Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriyelilerin gıyabında şekillenen Suriye geleceği | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Gazeteci yazar, politik analist, tarih araştırmacısı ve kuruluşundan itibaren Şarku’l Avsat yazarı

Kaybedilmiş Suriye barışının ‘patronları’ Cenevre’de ve Kazakistan’ın başkenti Astana’da, yapılan 8 toplantıdan sonra, Karadeniz’in kıyısı Rus tatil kenti Soçi’de de toplanmayı kararlaştırdılar.

Aslında, Birleşmiş Milletler’in himayesinde yapılan ve çıktıları üzerinde, şifahi olsa dahi, anlaşılan Cenevre 1 toplantısı ve çözüm yolu olarak Cenevre süreci üzerinde ittifak edilirken Astana’da toplanmanın faydalı olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur.

Çifte standartların ve ikircikli davranışların gölgesinde, sahadaki gerçeklerin bilerek değiştirilmesi ve bazı ortakların sözlerinden dönmesinin etkisiyle Suriye krizinde birçok veri değişmiş durumda.

Olayların başlangıcından itibaren, Şam rejimi barışçıl gösterileri kanlı biçimde bastırdı, uluslararası toplum bunu durdurmaya çalışınca da Rusya vetolarıyla devreye girerek Şam rejiminin kınanmasını engelledi. Ardından, Çin’in diplomatik ve İran’ın sahadaki fiili yardımı ile Rusya ‘Cenevre 1’ anlaşmasının maddelerini yeniden yorumlamaya ve açıklamaya başladı.

Ardından, Özgür Suriye Ordusu’nun ve diğer muhalif milislerin, başta Türkiye kaynaklı dış destek aldığını bahane ederek, Rusya ve İran Şam rejiminin askeri gücüne büyük çaplı destek sağladı.

Rusya ve İran’ın liderleri, Ankara’yı (Moskova ve Tahran’ın tanımlandığı şekliyle) “Sünni terörizmi” ve Türkiye üzerinden Suriye içlerine radikal unsurları Suriye’ye getirip silah temin etmekle suçladı. Ankara’nın devrimin başlangıcında Beşşar Esed rejiminin halkına yaptığı şey hakkında “sakin durmayacakları” yönünde tehdit ettiği biliniyor.

Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri, Suriye devrimi başlangıcında, 2011’de “Arap Baharı” olarak adlandırılan diğer ayaklanmalarda olduğu gibi, açık şekilde destekledi. Hatırlandığı üzere, ABD yetkilileri “Esed meşruiyetini kaybetti” ve “Suriye’nin geleceğinde Esed’in rolü yok” şeklinde konuştu. Suriye ayaklanmasının ilk tarihlerinde ABD ve Batı Dünyasının önceliklerini oluşturmakta etkili olan iki çekimser duruş vardı, ilki İsrail’in kuşku dolu resmi duruşu ile Ortadoğulu bazı Hristiyan dini liderlerin Suriye ayaklanmasına açık karşı çıkışı.

Resmi İsrail kurumları sessiz kalmak için dikkat ettikleri halde, istihbarat ve medya kaynakları İsrail’in 1973 yılından bu yana kuzey sınırlarının güvenliğini garanti eden bir rejimin çöküşünün İsrail’in çıkarına olmadığını açıkça belirtti. Lübnanlı ve Suriyeli din adamlarını da içeren Hıristiyan yetkililer ise Batı başkentlerinde kamuoyuna Esed rejiminin ideal olmamasıyla birlikte, herhangi bir alternatifin daha da kötü olacağını açıkladılar.

Bu esnada, Arap Dünyasının Arap Baharı ve etkileriyle uğraşırken, Eski ABD Başkanı Barack Obama, Amerikan yönetiminin 1979 yılından beri, yani tüm soğuk savaş döneminin Ortadoğu’ya yönelik politikalarından uzaklaşarak yeni ve radikal bir strateji hazırlığındaydı.

