Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye muhalefetinin dış müdahalelere rağmen elde ettiği kazanımlar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Belki de yapılması gereken uğradığı tüm ihlallere ve komplolara rağmen Suriye muhalefetinin kayda değer ve büyük pek çok başarı elde ettiğini kabul etmektir. ABD ve beraberinde bazı devletler ve doğal olarak birçok etkin dünya devleti, Cenevre 1’e ve 2254 sayılı karara uygun gerçek anlamda bir siyasi çözüm ile yeni bir anayasa hazırlığı olmaksızın ve BM gözetiminde erken başkanlık seçimi gerçekleştirmeden Suriye’nin yeniden yapılandırılmasının mümkün olmadığının altını çiziyor.

Bu Arap ülkesi, sömürgeciliğin en çirkin biçimlerinden biri olduğu konusunda görüş birliği bulunan Fransız sömürgesinden kurtulduğundan beri peş peşe gelen askerî darbelerden başını alamadı. Bu darbelerin ilki, 1949 yılında Hüsnü Zaim tarafından yapılırken sonuncusu 1970 yılında Hafız Esed tarafından gerçekleştirildi. Bu ikisinin arasında 1953 yılında bir duraklama oldu. O arada gerçekleştirilen meclis seçimlerinde Edib Çiçekli’nin önderliğindeki Arap Özgürlük Hareketi Partisi, 80 koltuk alırken Baas Partisi 20 koltuktan biraz daha fazlasını elde etti. Geriye kalan koltuklar ise daha sonra partiler haritasından sonsuza dek izi silinecek olan küçük birkaç parti arasında pay edildi.

Burada anlatmak istediğim 1946 yılında bağımsızlığına kavuştuktan sonra yaklaşık 3 yıl boyunca partili ve demokratik hayata tanıklık eden Suriye’nin 1953’deki geçici süre dışında o erken dönemden şimdiye dek bu anı tekrar yaşamamış olmasıdır. Nitekim sonraları yalnızca askeri rejimler hüküm sürdü ve partili ve demokratik hayat kesin bir şekilde ortadan kalkmış olsa da bu rejimler, kurucuları tarafından devrim olarak nitelendirildi. Bununla beraber bazıları kısa ömürlü ‘ayrılık’ aşamasını hala makul açılımlar olarak görmekte. Her ne kadar kamu özgürlüklerinin kabul edilebilir renklerinin olduğu gerçek demokrasilerde böyle bir uygulama olmasa da.

Baasçı subaylar beraberlerinde milliyetçi ve Nasırcı meslektaşları ile birlikte Suriye’yi Mısır ile birlik olmaya sürükleyip de orası ‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’ olduğunda partili hayatın en büyük düşmanı olan Cemal Abdunnasır, Baas Partisi’nin çözülmesi konusunda ısrarcı oldu ve ‘Kuzey Bölgesi’ olarak isimlendirilmeye başlanan yerde iş tutmasını engelledi. Tüm bunlar üç yıldan fazla sürmeyen bu birlik projesini imzalayan şu parti liderlerine rağmen gerçekleştirildi: Mişel Eflak, Salah el-Bitar, Ekrem Havrani.

Burada kastedilen şu: Bu birliğin o dönemler Güney ve Kuzey bölgelerinin Başkan Cemal Abdunnasır’dan sonra ikinci adamı olan Abdulhakim Amir’in yönettiği ayrılış darbesiyle çökmesine halen ‘üzülenler’ olsa da bu birlik, ilhak operasyonundan başka bir şey değildi. Partilerinin çoğunluğu ile birlikte Suriye halkının çoğu, üç Baas lideri Mişel Eflak, Salah el-Bitar ve Ekrem Havrani gibi bu birliğin karşısında durdu. Eşsiz bir coşku ile bu birliğe taraftar olanlar ise daha sonra utanıp sıkılarak da olsa karşı tarafa geçti. Ancak Nasırizm’in uygulamalarını artık beğenmeyen güçler, akımlar ve eğilimlerden bazıları ile çarpışmadan kaçınarak… Ancak bu güçler, bir yandan başının üstünde durmak yerine ayaklarının üstünde durmak zorunda olduğu için bu birliğe bağlı olduklarını ilan etmeye devam etti.

Bu bağlamda Cemal Abdunnasır ve Irak ile Suriye’deki Baas rejimleri arasında herhangi bir çekincenin olmadığı kapsamlı bir laf dalaşı baş gösterdi. Bu süreç, Mısır’ın eski başkanının vefatının ardından da devam etti ve iki taraf arasındaki düşmanlık olduğu gibi kaldı. İki nehir ülkesinde iktidar, sırasıyla önce Abdülkerim Kasım’a sonra Abdusselam Arif’e ve son olarak da onun kardeşi Abdusselam Arif’e taşındığında bile durum değişmedi.

