Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Suudi Arabistan’a zarar vermek için Salih’i savunuyorlar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Arap dünyasının insan kalbini acıtan durumuna bakmaksızın Suudi Arabistan’ı hedef almak ve haksız bir kampanyaya maruz bırakmak için bazı Arap, Fars ve benzeri çevreler şöyle bir görüş ileri sürüyorlar:

“Husiler” ile altı savaş yürüten eski Yemen cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in gözden çıkarılmaması gerekirdi. Zira onların hakkından gelebilecek ve bu mücadeleyi devam ettirebilecek tek kişiydi. Husilerle anlaşmak zorunda bırakılmamalı ve bu şekilde ortadan kaldırılmasına izin verilmemeliydi.”

Ne acıdır ki ittifak yapabildikleri birini devirmek suretiyle dramatik bir şekilde kendileri ortadan kaldırdılar. Bunu da, zalim ve gaddar bu yapının liderinin kardeşi olan Hüseyin el-Husi’nin intikamını alma bahanesiyle yaptılar.

En başta şunu söylemeliyiz ki, Ali Abdullah Salih, uzun süren liderliği boyunca Yemen’in modern tarihinde çok önemli bağlantılar kurmuştur. Vicdanı son dakikada uyandı ve bu onun işlemiş olduğu diğer hatalarını örtmektedir. Bu hataların en ciddi ve en tehlikeli olanı bu katillerle ittifak yapmış olmasıdır. Zira bu topluluk çok erken bir dönemde Hamaney ve Humeyni’nin İran’ının güdümüne girmişti. Burayı adeta Lübnan Hizbullah’ının bir üssü haline getirmişlerdi ki bu örgütün lideri olan Hasan Nasrallah Velayet-i Fakih unsurunun bir savaşçısı olmakla övünmektedir.

Ürdün Kralı Abdullah bin Hüseyin’in bu konuda uyarıda bulunduğu biliniyor ve bu uyarısını birkaç gün önce yineledi. Yaptığı uyarı ise; “Velayet-i Fakih devleti dört Arap ülkesine nüfuz etti, eskiden olduğu gibi şimdi de İran Hilalini inşa etmek için çaba sarfediyor. Bu Hilal Yemen’in Bab el-Mendeb’inden başlar ve Hasan Nasrallah’ın İran’ın mezhepsel militanları ve General Kasım Süleymani liderliğindeki İran Devrim Muhafızları için gelişmiş bir üs haline getirdiği Beyrut’un güney banliyösündeki Akdeniz’in kıyılarında sona erer.”

Suudi Arabistan’ı hedef alanlar –sebepleri çok açıktır- çok iyi bilmektedirler ki eski Yemen cumhurbaşkanının en büyük destekçisi her zaman Riyad olmuştur. Yemen ve Ali Abdullah Salih’in kendisi için en zor aşama sayılabilecek dönemlerde gerekli yardımlar yapılmıştır. Bu destek, bu ülke ve bazı Arap ülkelerinde çözülmelere neden olan ”Arap Baharı” olarak bilinen döneme kadar kesintisiz devam etti. Sana’da ve birçok Yemen şehrinde meydana gelen olayların gelişmesiyle bu adam ve rejimi Suriye ve Libya’da olduğu gibi devrilme riskiyle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle, Suudi Arabistan tarafından başlatılan acil kurtarma operasyonu gerekli hale gelmişti.

En tehlikeli iki şey, İran’ın, şu anda Suriye, Irak ve Lübnan’daki tüm “istekleri ve planları” ile Yemen’i “Arap Baharı” dalgasına kaptırmayı başarmış olmasıydı. Bu dalgayı aşmak, bastırmak ve onu kontrol etmek için ise Husileri kullandı ve böylece Ali Abdullah Salih’e alternatif bir rejim kurmak istedi. Şayet acil Suudi ve “Körfez” müdahalesi olmasaydı bu rejim hızla düşmüş olacak ve İranlılar, arzuladıkları Hilali gerçekleştirme adına ilk adımı atmış olacaklardı. Bu durumda ise Arap bölgesi şimdi ödemekte olduğu bedelden çok daha ciddi, siyasi, askeri ve “demografik” bir bedel ödeyecekti.