Obama’nın stratejisi İran’ı yeniden ABD’nin müttefiki yapmaktı ama bu sefer İran Şah döneminde olduğu gibi Washington’un emrinde olan bir müttefiki ve Sovyet tehlikesine karşı çevreleme halkası olarak değil de, Obama’nın nitelendirdiği şekliyle, Arap sağına ve radikal Sünni intiharcı politikalarına karşı tam ‘Ortak Müttefik’ olmasını istedi. Bu yeni strateji çerçevesinde Washington’un Tahran Mollalarıyla yaptığı uzun gizli görüşmeler sonucu ortaya çıkan nükleer anlaşma ABD’nin bölgedeki yeni stratejisini oluşturdu. Bu anlaşmanın gerçekleşmesi ve fiiliyata dökülmesi için Obama Yönetimi gereği neyse yapacaktı, ve dolaysıyla, İran’ın çıkarlarına karşı vurulan bir hançer saydığı Suriye Devrimi, Obama-Hamaney anlaşmasının ilk kurbanı olacaktı.

Suriye’nin kanayan yarası ve baskılar devam ederken, Şam rejimi bir çoğun geçilmesine izin verilmeyen “kırmızı çizgi” olarak düşündüğü kimyasal silahları sivillere karşı kullandı.

Washington’un “kırmızı çizgileri” göz ardı etmesi ve Obama’nın Suriye muhalif gruplarını alenen alay konusu etmesi, Suriye’de olayların tamamen başka bir yönde gelişmesine neden oldu. Bu noktada, Moskova ve Tahran’ın yanı sıra rejim, Washington’un önceliklerinin başka yerlerde olduğunu ve canlarının istediğini yapmaları konusunda tamamen özgür olduklarını fark ettiler.

Buna karşın, Türkiye’nin Suriye politikası iki gelişme sonrasında ciddi şekilde değişime uğradı.

İlk gelişme, Washington’un DEAŞ terör örgütünü yenebilecek meydandaki tek güç olması bahanesiyle Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı Kürt milislere askeri ve siyasi destek vermesi ve bu örgütlerin gelişmesine, genişletilmesine, yok etmesine ve insanları zorla göç ettirmesine izin vermesi.

İkinci gelişme, Kasım 2015’ün sonlarında kuzeybatı Suriye sınır bölgesinde rejim güçlerini destekleyen bir Rus savaş uçağının düşürülmesi ve bunu takiben Rusya ile Türkiye arasındaki eşit olmayan çatışma tehdidinin belirmesi üzerine Washington ve NATO’nun Türkiye’ye destek vermemesi üzerine, NATO üyesi olan Ankara, Moskova ile “anlaşma” kararı vermesi.

Buna ilaveten, Amerika’nın Kürtleri desteklemedeki coşkunluğu Ankara ve Tahran arasında ortak paydaların belirmesine ve Ankara’nın Suriyelileri ve devrimlerini kurban etmesini gerektirdi.

Rusya ve İran Suriye’yi işgal etmelerini “Türkiye tarafından desteklenen tekfirci gruplara karşı savaşmak” gerekçesiyle devam ettirirken, Ruslar, İranlılar ve Türkler Suriye’deki ve bölgedeki çıkarları için anlaşmaya vararak Suriyeli muhalif grupların ilk defa davet edildiği Astana müzakereleri yapıldı.

Suriye’de bulunan güçlerin hedeflerinin silahlı milislerin önünün kesilmesi ve ılımlılar ile radikalleri (Nusra Cephesi ve ilişkili milisleri) arasında iç savaş açmak olduğu açıkça görülüyor.

24-24 Ocak 2017’den beri Kazakistan’ın başkenti Astana’da Rusya’nın düzenlediği ve Birleşmiş Milletler’in ve ABD’nin katılımıyla sekiz müzakere oturumuna ev sahipliği yaptı ve baskı altındaki Suriye müzakere heyetlerinden tavizlerle birlikte istifalar devam ederken Ruslar ve İranlılar Suriye’de istediklerini dikte etti.

Suriye’de barış sona erdi…

Soçi’ye gidenler Suriye’yi temsil etmeyecek, patronlarını ve himaye edenleri temsil edecektir…

İşte bu da trajedilerin büyüğü…