonra özellikle de Milli Güvenlik Konseyi Başkanı olduktan sonra önemli bir siyasi aktörken el-Mir, 1967’deki Haziran savaşında Golan Cephesi Komutanıydı. Bu savaşta İsrail, Golan Tepeleri’nin tamamını, Süveyş Kanalı’na kadar Sina’yı, Gazze’yi ve Ürdün Nehri’ne kadar Batı Şeria’yı işgal etmişti.

Bu gizli heyete sonradan mezhep dengesini sağlamak adına Eski Suriye Başkanı ‘Sünni’ Emin el-Hafız ve meşhur Dürzi subay Selim Hatum da katıldı. Aslında bu heyet ayrımcı rejime karşı 8 Mart 1963’deki darbeyi yapan odaktı. Baas Partisi de aynı yılın 8 Şubat’ında Abdülkerim Kasım’a karşı Irak’ta ilk Baas darbesini gerçekleştirmişti. Hafız Esed’in yıldızı 1966’da partinin ulusal liderliğine karşı yapılan ve Mişel Eflak, Salah el-Bitar ve Ürdünlü Münif er-Rezzaz bileşenini hedef alan iç darbe sürecinde parlamaya başladı. Esed, 1970 yılı Kasım’ında reform hareketini başlatmış ve böylece Baas rejimini Alevi/Nusayri rejimine dönüştürmesi beklenen stratejiyi başlamıştı. Daha sonra babasının izinden giden Beşşar Esed utanıp sıkılmadan göz göre göre Alevi/Nusayri rejiminin devam etmesini kabul etti.

Rakibi Salah Cedid 1967 Haziran’ı yenilgisinden sonra gelişen “direnç” durumunu ortadan kaldırma ve Halk Kurtuluş Savaşı gibi olaylar ile uğraşıyorken Hafız Esed, silahlı kuvvetler üzerindeki nüfuzunu güçlendirdi. Bunu yaparken sadece Mustafa Talas ve Hikmet eş-Şihabi’nin şekli pozisyonunu korudu. Suriye ordusundaki komutan kademelerine Alevi/Nusayri ve Esed’e bağlı subayları geçirdi. Özellikle 1970 “Reform Hareketi Devrimi” adını verdikleri darbeden sonra bu daha da belirginleşti. Burada en göz çarpan şey, savunma bölüklerini sadece sivil ve askeri Mezze Havaalanı koruması ile sorumlu göstermelik küçük bir kuvvet iken özellikle başkent Şam’da tam bir egemenliğe sahip olan darbeci Nusayri kuvvetlerine dönüştürmesi. Bu kuvvetler, 80’li yılların başlarında eski Suriye başkanından iktidarı gasp edip oğlu Basil’e devretmeyip Fransa, İngiltere ve İspanya gibi Avrupa devletlerinin çoğunda büyük işadamlarına ulaşan komutanları Rıfat el-Esed’e teslim ettiler. 70’lerde ve 80’lerin başında Hafız Esed’in ikizi Cemil Esed, ikizinin teşviki ile “Murtaza Cemiyeti”ni kurmuş ve bu cemiyete resmi olarak kuzey ve doğu bölgelerdeki Arap kabilelerini Sünnilikten Aleviliğe dönüştürme görevi verilmişti. Büyük maddi imkanlara ve sınırsız yetkiye sahip olan bu cemiyet, önemli başarılara imza attı. Bunu yaparken söz konusu kabilelerin bölgeye hakim olan meşhur Hamdaniler Devleti döneminde Şii oldukları yalanını öne sürdü. Halbuki bu durum Osmanlı Türklerinin onları Sünni-Hanefi mezhebine dönüştürmesinden önce yaşanmıştı.

“Murtaza Cemiyeti”nin işlevi devam etti ve etkisi bugüne kadar süren büyük başarılar gerçekleştirdi. Söz konusu kabileler 2011 yılında patlak veren Suriye Devrimi’nden sonra bile Beşşar Esed rejimine bağlılıklarını sürdürdü. “Esed” ailesinde 80’lerin başında meşhur ayrılık baş göstermiş ve Cemil Esed ikizine karşı savaştan yenik çıkan Rıfat’ın tarafını tutmuştu. Bunun üzerine Hafız Esed bu cemiyeti feshetmeye kalkışmıştı. Ancak bu fesih, demografik değişim operasyonlarına esaslı bir etki etmemiş ve o zamandan bu zamana faaliyetler duraksamamıştır.

