Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye rejimi savaşı ‘kazandı mı?’ | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Esed rejimi, bölgeleri düzenleme konusunda kendisine karşı savaşan isyancı grupların önlenmesini amaçlayan bir taktikle Doğu Guta’yı üç bölgeye ayırmayı başardı. Geniş kapsamlı bu gelişme, Suriye’de kontrolü yeniden ele geçirme çabalarında rejim için ileriye doğru atılan bir diğer adım olarak görülmektedir. Aynı şekilde Batı’da birçokları Suriye rejiminin savaşta ‘zafer’e yaklaştığını ve siyaset kurucuların ve uluslararası ajansların kendilerini bu duruma hazırlamaları gerektiğini düşünmeye başladı.

Ancak Batı’da genel anlamda Suriye hakkındaki konuşmalarda kullanılan ‘egemenlik’ kavramı çoğunlukla askeri işlere indirgeniyor. Bu, tartışma konusudur. Zira egemenliğin ekonomi ve hükümet gibi askeri olmayan boyutlarını görmezden gelir. Egemenlik hakkındaki konuşmalarda bu iki yönün dikkate alınmaması, bu topraklardaki savaşa katılan farklı taraflarla ilgisi açısından Suriye’deki dinamiklerin gerçeğini çarpıtıyor. Aynı şekilde yabancı tarafların katılımıyla ilgili dinamiklerin de.

Suriye savaşındaki sahneye şöyle bir göz atılması, farklı bölgelerdeki idari, askeri ve ekonomik dinamikler arasındaki farklılıkları ortaya koyar. Örneğin; birçokları Tahrir-i Şam’ın kuzeybatıdaki askeri varlığını kapsamlı bir hâkimiyet olarak yorumladı. Tahrir-i Şam, İdlib’de uzun bir süre diğer askeri gruplara üstün gelerek egemenliğini dayatabildi. Ancak bölgeyi idare etme çabaları başarıya ulaşmadı. Sivil toplum kuruluşlarının ‘sivil idare’ kurma talepleri ile karşılaştığı gibi yerel meclislerden çoğunun bu çabaya yönelik itirazıyla da karşı karşıya kaldı.

Ekonomik açıdan Heyet-i Tahrir-i Şam (HTŞ), bir gelir kaynağı olarak hizmet dağıtımını kullanmak için İdlib’de su ve elektrik sağladı. Özellikle çimento ve yakıt gibi kendisine kâr getirecek ticari mallara vergi koymayı da kararlaştırmıştı. Bunlar, onların egemenliğine boyun eğen bölgelere diğer silahlı grupların hükmettiği bölgelerden geliyordu. HTŞ, bazı silahlı gruplarla savaşıyor olmasına rağmen ekonomi alanında onlarla iş ilişkileri kuruyordu. Bu dinamik kuzeybatıdaki diğer gruplar için de geçerli. Onlar da aynı zamanda birbirleri ile hem savaşıp hem de iş yapıyorlardı. Şam Cephesi ve Halk Koruma Ağları bu gruplara örnektir.

Suriye rejimi Doğu Guta’yı yaklaşık 5 senedir kuşatma altında tutuyor. Bununla birlikte rejime bağlı gruplar Doğu Guta’daki Ceyşu’l İslam gibi isyancı gruplarla ekonomik anlamda iş ilişkileri geliştiriyor. Guta’daki mevcut gruplar malların Doğu Guta’ya kaçırılması için tüneller kazdı. Ancak çoğu zaman bu malları kaçakçılara teslim eden unsurlar, rejimi destekleyen unsurlar oluyordu ve bu ticaretten rakipleri ile birlikte ekonomik fayda sağladılar.

Rejim kanlı bir savaşın ardından sonunda Doğu Guta’yı ele geçirirken bu, o bölgeye devlet tarafından hizmet ulaştırıldığı anlamına gelmiyor. Doğu Halep de buna benzer bir örnektir. Doğu Guta’nın hayati öneme sahip hizmetlerden mahrum olarak bırakılması ve yerel halkı yağmalayan rejim yanlısı milisler tarafından idare edilecek olması muhtemeldir.

Rejimin gözetimi altında kalan bölgelerde bile bu rejim yanlısı milisler, aktif olarak devlet müdahalesi olmaksızın yağma ve gaspa dayalı iktisadi faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu bir anlamda Suriye devletinin güvenlik ve askeri kurumları üzerindeki gücünün azaldığına ve hayatta kalmak için bu milislere dayanır hâle geldiğine yorulabilir. Bununla birlikte bu milislerin faaliyetleri üzerinde de tam bir kontrole sahip değil. Buna ek olarak bazı ticari elitler gibi rejim yanlısı unsurlar, DEAŞ’ın kontrolü altındaki bölgelerde üretilen yakıtın kaçırılması ve İran’a satılmasını kolaylaştırmada iş görüyor.

Devlet düzeyinde Suriye rejimi, Rusya ve İran ile bizzat kaynağın bu ikisine sunulmasını vaat eden ticari ve yatırım anlaşmaları yapmaktadır. Ancak sunulan kaynakların hacmi, birden fazla yabancı oyuncuya yüksek seviyede kazanç sağlamak için çok küçük kalmaktadır.

Bu dinamikler ortaya koymaktadır ki Suriye’deki coğrafi alanları askeri anlamda ele geçirmeyi taraflardan herhangi biri için ‘zafer’ olarak yorumlamak, dikkatsiz bir basitleştirmedir.

Rejim için askeri egemenlik, Suriye ordusunun iktidarını geri kazanmak anlamına gelmez. Zira o, ele geçirdiği çoğu bölgede nüfuzunu korumak için milislere dayanıyor. Doğu Halep’te olan budur. Hizmetlerin yenilenmesi anlamına da gelmez. Askeri egemenlik kendiliğinden savaş öncesindeki dönemde sahip olunan iktidarı geri getirmez. Aynı şekilde askeri egemenlik, devletin ekonomik olarak bölgelerden sorumlu olacağı ya da bu anlamda ondan tamamen faydalanacağı anlamını taşımaz. Rejimin rızalarını gözetmek zorunda kaldığı gayri resmi aktörlerin yaygınlaşması, devletin kaynakları üzerinde bir baskı unsuruna dönüşecek. Suriye rejiminin Rusya ve İran ile kurduğu ilişki de, kendisini ekonomik anlamda bu devletlere rehin bırakacak.

Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri operasyonu ve bu topraklar üzerindeki nüfuzunu genişletmesi de aynı şekilde Suriye rejiminin kuzeybatıda askeri otoritesini yaymada bir güçlükle karşılaşacağı anlamına geliyor. Zira Türkiye ile yüzleşmek zorunda kalacak. Tüm bunlar Suriye rejiminin Suriye’deki savaşı ‘kazandığı’ yönündeki fikre muhalefet ediyor.

Suriye rejimi nihayetinde kuzeybatıyı ele geçirse bile Suriye devletinin orta vadeli planları, aşağıdan ve yukarıdan baskılara maruz kalacaktır: doğrudan veya dolaylı olarak kurduğu rejime bağlı gayri resmi aktörler ve yabancı hamileri tarafından.

Rejimin askeri ‘zafer’i Suriye’deki devletin otoritesini geri getirmeyecek.