Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye…Putin-Erdoğan zirvesi ve kaybolan fırsat | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Seçimleri yeniden kazanmasından dolayı mutlu görünen Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin, birkaç gün önce kendisiyle Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki ortak bir zirve aracılığıyla uluslararası arenadaki konumunu pekiştirmeye çalıştı.

Bu zirveye ek olarak Suriye kriziyle ilgili görüş alışverişinde bulunmak için İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katıldığı kısa bir üçlü toplantı gerçekleştirildi.

Putin ve Erdoğan’ın taktiksel anlamda birbirlerine ihtiyaçları var. Şöyle ki Erdoğan, Putin’e Rusya’nın şu an İslam’a karşı açık bir savaş durumunda olduğu iddialarıyla mücadele etmek için gerekli İslami örtüyü sağlıyor. Putin, Suriye’nin geleceğine hâkim tek lider olma sıfatıyla konumunu sağlamlaştırıyor. Rusya, Suriye topraklarının büyük bir bölümünü bombalayarak on binlerce sivilin hayatını kaybetmesine neden oldu. Kremlin’in; Rusya’nın farklı yerlerinde bulunan camilerdeki Müslüman davetçilere yönelttiği nasihatin içerisinde Putin’in Suriye’de aldığı kararların Erdoğan tarafından desteklendiğine dair iddiaların yer alması tesadüfî değildir.

Diğer yandan taktiksel anlamda Erdoğan’ın da Putin’e ihtiyacı var. Putin, Suriye’deki Kürt bölgelerine hâkim olmak için daha fazla baskı yapmaması konusunda Beşşar Esed’e direktif verdi. Zira Türkiye, son askeri operasyonlarla birlikte Kürt bölgelerini ele geçirdi. Türk güçlerinin Erdoğan’ın istediği şekilde Suriye topraklarından sözde payını almak için operasyonlara başlamasıyla birlikte Suriye’deki Rus güçleri bu operasyonlara göz yumdu. Ayrıca Putin, Türkiye’nin Suriye’ye haksız bir şekilde saldırıp Suriye topraklarının bir kısmını ele geçirmesine yönelik Tahran mollalarının kınamasını durdurmaktan başka bir jestte bulunmadı. Bunun yanı sıra güç ve iktidar kumarındaki herhangi bir oyuncu gibi Erdoğan da ABD gibi büyük bir güce karşı koymak için Rusya gibi başka büyük bir gücün himayesinden vazgeçilmeyeceğini tam olarak biliyor.

Belki de daha da önemlisi şu ki Putin ve Erdoğan, İran’ı Suriye masasından uzaklaştırma sürecini tamamlamak için birbirlerine ihtiyaç duyuyorlar. Putin, bitkin Beşşar Esed rejiminin koruyucusu lakabını elde etmek için harekete geçtiği zaman bu süreç, 2015 yılında başlamıştı. Son zamanlarda Şam’ı ziyaret eden bir grup İranlı parlamenter, İran dini lideri Ali Hamaney’e en küçük bir işarette dahi bulunmadan iç savaşta Putin ve Beşşar Esed’in büyük zaferini kutlayan afişleri gördüklerinde şaşkınlığa uğradı. Ayrıca kendisini Birinci Cihad’ın imamı şeklinde tanıtan General Kasım Süleymani’ye hiçbir atıfta bulunulmadı. Deyr-i Zor’da dağıtılan afişlerde ise ön planda Putin ve Esed’in büyük fotoğraflarına yer verilirken arka planda da neredeyse görünmeyecek şekilde Hamaney ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın küçük fotoğrafları yer aldı.

Burada bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Biz, sadece iki adamın şampiyonluk gösterisine şahit oluyoruz. Putin ve Erdoğan, Türkiye’de nükleer santral inşa etmek, petrol ve doğalgaz boru hatlarıyla ilgili eski projeleri yeniden etkinleştirmek ve Ankara’ya Rus askeri araç-gereçlerin satışını yeniden duyurmak için dev projeleri deklare ederek farklı medya organlarında yan yana gözükmeye gayret ettiler.

Öyle anlaşılıyor ki Putin ve Erdoğan’ın paralel hedefi, İran’ın Suriye içerisindeki rolünü dışlamak, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye bataklığından çekilme kararını desteklemek ve daha sonra da Suriye kriziyle ilgili herhangi bir Arap girişimine fırsat vermemektir. Beşşar Esed rejiminden geriye kalan grupların rolünün azalmasıyla birlikte Putin ve Erdoğan, Suriye’nin kaderi ve geleceği konusunda bireysel hâkimiyetlerini kurmayı ümit ediyor.

Fakat bu tür emeller, gerçekçilikle ne kadar örtüşmektedir? Bu sorunun kısa ve öz cevabı şudur: Bu emeller, pek çok realiteyle örtüşmüyor!

Hiç şüphesiz İran’ın Suriye içerisindeki rolü büyük ölçüde azaldı. Putin, İran’ı Suriye topraklarındaki payından mahrum bıraktı. İran, Lübnan’ı kontrol edebileceği kalıcı bir üs kurmak niyetindeydi. İran’ın Suriye’deki temel zayıf noktası, yerel halkın desteğine sahip olmamasıdır. Türkiye, Suriye’deki Müslüman Arap çoğunluğun sempatisini kazanırken Rusya da Suriye içerisindeki Nusayri ve Hıristiyan azınlığın koruyucusu şeklinde ortaya çıktı.