Yemen’deki süreci değiştirmek için çok geç kalan Ali Abdullah Salih, Muammer Kaddafi’nin akıbeti gibi bir kaderle karşı karşıya kalmıştı. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin geri kalan kısmı tarafından başlatılan kurtarma operasyonu olmasaydı Zeynel Abidin Bin Ali gibi erken bir siyasi sonla karşılaşmış olacaktı. Eski Yemen cumhurbaşkanının Kral Abdullah bin Abdul Aziz’in eliyle imzaladığı ve “cumhurbaşkanlığından istifa edilmesini gerektiren bir metni içeren” tarihi girişimi sayesinde ülke “Libya Cemahiriyesi” gibi acı bir sürecin içerisine girmekten kurtulmuş oldu.

Burada, yılanbaşındaki dansçı olarak nitelendirilen Ali Abdullah Salih’in, yukarıda sözü edilen “kurtarma girişimi” gereğince istifa belgesini imzalamadan önce tereddüt gösterdiği dikkatlerden kaçmamıştı. Kendisine imzalaması için evrakları uzatan şahsın yüzüne gülümsemesi, olayı dikkatlice takip edenlerde –Medya veya diğer iletişim araçlarından- oluşan kanaatler: “Bu işlerin iyi sonuçlanmayacağı, anlaşmanın yürümeyeceği, bu belgenin yırtılacağı ve Yemen’in tek başına -sonunu Yüce Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği- karanlık bir tünele gireceği” şeklindeydi. Suudi Arabistan Krallığı, eski Yemen cumhurbaşkanına gerçekten onurlu bir son şansı vermiş ve Yemen’e Libya’nın kaderini paylaşmama imkânı sağlamıştı. Eğer Ali Abdullah Salih, güvenli bir dönüşle yetinse ve Riyad’da veya Körfez ülkelerinden birinde onur konuğu olarak kalmış olsaydı Ya da ülkesinin ve halkının kendisine müracaat ettiği bir bilge olarak kalsaydı veya iktidardan uzak kalmayı tercih ederek bütün işleri, bölgede en etkili güç olduğunu ıspat etmiş kendi partisi “Halk Kongresi” ne bırakmış olsaydı elbette ki sonuç daha farklı olabilirdi.

Geç uyanmış bir vicdana sahip merhum Ali Abdullah Salih, Kral Abdullah bin Abdülaziz’in eliyle Riyad’da imzaladığı “Körfez girişimi” ile yetinmedi, bilakis Husilerin eskiden ve sonrasında akıttığı kanları unutmuşçasına gitti onlarla o öldürücü anlaşmayı yaptı ve ülkenin bütün varlığını –asker, güvenlik birimleri, güç merkezleri, merkez bankası, kamu bütçesi- onlara teslim etti. Bütün bunları, Abdurabbu Mansur Hadi siyasi dehasıyla kendi meşru devletine karşı darbe planı hazırlamak için kullandı. Suudi Arabistan bu şahsı Yemen dışına kaçırmaya muvaffak olmamış olsaydı bugünkü durum eskisinden binlerce kez daha kötü olurdu.

Suudi Arabistan’a karşı yürütülen bu haksız kampanyaya katılan Araplar, Persler ve diğerleri ve bunların uydu kanalları ve Batı medyası tüm bunları ve daha fazlasını biliyorlar. Şayet Riyad, Yemen’e taraf olmasaydı ve bu Arap ittifakı kurulmasaydı, şimdi bu ülke İran’ın himayesinde olacaktı. İran böylece kendi “hilal” ini kurma hedefine ulaşmış olacak ve bazı Körfez ülkelerinde şimdiden bu durum gerçekleşmiş olacaktı. Aynı şekilde Bab El-Mendeb ve Kızıldeniz üzerinden Süveyş Kanalı ve Akabe Körfezi boyunca tam kontrol sahibi olacaktı.

Bu komşu devletle olan ilişkileri iyileştirmenin ve Şubat 1979’dan bu yana sürmekte olan bu gerginliği sona erdirmenin mümkün olup olmadığını merak edenler olabilir. 2003’ten bu yana Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan gibi yakın ve uzaktaki Arap ülkelerine olan askeri ve siyasi müdahaleler biter mi? Aynı şekilde Gazze Şeridi’nde küçük bir Hamas devleti kurulması şeklinde tecelli eden Filistin’in içişlerine olan müdahaleler biter mi? Tahran, Beşşar Rejimi, Katar ve Müslüman Kardeşler (İhvan) tarafından engellenen Mekke anlaşmasının hemen ardından 2007 de silah kuvvetiyle ortaya çıkan bu hareket Filistin Ulusal Birliğine dönmesi engellenecek mi? Elbette ki bu konuları da merak edenler olabilir.