Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suudi Arabistan ve darbeci fundamentalizmin sonu | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Cidde/Şarku’l Avsat

“Yalnızca dinden hoşlanmayan kişiler onu sevmez”

Katar’ın himaye ettiği ve Karadavi’nin yönettiği “Dünya Müslüman Âlimler Birliği” adındaki İhvancı örgütün Genel Sekreteri Ali el-Karadaği, Müslümanların kıblesi Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap-İslam hükümetlerinin tümüne saldırmayı alışkanlık edinmiş bu örgütün bir üyesi olan Suudi bir vaizin yargılanmasına bu tekfirci ifade ile yorum yaptı.

Söz konusu örgütün Arap-İslam dünyasına saldırısının çeşitli gerekçeleri var.

Bunlardan biri örgütün fıkıh âlimlerinden biri olan Ahmed el-Raysuni’nin Kureyşli kâfirlerin Resulullah’ı (sav) kuşatmasına benzettiği Katar ambargosudur.

Devletlerin istikrarına ve egemenliğine düşman olan bu kışkırtıcı ve darbeci örgüte üyeliğin, Başsavcılığın Suudi vaize yönelik yargılama için öne sürdüğü pek çok suçlamadan biri olması dikkat çekici.

Bir çok suçlamayı içeren İddianame Çarşamba günü Mahkemeye sunuldu. Söz konusu iddialar şöyle: Devletlerin istikrarını baltalama ve güvenliğini tehdit etme, İhvan-ı Müslimin gibi terörist örgütlere üyelik, Körfez gençliğinin ‘Değişim’ adı altındaki darbeci planlarına destek olmak.

Siyasal İslam ve fanatik köktenciliğin bölge ülkelerinin desteğiyle, tarihî bir anda vatanların barışını bozmak için kullandığı Arap Baharı’ndan sonra başka faaliyetler de yükselişe geçti.

Soru şu: Hikâye nasıl başladı?

Bu, bu olgunun geniş tarihinin ele alınması için ortaya konan özsel bir sorudur. Bu esnada sağduyulu insanların da oturumları halâ devam eden mahkemenin hükmünü beklemeleri gerekir.

Zira bu tavır, yasalara saygı kültürünün bir parçasıdır. Ancak içlerinde vaizin bazı aile fertlerinin de bulunduğu destekçileri, bu saygıyı göz ardı etmektedir. Katar’ın el-Cezire kanalı ve benzeri medya kanallarında saygısızca konuşmaktadırlar.

Nitekim vaizin oğlu, kışkırtıcı açıklamalarında mahkemeyi DEAŞ vahşet yönetiminin parçalarından birine benzetecek kadar çirkinleşmiştir.

Hikâyenin kökeni yaklaşık 30 yıl öncesine dayanıyor. O zamanda İhvan-ı Müslimin veya onun devrimci versiyonu Sururi Hareketi’ne katılan ve aralarında Suudi Arabistan’daki üst düzey âlimlerin de yer aldığı siyasal İslamcı eylemcileri, Suudi Arabistan ve Körfez’deki dini aktörlerden ayrılmaya karar vermişti. Amaç ise dinî uyanışın tanık olduğu en büyük kıvılcım hareketini ilan ederek devrimci bir başka cephe açmak ve siyasi hedeflerinin ardında yatan projeleri ortaya koymaktı.

Hilafetin yıkılışından beri proje belli: Hilafetin geri getirilip Sünni siyasal İslamcıların zihninde yer tutan ve mevcut Tahran mollalarının tecrübesini andıran dini-teokratik bir devlet kurmak!

Bu devrimin sinyalleri de Saddam’ın Kuveyt’e karşı savaşında yabancı güçlerin desteğine karşı çıkıp bunu özünde İslam’a aykırı bir şey olarak değerlendirmesinde verildi. Üstelik baskın komplo teorisinden beslenen bir algı da yaratıldı: Bu, ABD tarafından bölgenin istikrarını sarsmak ve onu işgal etmek için yürütülen bir savaştır.

Çelişki şu ki güçler, işin sonunda devrimci siyasal İslam’ın şefkatli kucağı olan Katar’a yerleşti.

Hem de dinsel alanın devrimci bir havaya bürünüp gençliğin önce El Kaide ardından DEAŞ gibi silahlı örgütleri faaliyete geçiren dini sloganlarla Saddamcılık yolunda seferber edilmesine katkıda bulunan o seslerden kayda değer bir itiraz hatta bir gönderme ile bile karşılaşmadan…

Körfez savaşı bittiğinde Suudi Arabistan’ın diğer Körfez ülkelerini de kucaklayan tarihî duruşu sayesinde Kuveyt kurtulmuştu. Bu aşamada bu siyasal İslamcı akımlar bölgedeki siyasi dengeleri değiştirmek ve devletleri yıpratmak için gizli belgeleri yayınlamak gibi stratejilere başvurarak Körfez ülkeleri arasında bölgesel bir iç savaş çıkartmaya çalıştılar.

Bu olay, bugün mahkemeye çıkarılan vaizin yönettiği ve o dönem “Posta Devrimi” olarak bilinen aşamaya evrildi. O zaman büyük bir gençlik grubu, yönetim binasını kuşatarak video kaydetmiş ve bunu devrimci marşlar eşliğinde servis etmişti.