Bununla birlikte İran’ın bu tür bir halk desteğine itimat etmesi mümkün değildir. Aslında Putin ve Erdoğan’la kısa bir toplantıya katılmak için Türkiye’ye gitmeden önce İran Cumhurbaşkanı, Rusya ve Türkiye’den teröristlere karşı Suriye’nin güvenliğinin sağlanması konusunda ciddi katkılarda bulunmalarını isteyeceğine işaret etmişti. İran’ın Suriye’de şu anki varlığının 40 bin paralı unsur olduğu tahmin ediliyor. İran, bu unsurları kendi halkından, Lübnan, Irak, Afganistan ve Pakistan’dan getirdi. Bu da geriye kalan Suriye silahlı güçleri ve müttefiklerinden sonra İran’ı Suriye topraklarında en büyük ikinci askeri güç yapmaktadır.

Putin ve Erdoğan, bu durumun İran’ı Suriye sahnesinden uzaklaştırmayı kolaylaştıracağını düşünüyorlarsa o zaman hakikati görmezden geliyorlar demektir.

Aynı şekilde Putin ve Erdoğan, Trump’ın ABD’nin Suriye’den çekileceğine dair paylaştığı tweetleri ABD’nin kesin kararını yansıttığını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. ABD Başkanı’nın Suriye’ye ya da herhangi bir meseleye yönelik bir sonraki adımını tahmin etmek oldukça zor görünüyor. Fakat şu ana kadar sahadaki siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri gerçekler ABD’nin Ortadoğu’ya büyük ve aktif bir oyuncu olarak dönüşüne işaret ediyor. Sözde DEAŞ hilafeti olarak bilinen örgüte karşı bir nevi zafer kazanılmasıyla birlikte Washington’un; gerçekleştirdiği bütün başarılarını yok edip zafer kadehini bölgedeki rakiplerine ve düşmanlarına altın bir tabak içerisinde hediye etmesi mantıklı olmayacaktır!

Putin ve Erdoğan, Suriye’nin geleceğini biçimlendirmek için Arap ülkelerinin daha fazla öncü rol üstlenmeye yönelik çabalarını küçümseyebilir. Ancak daima karanlık bir sahne arkasında hareket eden İran’la birlikte bölgenin kaynaklarına hâkim olmaya çalışan Türk-Rus birlikteliği, Arap devletleri tarafından beklenen kayıtsızlığa yol açmayacaktır.

Makyavelizm yanlılarının Putin, Erdoğan ve Tahran mollalarını Suriye bataklığına asılı bir şekilde bırakmamızın kötü bir şey olmadığını söylemeleri kışkırtıcı olabilir. Zira Suriye bataklığı, millerce uzunluktaki enkazlarla birlikte hiç kimsenin hükmüne boyun eğmeyen bir bölge olarak nitelendiriliyor. Rusya, Türkiye ve İran’ın kararsız ekonomileri, harabeye dönmüş Suriye’yi yeniden yapılandırmalarına yardım edecek bir vaziyette değildir. Çünkü bu tarz bir görev, büyük ve gerçek uluslararası bir katılımı gerektiriyor. Yani bu durum, Çin, Japonya ve Arap ülkeleri gibi diğer devletlerin yanı sıra ABD ve Avrupa Birliği’nin de sahneye girip aktif bir rol üstlenmeleri gerektiği anlamına geliyor.

Putin ve Erdoğan, şu ana kadar Suriye konusunda belirli ve gerçek bir politika şekillendiremedi. Böyle bir politika, her şeyden önce uzaklaştırmayı değil birleşmeyi temel almalıdır.

Birleşmeyle ilgili bölüm, Suriye’nin 7 yıldır yaşadığı karışık olaylara dâhil olan bütün yerel güçlerin yanı sıra sahadaki tüm aktif yabancı güçlerin çıkarlarını ve kaygılarını kabul etmeyi gerektiriyor.

Bu birleşme, sömürgeleri büyük Avrupalı güçler arasında bölüştürmek için yapılan Berlin Konferansı tarzında birleşmek demek değildir. Aksine bu birleşme, sahadaki gerçekleri kabul etmeyi ve diğer yandan da önceliği, Suriye’de bir nebze olsun istikrarı sağlamaya vermeyi gerektiriyor.

Uzaklaştırmayla ilgili bölüm ise şu an yaşayan ölülerin komik karikatüründen başka bir şey olmayan Beşşar Esed rejimi ve sözde DEAŞ hilafetinden geriye kalan gruplarla ilgilidir.

Suriye’yi savunmak için hayatını kaybedenlerden başlayarak Suriye’nin bütün herkes için muhafaza edilmesi halinde bu ülke kurtarılabilir. Hatta bu hafta bile Putin ve Erdoğan’dan bu basit hakikati anladıklarıyla ilgili kayda değer bir şey duymadık!