“Foreign Affairs”in yukarıda bahsedilen güvenilir ve dikkate değer raporuna göre Suriye zorunlu tehcir siyasetinin sonucu olarak eski günlerine asla dönemeyecek. Beşşar Esed ve onun İranlı ve Rus işbirlikçilerinin başarılarından sonra Suriye’nin demografik yapısı geçtiğimiz üç yıl boyunca esaslı bir biçimde değişti. Özellikle de Nusayri ve Hıristiyanların güçlü bir varlık gösterdiği Şam ve Akdeniz kıyı kesimlerindeki Sünni nüfusunda önemli değişimler yaşandı ve bölgedeki ticari ve ekonomik dengeler onların elinden çıktı.

Dergi bu konu kapsamında Esed rejiminin İran ve Rusya’nın desteğiyle Suriye savaşının başlangıcından bu yana yücelttiği “azınlıklar birliğini” sağlama konusunda da somut başarılar elde ettiğine değiniyor. Aynı zamanda Lübnan ve Ürdün’e komşu ve Sünni nüfusun azaldığı coğrafyalarda temas bölgeleri kurmada da oldukça başarılı.

Bununla birlikte “Foreign Affairs” çok geçmeden eksiğini giderdi ve rejimin başlattığı bu demografik değişimin dar görüşlülük olarak tarif edilebileceğini ifade etti. Zira böyle bir siyaset istikrarı getirmez çünkü bu ülkenin tarihi kimliği, rejim hedeflerine ulaşamadan dönüşecek. Özellikle de Esed’in dayattığı bu yeni kimliği kabul etmeyen milyonlarca mülteci ülkeye geri döndüğünde. Ancak işaret edilmesi gereken bir nokta var: Beşşar Esed ülkenin Cumhurbaşkanı olarak koltuğunda kaldığı ve Suriye’de “gerginlikten en uzak bölgeler” yalanından sonra düzenli olarak devam eden boşaltma operasyonları devam ettiği sürece milyonlarca Suriyelinin en azından bir kısmının dönüşü için bir garanti yok.

Özellikle de güney ve batı cephelerinde yaşanan son gelişmelerden sonra. Bu durumda bu derginin vardığı sonuç ikna edici olmaktan uzak. İsrail’in Filistin ve Golan’da bir an bile ara vermediği yerleşimlerini andıran bu mezhepsel iskân operasyonları şimdiye kadar kadim Şam ahalisi ve Suriye-Lübnan sınırındaki köylerin çoğunu yuttu.

Bu arada Humus da asli sakinlerinden “temizlendi”. Ama tüm bunlardan daha tehlikeli olan da tapu dairelerinin yakılmasının sadece Şam’a özgü olmayıp rejimin elinde olan tüm bölgelerde gerçekleşmesi. Bu durumda Sünni Suriyelilerin Şii İranlılar ve Afganlar tarafından gasp edilen evlerinin ve gayrimenkullerinin kendilerine ait olduğunu ispatlaması güçleşiyor. Sistematik tehcir operasyonu uluslararası heyetlerin hatta Filistin, Ahvaz Arabistanı, Hatay ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin üç adasının başına gelenleri hala hatırlıyor görünen Arapların gözü önünde devam ediyor.

Sonuç olarak “Foreign Affairs”in bahsi geçen çıkarımlarına rağmen Suriye’nin gerçekten de yeni bir kimliğe büründüğünü kabul etmemiz lazım: Suriye, Sünni-Arap kimliğini kaybetti. İran’ın Irak’ta, bu Arap ülkesinde, Yemen ve Lübnan’da yaptıkları karşısında bu şüpheli suskunluk bölgeyi yeni bir Safevi dönemine tanık edebilir. Perslilik hırsını örtmek için kullanılan bu “Şiileştirme” operasyonu, Halife Hz. Ömer b. Hattab’ın (Allah kabrine rahmet yağmurları yağdırsın) Pers ülkesini İslam topraklarına kattığı “Kadisiye” ve “Nihavend” yenilgisine cevap vermeyi hedefliyor.