Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye’deki felaketin bitme vakti gelmedi mi? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bütün dünya Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 100’üncü yılını kutladı. Bu vesileyle dünya liderleri, Paris’te bir araya gelme fırsatı bulmuş oldu. Popüler ve resmi düzeyde etkinlikler gerçekleştirildi. Basında makaleler ve çalışmalar yayımlandı, gazetelerde köşe yazıları yazıldı. Bunların tamamı, savaşın nedenlerini ve sonuçlarını, sebep olduğu ölüm, yıkım ve göçleri, buna eşlik eden korkunç insani trajediyi ve ağır maddi kayıpları ele aldı. Bu savaştan dolayı sadece devletlerin ve halkların yetenekleri ve potansiyelleri yok edilmedi, aynı zamanda on yıllar boyunca dünyanın gelişimi de kısıtlandı.

Bu savaşta yaşananların bir benzeri İkinci Dünya Savaşı’nda da yaşandı. Sona ermesinin 100’üncü yıl kutlamaları bakımından aralarında sadece 27 yıl var. Dünya onun da sona erme yıldönümünü benzer bir şekilde kutluyor. Liderler buluşuyor, etkinlikler düzenleniyor, yazarlar ve gazeteciler bu savaşın sebep olduğu acı ve kayıplara dair yazılar yazıyor. Zira bu savaş birçok halkı içine aldı, ülkeler tamamen ya da kısmen yok edildi. Ve nihayetinde verdiği zarar bakımdan ilk kardeşini de geçmiş oldu.

Görünen o ki dünya, bu savaşın nedenleri, belirtileri ve sonuçlarına dair dersleri ne iki savaş arasında ne de sonrasında öğrenebildi. Sadece karşılaştırmalar yaptı, bazı politikalar belirledi ve tedbirler aldı. Savaş tehlikeleriyle başa çıkmak ve kısıtlamak, bölgesel ve uluslararası çatışmaların kapsamlı bir savaşa dönüşmesini engellemek için bunları yeterli gördü. Ancak, alınan bu tedbirler netice itibariyle, iki dünya savaşından çok daha şiddetli savaşların ve çatışmaların patlak vermesine mani olamadı. Bilakis Hint-Çin savaşları ve Ortadoğu’daki gibi savaşlar ve çatışmalar, dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine getirdi. Şayet böyle bir şey yaşanmış olsaydı, ilk iki dünya savaşından çok daha feci olabilirdi. Bu belki de dünyanın sonu olurdu.

Büyük güçler tarafından yönlendirilen uluslararası politikalar ve prosedürler, küresel bir savaş beklentisiyle baş edemeyeceklerini bildikleri için yerel ve bölgesel savaş ve çatışmaların kapısını açık bıraktı. Bu iki savaş şeklini, dünya savaşının minyatür bir modeline dönüştürdüler. Suriye’de ve çevresinde devam eden çatışma belki de bu modellerin en belirgin olanlarından biridir.

Suriye’deki çatışmaya dair verilere baktığımızda toplam 185 bin kilometrekarelik bir alana sahip küçük bir ülkede başladı. Nüfusu ise 23 milyonu geçmiyor. Çatışmalar, Esed rejiminin bir protesto dalgasına azami şiddet ve terörizmle karşılık vermesiyle başladı. Zira iktidardan düşmekten korkuyordu. İlk çatışma, müteakip gelişmeleri beraberinde getirdi. Rusya ve ABD de dâhil olmak üzere büyük güçler ve diğer güçleri de kapsayan geniş bölgesel ve uluslararası müdahaleler başladı. Çatışmalara, birbiriyle mücadele eden ülkeler de dâhil olmak üzere bölge ülkelerinin çoğunluğu katıldı. Müdahaleler farklı farklı boyutlar kazandı. Politik, askeri, güvenlik, sosyo-ekonomik ve diğer düzeylerde müdahaleler gerçekleşti. Öyle ki müdahale edilmeyen hiçbir alan kalmadı.

