Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suriye’ye yapılan ‘Üçlü Saldırı’ tarihte gerçekleşen diğer saldırılara benzemiyor | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Tarihi dönemlere yapılabilecek en büyük kötülük, bazılarının, kimyasal silah üretilen tesislere yönelik yapılan –ki Esed Rejimi, Rus onayı ve İran cesaretlendirmesi ile Suriye halkına ve Suriyeli çocuklara karşı kullanılan yasaklı silahların üretimine devam etmektedir- Amerikan-İngiliz-Fransız üçlü saldırısını 1956’da Mısır’a yapılan saldırıya benzetmesidir. Zira Suveyş savaşı işgalciler ve savaşçılara karşı yapılmış ulusal bir direniştir.

Şimdiye kadar Ruslar, İranlılar ve Beşşar Esed rejiminin de dâhil olduğu hiç kimse, bu üçlü Amerikan-İngiliz-Fransız saldırısının herhangi bir ölüm ya da yaralanmaya neden olduğuna dair bir kanıt ortaya koyamadığını belirtmekte yarar var. Askeri terminoloji ile söylemek gerekirse “temiz” bir vuruştu. Yedi yıldan fazla bir süredir kitlesel imha silahlarının “tonlarca” üretimine sahip olan bir tesisin yıkımıyla sınırlıydı; bu cani suç rejimi, çoğu çocuk ve kadın olan “belirli” bir mezhebe yönelik on binlerce Suriyelinin hayatını aldı. Ve belki de bunların içerisinde, Beşşar Esed’in müttefikleri ve destekçilerinin “terörist” olarak nitelediği(!) Tek bir muhalif savaşçı yoktur.

Bu tesisin yıkımından memnun olanların çoğu, buranın adeta ölüm üreten ve Suriyeli çocukların bedenlerini parçalayan yakıcı malzemelerin üretildiği bir tesis olmasıdır. Yukarıdaki benzetmeyi yapanlar, Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlar, bu son saldırıyı yaptıkları zaman, ne askeri ne de sivil olarak bir Suriyelinin öldüğüne dair bir kanıtın olmadığını bilmiyorlar. Bu harekât, sınırlı ve kapsamlı savaşlar ve askeri çatışmalarda bile “kimyasal” ve ölümcül silahlar kötüye kullanıldıysa, askeri harekâta izin veren uluslararası bir kararın uygulanmasıdır.

Uyarı niteliği taşıyan bu saldırı beklenen bir saldırıydı ve bu harekâtın maksadı, Rus delegesi Vladimir Savronkov BM Güvenlik Konseyi ve BM’de yaptığı konuşmada belirttiği gibi Suriye’de gücünü gösteren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i “küçük düşürme”dir. Putin bu gücünü, Rusya Federasyonu’nun eski Sovyetler Birliği’nin statüsünü ve etkisini geri getirdiğini kanıtlamak için Suriyeli çocuklara karşı kullanmıştır. Kibirliliğinin ve öfkesinin zirvesindeyken, coğrafi olarak Amerikan’ın dibinde bulunan Küba’ya da yıkıcı “stratejik” füzelerini göndermişti.

Lehinde ve aleyhinde çokca konuşulan Devlet başkanı Vladimir Putin’in, eski emperyalist özlemlerine girmesi ve Sovyet Rusya’ya kapılarını 1949 da Hüsni Zaim döneminde ilk defa açan bir Arap ülkesi olan Suriye’yi, ölümcül silahları ve füzeleri için bir deneme alanına çevirmesi anlaşılabilir değildir. Şu atasözünü bilmemesi düşünülemez: “Ayağını yorganına göre uzat.” Rusya’nın çöküşe doğru giden ekonomik koşulları, ABD ve Ortadoğu ve tüm dünyadaki operasyonlarına destek veren onun Avrupalı müttefiklerine karşı amansız bir mücadele yürütmesine izin vermiyor.

Burada Putin, KGB’deki “hizmet”inden dolayı, Sovyetler Birliği’nin sona ermesinin ve çöküşünün öncelikle Afganistan’ın işgalinden ve devamında dünyada özellikle de Doğu Avrupa’da gereğinden fazla genişlemesinden kaynaklandığını bilmesi gerekiyor. Zira bütün bunlar, komünist partinin önderlik ettiği ve ekonomik koşulların çöktüğü bir dönemde yapılmıştı. O dönemde yolsuzluk alıp başını gitmiş adeta vücudu saran bir kansere dönüşmüştü. Bu rejimin çöküşü nihayet Mihail Gorbaçov’un ve ardından Boris Yeltsin’in eliyle gerçekleşti ve bu aynı zamanda, tüm “komünist” ülkelerin sonu oldu. İstisnasız hepsi çöktü ve tek bir devlet bile kalmadı.