Vaiz, bugün yeniden tutuklanıp mahkemeye çıkarılan diğerleri ile birlikte tutuklandığında Suudi Arabistan’da önde gelen âlimler bu olayı, devlete ve onun güvenliğine karşı ayaklanma ve bu topraklarda savaş benzeri bir bozgunculuk çıkarma olarak nitelendirdi.

Senelerce hapiste kaldıktan sonra çıktılar. Bunların bir kısmı, fıkhî tercihler düzeyinde ılımlı bir dini söylemle medya kanallarını kullanmaya başladı ve bununla pek çok kişinin sempatisini kazandı. Ancak örtük halde bulunan siyasi içerikler, bölgedeki İslamcıların hayal gücünü besleyen ikinci devrim yani “Arap Baharı” ile patlak verdi.

Özellikle de İhvan-ı Müslimin’in ana vatanı Mısır’da iktidara gelmesinden ve bu eğilimin Körfez’deki temsilcilerinin bu deneyimi tekrarlamak istemesinden sonra.

Körfez’deki İhvan provokasyonu, Arap Baharı’ndan bu yana sürdü. Ta ki Katar’ın İran ve Türkiye eşliğinde Arap Baharı’nı canlandırmak için yönettiği daha büyük bir projenin ortaya çıkmasının ardından yeni Suudi yönetimi, darbe dişlerini gösteren, toplumlar için bir tehdit oluşturan ve İhvancı örgüt olarak sınıflandırılan bu akıma son verdiğini ilan edene kadar.

Katar parasını, medya kanallarına, gençlik gelişim ve eğitim afişleri ile süslenmiş gençlik projelerine ve Azmi Bişare’nin denetlediği devrimci siyasal program ve içeriklere akıttı.

Burada Azmi Bişare ismini görmemiz oldukça gülünç zira o, Knesset’in eski üyelerinden biri.

Körfez ve Mısır’daki İhvan liderleri, siyasal programlar üretip Karadavi, Müslüman Âlimler örgütünün Başkanı olarak İhvancı dini bir otorite oluştururken bu isim, laikliği muştuluyordu.

Yeri gelmişken söylemeli: Müslüman Âlimler Birliği, İhvan’ın Suudi Arabistan Âlimler Yüksek Kurulu’na ve Mısır’daki Ezher’e nüfuz edemediğini anlaşılmasından sonra bölgedeki resmi dini kurumlara alternatif olarak kurulmuştu.

Suudi bir vaizin Karadavi’ye vekil olarak atanması için örgütten geri çekilen ancak Katar’a karşı boykottan sonra bile üyeliğine devam eden büyük fıkıh âlimi Şeyh Abdullah b. Biye de bunun farkına varmıştır. Ki Katar o dönemde, medya kuruluşlarıyla Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’ye karşı tutumlarını şiddetlendirmekte; kamuoyunu harekete geçirmek için her yolu kullanmakta ve son olarak hac organizasyonunun uluslararası bir hale getirilmesini talep edecek kadar ileri gitmekteydi.

Suudi güvenlik güçleri, para transferleri, belgeler ve çeşitli kayıtların tutuklular için sosyal medya kanallarında belirtilen fikirlere varıncaya kadar incelenip ispatlanmasından sonra bu komploya katılan isimleri ele geçirmek üzere Katarlı İhvancı projenin ipinin ucunu yakaladı.

Tutuklular arasında bulunan ve gençlik çalışmalarında yetkili bir vaiz, Kassam Tugayları’nı ziyaret etmek, Suriye kamplarında faaliyet göstermek, kalaşnikof ve pek çok gerçek mermi bulundurmak ile itham ediliyor.

Bunlar, Suudi Krallığı’nda suç olarak kabul edilen ve cezalandırılan eylemler.

Vaizin destekçileri, mahkeme isteyip tutuklamaya karşı çıkarak ayaklandı ve bunu keyfi, insan hakları örgütlerini kışkırtıcı bir eylem olarak nitelendirdi.

Bugün görüyoruz ki dün mahkeme isteyenler bugün ona karşı çıkıyor ve medya mensupları ile insan hakları temsilcilerinin gözetiminde işleyen yasal sürece rağmen başından beri söylenip duruyorlar. Nitekim yerel gazeteler, 30 iddianın listelendiği oturumları izledi.

Bu iddialar arasında, fitne ateşini körüklemek, güvenliği tehlikeye sokmak, devlete başkaldırı, yöneticilere karşı ayaklanma, Arap ülkelerinde hâkim olan sistemleri değiştirme ve bu hedefi gerçekleştirmek üzere gençleri kutuplaştırıp gençlik faaliyetleri adı altında eğiterek Suudi Arabistan içinde ve dışında faaliyete geçme gibi suçlar da yer alıyor.

Buna ek olarak uydu kanalları kurmak ve  yurt içinde gençlik toplantı mekânları gibi bir takım projeler yürütmek de bulunuyor. Bunlar, bu akımın içinde yer alan tutuklu eylemciler ve vaizler hakkında öne sürülen suçlamalar.

Bu eğilimin, bugün ve yarın sadece isimleri ile değil tarihi ile de mahkeme huzurunda sorgulanması gerekir.

Öyle ya tarihi iyi okumayanlar onun tekerrür etmesine mahkûmdur…