Suriye’ye gelince… Bilindiği üzere Baas Partisi’ndeki ‘sol akım’, 23 Şubat 1966 yılında milliyetçi yönetimdeki yol arkadaşlarının karşısına dikildi. Çok geçmeden yani 1970 yılının Kasım ayında Hafız Esed, onlara karşı darbe yaptı. Bu Arap ülkesinde siyasi hayatın çöküşü, o zaman ile Kasım 2011 arasındaki uzun yıllar boyunca devam etti. Pratikte ise bugüne kadar sürdü ve Baas lügatindeki adı ‘Arap Suriye Katarı’ olan bu ülke, önce İranlılar tarafından işgal edildi; ardından ise Rusya, 21. asrın sonuna kadar bu ülkeye mandacı devlet oldu.

Böyle böyle 2011 yılı Mart ayında ‘Arap Baharı’ndan etkilenen Suriye’de olaylar Der’a şehrinden başlayarak patlak verdi. ‘Arap Suriye Katarı’ndaki siyasi hayat ciddi bir şekilde yerle bir oldu. Başlangıçta her şey kendiliğinden olmuş ve herhangi bir partiden bağımsız ve plansız ilerlemişti. Zaten ülkede açık bir şekilde işlemesine izin verilen ve daha sonra yorulacak olan yalnızca iki parti vardı: Komünist Parti ve Suriye Ulusal Sosyalist Parti.

Tüm bu söylenenler ve söylenmek istenenlerle kastedilen, gerçekten cesur olan Der’a çocuklarının o girişimi, hiçbir siyasi parti işin içine karışmamışken bir halk ayaklanması halini aldı. Şurası kesin ki Rejim Hama, Halep ve Cebel-i Arab’da karşılaştığı ayaklanmalar gibi olan bu ayaklanma ile erken bir zamanda karşılaşmamış olsaydı, zorunlu olan bazı reformları kabul edebilir ve işler, bu raddeye varmazdı. Tıpkı Tunus halkının eski Başkanı Zeynelabidin b. Ali’nin ayrılıp ülkeyi terk etmesi ve Burgiba esaslarına uygun olmakla birlikte kamu özgürlükleri ve demokratik yöntemlerle yolculuğuna yeniden başlaması ile yetindiği gibi.

Suriye muhalefetinin ve Suriye halkının çoğunluğunun uğraşmaya devam ettiği sorun, partili siyasi hayatın 1949 yılındaki Hüsnü Zaim darbesi ile 1970’deki Hafız Esed darbesi arasında peş peşe gelen askerî darbeler sürecinde tam anlamıyla yıkılmasıdır. Nitekim tüm bunlar, askerî güçle kendisini kabul ettirebilecek bir ve birleşik bir yönetimin oluşmasını engelleyen örgütsel bir parçalanmaya yol açtı. Sayıları yüzü aşan ve hepsi de İslamî isimler taşımayan bu ‘mikroskobik’ oluşumlar, Rejim’in, Rusların, İranlıların ve daha başkalarının Suriye devrimine terörizm yaftası yapıştırmasını kolaylaştırdı. Hâlbuki bu devrim, dış müdahalelerden önce doğru bir başlangıç yapmış ve 2015 yılında Beşşar Esed’i çantasını alıp Suriye’yi sonsuza dek terk etme hazırlıklarına başlatan kayda değer başarılara imza atmıştı.

Belki de işleri daha kötüleştiren, 2015 yılında Suriye’deki askerî müdahalesinin ardından Rusların, Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı acıyan kolundan ‘tutması’dır. Bu kol, Kürtler ve uzun yıllardır Türkiye’de bir hapishanede tutulan Abdullah Öcalan liderliğindeki PKK’dır. Bu örgütü ve beraberindeki bazı Kürt oluşumları, askerî operasyonlar yapmaya teşvik ettiler. Bu operasyonlar arasında Türkiye’ye yönelik ve özellikle de başkent Ankara’yı ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak görülen tarihî şehir İstanbul’u hedef alan terör eylemleri de yer almakta.

Devrim ve Suriyeli muhaliflere, Cezayir Kurtuluş Ordusu’nda olduğu gibi bir ve birleşik bir kadro tarafından yönetilen bir ordu kurma izni verilmedi. Cezayir devrimi, sistemin kapılarını bu cesur devrimi yıkma ihtimali bulunan ve aynı şekilde kurtuluş sürecini ve ulusal yönetimi geciktirebilecek oluşumlara açmayı reddetti. Böylece bu büyük ülke, Arap bölgesinde, Afrika’da, Avrupa ve tüm dünyada etkin bir yönetici konumu elde etti.

Birçok dezavantajı barındıran bu parçalanma sorunu, muhalefetin askerî güçlerini, birleşik bir kadro ve tek operasyon birimi tarafından kararlaştırılan savaşlara giremez hale getirdi. Bu durum da Ruslar, İranlılar ve diğerlerinin cephe cephe ve bölge bölge savaşı kendilerine hasretmesini kolaylaştırdı. Ve İdlib bir insan ‘deposu’ haline geldi. Sonra da bazıları içeride bazıları dışarıda olmak üzere 7 milyon civarında sığınmacı olgusu sahnede kendini gösterdi. Bu, sonuncusu Suriye devriminin boğuşmak zorunda olduğu en ağır yüklerden biri…