Siyaseten ve tarihsel olarak “cahiller” tarafından –Bunlar aynı zamanda Beşşar Esed rejimini körü körüne destekleyenlerdir- söylenmiş en kötü söz, 1956’da Mısır’a karşı “üçlü saldırı” ile bu son üçlü saldırıyı birbirine benzetmektir. Bilindiği gibi Beşşar rejiminin başlangıcı 1970 askeri darbeyle yönetimi devralan babası Hafız Esed’e dayanmaktadır. Ve bilindiği gibi, devrimin en önde gelen figürlerinin çoğunu bile, ölene kadar zindanlarda çürütmüştür. Böyle bir rejime yapılmış saldırıyla Mısır’a yapılanı kıyaslamak gerçekleri çarpıtmak ve tarihi gerçekler konusunda cehaletini ortaya koymaktır. Bu tarihsel gerçekler hala o dönemlerde yaşamış çoğu kimselerin zihninde canlıdır. Zaman epeyce geçmiş olsa da hala çok yakın gibi durmaktadır.

1956’da Mısır’a karşı üçlü İngiliz-Fransız-İsrail saldırısı, Süveyş Kanalı’nın kamulaştırılmasına ve bu üç ülkenin böyle “stratejik” bir bölgede tehlikeli olarak gördükleri bir rejime karşı yapılmıştır. Arapların hepsi olmasa da büyük bir çoğunluğu bu savaşı kendi savaşları gibi ve bu mücadeleyi kendi mücadeleleri gibi görmüşlerdir. Bu nedenle, bazı Arap ülkeleri, birçok Arap gönüllüsünü “Kenan” illerine birer fedai olarak savaşmak için göndermiştir. Bazıları ise askeri gücünü Mısır ordusunu desteklemek için harekete geçirdiler. Burada bir gerçeği teslim etmek gerekir ki, bunların arasında, iki Kutsal haremin hizmetkârı Kral Selman bin Abdülaziz ve Prens Sultan bin Abdülaziz’in de bulunduğu birtakım Suudi prensler de vardır.

1956’da Mısır’daki rejim, Cemal Abdünnasır’ın yönettiği rejimdir ve 1970’ten bu yana Suriye ya da yurt dışında, Beşşar Esed ve babasının rejiminin işlediği bu zulümlerden hiçbirini gerçekleştirmedi. Eski Mısır cumhurbaşkanı, Mısır ordusunu, Arap olmayan bir devleti desteklemek için ve Arap ordusuyla savaşmak üzere göndermedi. Hafız Esed ise Askeri güçlerini Humeyni İran’ını desteklemek ve bir Arap ülkesi olan Irak ordusuna karşı savaşmak için gönderdi. Şu bir gerçek ki Irak ordusu, İsrail’le 1973 savaşında ve önceki tüm savaşlarda Golan cephesine ilk ulaşan ordudur.

Daha sonra, son Amerikan-İngiliz-Fransız üçlüsünün Beşşar Esed’in kimyasal silah depolarına olan saldırısını Mısır’a yapılana benzetenler bilmeli ki, Mısır rejimi, Suriye rejiminin “Baba” ve “Oğul” döneminde, Lübnan’da önce Filistinlilere sonra da Lübnanlılara karşı işlediklerin suçların hiçbirisini işlemediler. Herkesin bildiği bir gerçek var ki, “Velayet-i Fakih Birliğinde bir savaşçı” olan Hasan Nasrallah Beyrut banliyölerinden birinde kendisinin başkanlığını yaptığı bir Suriye istihbaratı kurmuştur. Ve bunu da İran istihbaratıyla işbirliği içinde gerçekleştirmiştir. İşte bu nedenle Süveyş Kanalı’nın kamulaştırılmasının yol açtığı bir savaş ile uluslararası olarak yasaklanmış silahları hedef alan bu saldırıyı kıyaslamak tam bir akıl tutulmasıdır. Mısır’a olan saldırı aslında Okyanustan Körfeze tüm Arap ulusuna karşı yapılmış bir savaştı.

İkinci Dünya Savaşı Generali olan Dwight Eisenhower o dönemin ABD başkanıydı ve 1956 Süveyş savaşında Mısır ve Arap milletinin yanında yer aldığı bilinmektedir. Şimdi ise, bu son üçlü saldırıya katılarak, kötüye kullanılan “kimyasal” silahları hedef alan bu askeri harekâta katılmış oldu. Suriye’deki Rus ve İran işgali hedef alındı. Rus delegesini BM Güvenlik Konseyinde yaptığı konuşmada belirttiği gibi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i “küçük düşürme” amaçlandı.

Dolayısıyla, bu üçlü saldırının öncelikle Ruslara, ikinci olarak İranlılara ve üçüncü olarak Beşşar Esed rejimine bir uyarı olduğunda şüphe yoktur. Belki de bunu destekleyen durum, ABD’nin, Donald Trump’ın talimatlarının aksine, geri çekilme hususunda herhangi bir tarih belirtememesi Suriye’deki birliklerinin orada kalacağını açıklamasıdır. Bu, Suriye krizinin yeni bir yola girdiği ve siyasi çözümün “Cenevre 1” ve geçiş dönemine uygun olarak yeniden gündeme gelmediği anlamına geliyor. Askeri bir çatışma olasılığı uzak değildir. Bazı tahminler bu durumun Üçüncü Dünya Savaşı şeklini alabileceğini, ancak önceki iki dünya savaşı biçiminde olmayacağını söylüyor.