Müdahalelerin gerçekliği ülkelerle sınırlı kalmadı. Terörizm ve aşırılık yanlıları da buraya akın etti. Bir kısmı kendi inisiyatifiyle katılırken diğer bir kısmı da bazı ülkelerin cesaretlendirmeleri ve yardım etmelerinin sonucunda katıldı. Zira bu grupların çatışmaya girmesi, onların çıkarlarına hizmet ediyor, bu çatışma tiyatrosunda kendilerine güç kazandırıyordu. Gerçekten de müdahil tarafların bazıları, kendilerine tamamen bağlı gruplar ve cemaatler kurdu. Ya da bir kısmını doğrudan Suriye’deki çatışmalara sürdü. Böylece bu cemaatler çatışmaların birer parçası haline geldi. Suriye’deki çatışmaların zemini, her ne kadar ilk başlarda gerek siyasi gerekse askeri olarak rejim ve muhalifler olarak şekillenmiş olsa da 2011’in mart ayından birkaç ay sonra çatışma zeminine başka taraflar da katıldı. İran ve milisleri, Rusya ve güvenlik birimleri çatışmalara müdahil oldular. Türkiye, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri de kendilerine bir alan açtı. Herkesin temel hareket noktası, terörizm ve radikal unsurlarla mücadeleydi. Öyle ki bu gerekçeler geniş tabanlı bir slogan haline gelmiş oldu. Fakat Suriye’deki çatışmaların ana unsurları her zaman rejim ve muhalifler şeklinde oldu. Elbette eş zamanlı olarak –bütün diğer isimlendirmelerle beraber- El Kaide’nin kolları olarak DEAŞ ve Nusra ile mücadele, bu çatışmaların gerekçesi olarak kalmaya devam etti.

Müdahaleler özellikle dinsel, ulusal ve bölgesel mücadelelerin büyümesine paralel olarak, Suriye’deki çatışmaların kaçınılmaz bir unsuru haline geldi. Rusya ve ABD’ninkiler de dâhil olmak üzere birçok politika, Suriyeli Kürtlerin kendi politikalarını şekillendirmeye başlamasına neden oldu. “Halk Koruma Birlikleri” (YPG) tarafından organize edilen Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD), Suriye denkleminde bir yer edinme yoluna girdi. İran ise siyasi kartları en sağlam ülke olarak adeta Suriye’ye çöreklendi. Türkiye, Suriye Türkmenlerini etkin bir varlığa dönüştürdü ve aynı ulustan olmaları bağlamında kendilerine entegre olmalarını istemedi.
Suriye’deki çatışmaların neticeleri ve yönelimleri yukarıdakilerle sınırlı değildir. Bilakis başka niteliksel gelişmeler de yaşanmıştır. Bunların en önemlisi siyasi varlığın dağılması ve devletin toplumsal yapısının çökmesidir. Ülke beş bölgeye ayrıldı… İlki kıyı boyunca uzanan bölge ve merkez bölgeden güneye kadar uzanan alan… Bu bölge Rusya-İran otoritesinin desteğiyle Esed rejimi tarafından yönetiliyor. Bir diğeri de Halep-İdlib sınırları içindeki bir ada. Burayı da ABD destekli Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD) Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında yönetiyor. Suriye’nin güneyinde, çöl boyunca uzanan Deyrizor bölgesi var ki burayı da DEAŞ’ın kalıntıları idare ediyor. Dördüncü bölge, Halep’in kuzey ve batı kesimleridir ki Türkiye tarafından kontrol ediliyor. Beşinci bölge ise İdlib, Hama, Halep ve Lazkiye kırsalıdır ki burayı da silahlı oluşumlar yönetiyor. Bunların en büyüğü de radikal “Heyetu Tahriru’ş Şam” (HTŞ) örgütüdür.

Savaşın sonuçlarından biri de sosyal bünyenin bozulmasıdır. Söz konusu bu bölgelerde yaşayanların yanı sıra Suriyelilerin büyük bir kısmı komşu ve uzak ülkelere iltica etmişlerdir. Köylerinden ve kentlerinden yerinden edilenler, ülkenin geri kalanının yarısına yakındır. Geride kalan birçok insan öldürüldü, bazıları zorla kaçırıldı ya da tutuklandı, ekonomik ve sosyal yaşamları felce uğratıldı.

Suriye’nin coğrafi büyüklüğünü ve nüfus sayısını dikkate aldığımızda, herhangi bir ülke, iki dünya savaşından herhangi birinde böyle bir felakete maruz kalmış mıdır? Bu verileri dikkate aldığımızda hiçbir ülke tek başına Suriye kadar zarar görmemiştir. Dünya ve liderleri, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 100’üncü yılını kutlamak yerine gözlerinin önünde devam eden bir savaşa ne şekilde son verilebileceğini düşünmeleri gerekirdi. Zira bu korkunç felaketin devam etmesinde kendilerinin de payı var. Bu savaşın sonuçlarından kendi ülkeleri ve dünyanın büyük bir kısmı etkileniyor.