Suriye krizi’nden siyasi çıkış arayışları ilerleme kaydederken, muhalif cephede çatlaklar görülüyor. Rejim birçok bölge ve şehri tekrar kontrol altına alırken geriye şu soru kalıyor: Bu uzun çatışmadan hangi Suriye çıkacak? Bu soru; bölgesel karar alıcıların, bölge sorunları ve Suriye’nin geleceği ile ilgili ülkelerin yetkililerinin kafasını kurcalıyor.
Diğer bir deyişle; Arap ya da uluslararası düzeyde zirve ve konferanslarda ülkeyi temsil edecek olan rejimin şekli nasıl olacak? Bu veya şu ülkeye bağlı olarak ‘Rus’ yada ‘İran’ karakterli bir rejim mi olacak? Birçok Arap komşusu ve özellikle de Körfez ülkeleri ile ilişkilerde sorun yaşayan İran’a benzeyen bir rejim, bölge ülkeleri ile tekrar doğal bir ilişki kurabilecek mi? Astronomik bir rakama yani yaklaşık yarım milyar dolara ulaşan ülkenin yeniden inşa edilmesi sürecine katkıda bulunacak Batılı ülkeler, Suriye’de ‘İran’ benzeri bir rejimi kabul edecek mi? En önemli ve can alıcı soru ise şu:Bugün olduğu gibi İran’ın pençesinde olan bu rejimi ileride hangi güç kurtarabilir?
Beşşar Esed’in yönetimde kalmasında en büyük pay sahibi olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (Son Valdai Konferansı’ndaki röportajında): “İran’ın Suriye’den çekilmesi Rusya’nın sorunu değildir. Dımaşk ve Tahran’ın bu konuda anlaşmaları gerekir”açıklamasında bulunmuştu. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton da Putin’den buna benzer sözler nakletmişti. 22 Ağustos’ta İsrail’e gerçekleştirdiği ziyaret esnasında düzenlenen basın toplantısında Bolton: “Başkan Putin bana, İran ve Rusya’nın Suriye’deki çıkarlarının uyuşmadığını ve İran güçlerinin Suriye’den çekilerek ülkelerine dönmelerinden memnuniyet duyacağını iletti” demişti. Putin’in bu sözleri şüphesiz, İran’ın Suriye’deki varlığını bir takas meselesi haline getirmek isteyenlere yöneltilmiş bir mesajdır.
Suriye topraklarında yaşanan güç ve egemenlik çekişmeleri sadece bir anlama gelmektedir. O da 2011 öncesi Suriye’sinin artık var olmadığıdır. Bu sözler ile savaş sonrası inşa edilecek siyasi rejimi kastediyoruz. Zira Beşşar Esed yönetimde kalsa bile, babasından sonra yönetime geçtiği tarihten itibaren yaklaşık 10 yıl süren devrim öncesi dönemde olduğu gibi Suriye’yi yönetemeyecek. Çünkü birçoğunu kaybettiği şehirlerde kontrolü tekrar sağlamasını ve savaştan galip çıkmasını Suriye’nin kendi askeri gücüne borçlu değil. Bilakis kendisine bunun için yardım eden iki güç olan Rusya ve İran, rejimi kurtardıklarını gizlemeyerek açıkça övünüyorlar. İranlılar devrimin daha ilk aylarında müdahale ederken; Rusya, İran güçleri ve başta Hizbullah olmak üzere kendine bağlı milis güçlerin kendisini kurtaramayacaklarını ve rejiminin neredeyse çökmek üzere olduğunu gören Suriye Başkanı’nın yardım talebi üzerine Eylül 2015’te müdahale etmişti.
Rusya’nın rolü, Esed ailesinin stratejik yöneliminin bağlamı dışında değildir. Hafız Esed yönetiminde ve büyük güçler arasındaki Soğuk Savaş Dönemi’inden beri Suriye hep Komünist Blok’ta yer almıştı. Suriye ordusunun subayları, Rusya’daki askeri eğitim kurumlarında eğitim görmüş, ordusunda kullandığı silahların birçoğu Sovyetler Birliği’nden alınmıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, kendisine daimi bir askeri varlık sağlayan Hımeymim ve Tarsus’taki deniz ve hava üsleri aracılığıyla, ülkesinin eskiden Akdeniz kıyılarında sahip olduğu önemli konumu tekrar kazanmak için Suriye müdahalesinin iyi bir fırsat olduğunu gördü. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Putin, Suriye topraklarının birliğini korumak, güvenlik ve istikrarını tekrar sağlamak, ABD tarafından güç kullanılarak rejimin değiştirilmesini engelleme bahanelerine sığındı. Bu üç neden, Suriye rejimi yetkilileri, aynı şekilde Suriye pastasını Vladimir Putin ile paylaşmaları gerekse bile; tek dertleri, ne pahasına olursa olsun Beşşar Esed’in yönetimde kalmasını, dolayısıyla Suriye’deki çıkarlarını korumak isteyen İranlılar tarafından coşkuyla karşılandı.
Rusya’nın oynadığı rol; ülkelerindeki artan İran nüfuzundan ve bunun Suriye’nin kimliği, geleceği ve demografik yapısına olan etkilerinden endişe duyan birçok Suriyeli tarafından kabul gördü. Beşşar Esed’in yönetime geçmesinden beri İran’ın etkileri genişleyerek, başta Dımaşk olmak üzere Suriye şehirlerinin görünüşünü değiştirmeye başladı. Büyük oranda çöken Suriye ordusu yerine, Devrim Muhafızları ve diğer milis güçlerin birçok cephede savaşa doğrudan müdahil olması, Suriye halkındaki ülkelerinin ‘Şiileşmesi’ endişesini arttırdı.
Moskova ise bu mezhepçi hassasiyetlerden yararlanmaya çalışarak, Çeçenistan gibi Sünni çoğunluğa sahip bölgelerden getirttiği Rus güvenlik unsurlarını, güvenliği sağlamaları için Hama ve Halep gibi şehirlere yerleştirdi. Bu Sünni unsurlar, halk tarafından, İranlı milis güçlerden daha çok kabul gördü.
Halep halkının şehri terk etmesini engellemek için şehir,İranlı milis güçler tarafından kuşatıldığında, Rus savaş uçakları Şii çoğunluğun yaşadığı Kefraya ve El-Fava gibi beldeleri bombalamıştı. Böylece Rusya, İranlıları Halep ile ilgili anlaşmayı uygulamaya ikna edebilmişti.
İdlib’de ise Rusya, rejimin (şimdiye kadar) Suriye’nin farklı bölgelerinden kovulan binlerce kişinin sığındığı şehir halkına yönelik büyük bir katliam gerçekleştirmesini engellemede önemli bir rol oynadı. Rus-Türk anlaşmasında, Lazikiye’nin kuzey kırsalından İdlib ve Hama şehirlerine ve Halep’in batı kırsalına kadar silahlardan arındırılmış bir bölge kurulması kararı alındı. Aynı şekilde Rusya, İran güçlerinin ve milislerinin Suriye’nin güneyinden uzaklaştırılmasına da katkıda bulundu. Bu da Rusya’nın desteği, ABD ve İsrail’in onayı ile Kuneytra ve Dera sınır bölgelerinin tekrar Esed rejiminin kontrolüne geçmesinin önünü açtı.
Suriye’de Rusya-İran ilişkilerini, aynı anda hem birbirini tamamlayıcı hem de birbiri ile çelişen bir ilişki olarak tanımlayabiliriz. İki ülke; mevcut rejimin korunması, rejimi değiştirmeye yönelik bir ABD müdahalesini ya da Washington’un koruması altında bir siyasi reform süreci yürütülmesini reddetmek konusunda ortak bir noktada buluşuyor.
Aynı şekilde iki ülke de rejimin kendilerine sunduğu yasal çerçeveden yararlanıyor. Zira bilindiği gibi, rejim bu iki ülkenin askeri müdahalesini kendi talebi üzerine gerçekleştiği için ‘yasal’ kabul ederken, diğer ülkelerin müdahalelerini ‘işgal’ olarak tanımlıyor.
İki ülke arasındaki anlaşmazlık; müdahalenin stratejik hedeflerine bakıldığında ortaya çıkıyor. İran, rejimin sözde ‘zaferini’ bölgesel çatışmada başını çektiği ‘Karşı Çıkma’ ekseninin bir zaferi olarak niteliyor. Dolayısıyla sadece Suriye’de değil, Hizbullah’a sağlanan siyasi ve askeri yardım hattı ile Lübnan’da da nüfuzunu sağlamlaştırdığına inanıyor. Suriye’deki Devrim Muhafızları projesi; sadece rejimi kontrol etme değil, kurumların tam anlamıyla entegre olmasını ve İran projesinin bir parçası haline gelmesini sağlama amacını taşımaktadır.
Moskova ise Dımaşk’taki nüfuzunu, önemli bir müzakere kartı ve Akdeniz kıyılarında ileri bir karakol olarak görüyor. Elbette kendi çıkarları ile ters düşecek bir rejim başa gelmedikçe; anayasa komisyonu kurulması görüşmelerinde olduğu gibi, Suriye’deki siyasi reform sürecini destekliyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, farklı zamanlarda ve yerlerde siyasi uzlaşma sürecine geçilmesi için bu komisyonun kurulma sürecinin hızlandırılması gerektiği çağrısında bulunuyor.
Moskova; Suriye’de, Rusya ve İran’ın çıkarlarının tam olarak nerede çatıştığını çok iyi biliyor. Rusya-İsrail anlaşması çerçevesinde, İran ve milislerini Suriye’nin güneyinden çekilmeye zorlayan da Moskova olmuştu. Yine İran’ı, Rusya-Türkiye anlaşmasını kabul etmeye zorlayan ve Suriye rejiminine İdlib’e müdahale etmemesi için baskı yapan da Moskova’dır. Rusya; yaptırımlar ve ilişkilerin geliştiril ilmesi konusunda ABD ile müzakerelerinde, Suriye’deki nüfuzunu önemli bir kart olarak görüyor.
Rusya’nın Suriye’deki nüfuzu, İran’ın Suriye’deki varlığını küçültme konusunu Rusya ile müzakere etmek isteyenler karşısında masaya konulmuş bir karttır. Çünkü Moskova, uygun bir karşılık elde etmesi halinde bu yönde bir rol üstlenmeye ve bunu başarmaya gücü en çok yeten taraftır.